EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ TÜRK MİLLETİNİNDİR!
Bugün Türkiye’yi “Türk, Kürt, Arap” diyerek tarif etmeye çalışanlar, aslında milleti etnik kimliklere bölerek Ortadoğu’daki parçalama senaryolarının bir benzerini Türkiye’ye uygulama arzusundadır. Bu oyun, sadece Lübnan’da değil; Irak’ta mezhep çatışmasıyla, Suriye’de etnik kantonlarla, Libya’da kabile savaşlarıyla, Yemen’de iç savaş ve vekâlet çatışmalarıyla uygulanmış ve o ülkeler dış güçlerin nüfuz alanına mahkûm edilmiştir. Lübnan, dini ve etnik kotalarla yönetilen, hiçbir zaman istikrar bulamamış, iç savaştan çıkamamış bir yapıdır. Irak, federalizm adı altında üçe bölünmüş, etnik ve mezhepsel çatışmalarla zayıflatılmıştır. Suriye, bir halk değil, kantonlar, cemaatler ve dış güçler eliyle parçalanmış bir harabe haline getirilmiştir. Aynı plan Libya’da kabileler arasında kışkırtılan çatışmalarla devleti çökerterek hayata geçirilmiştir. Yemen ise “etnik-mezhepsel kartlar” kullanılarak bitmeyen bir iç savaşın laboratuvarı haline getirilmiştir. Aynı senaryo şimdi “etnik eşitlik-eşit yurttaşlık”, “yeni anayasa”, “çoğulcu millet” gibi söylemlerle Türkiye’ye servis edilmektedir. Oysa Türkiye, bu emperyal oyuna düşmeyecek kadar derin bir devlet aklına, binlerce yıllık millet geleneğine ve Atatürk’ün kurucu vizyonuna sahiptir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, millet tarifini yaparken çok netti: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanım, bir ırkı değil; ortak vatan, ortak tarih, ortak kültür ve ortak ülkü etrafında birleşmiş bir siyasi ve kültürel bütünlüğü ifade eder. Atatürk’ün millet anlayışı; ırk, mezhep ya da etnik köken üzerinden değil, vatandaşlık bilinci ve ortak değerler üzerinden şekillenir.
Ancak bugün geldiğimiz noktada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, etnik kimlikleri yan yana sıralayarak milleti tarif etmekte, “Türk, Kürt, Arap” söylemiyle milli birliği parçalayan bir dili meşrulaştırmaktadır. Bu dil, sadece Anayasa’ya değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, laiklik ilkesine ve binlerce yıllık millet varlığına aykırıdır. Daha da vahimi, bu söylemler, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi’nin Türkiye’ye dayattığı “Osmanlı millet sistemine dönün” yönündeki talimatla birebir örtüşmektedir. Bu durum artık bir tesadüf değil, açık bir çıkar ortaklığının ve yönlendirilmiş bir ittifakın göstergesidir.
Hükümet ile emperyal güçler arasında kurulan bu çıkar ortaklığı, iktidarın devamı karşılığında milletin egemenliğini pazarlık masasına yatırmaktadır. İktidarda kalmak uğruna yürütülen bu kirli pazarlıklarda, çeşitli gruplara güç paylaşımı vaat edilmekte, anayasa değişikliği ise bu planların kılıfı olarak kullanılmaktadır. Bu pervasız plan, milletin iradesiyle değil, emperyal planların çıkar haritasıyla şekillendirilmiştir. Bu işbirliği, sadece bir siyasi ittifak değil, bir milletin kendi egemenliğini dış iradelere devretme teşebbüsüdür. Yeni anayasa süreci, görünürde demokratik bir reformmuş gibi sunulsa da gerçekte; yıkıcı bir proje, rejimi dönüştürme girişimi ve Türkiye’yi federatif yapıya sürükleme operasyonudur.
Anayasa’nın 6. maddesi açıktır: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.” Hiçbir kişi, zümre veya grup; Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetki kullanamaz, millete rağmen bir sistem dayatamaz. Devletin temeline, milletin birliğine ve hukukun üstünlüğüne kast eden her türlü girişim, sadece tarih ve hukuk önünde değil, millet vicdanında da mahkûm olacaktır. Bu topraklar, dışarının dayatmalarıyla içeriden yürütülen işbirlikçilerin hedeflerine teslim olmayacaktır.
2025 yılı itibariyle yine öne sürülen yeni anayasa tartışmaları, sadece hukuki bir metin değişikliği değil; rejimsel, siyasal ve sosyolojik bir yeniden kurgulamanın aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, anayasa değişikliği kılıfı altında millet egemenliğinin çözülmesi, üniter devlet yapısının tasfiyesi ve emperyal planlara uygun etnik federatif yapılara kapı aralanması girişimidir.
Yeni anayasa ile hedeflenen ilk adım, milli kimliğin tasfiye edilmesidir. Anayasadan “Türk milleti” kavramını çıkarmak, milleti etnik kolektiflere ayırmak ve Atatürk’ün millet tanımını yok saymak; bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasıyla federatif bir yapıya geçiş zemini hazırlanmakta, böylece merkezi otorite zayıflatılarak milli birlik dağılmaya itilmektedir. Başkanlık sistemini anayasal güvence altına alma niyetiyle rejim kalıcılığı sağlanmak istenirken, çok dillilik ve çok kimliklilik gibi kavramlarla ulus devletin zemini bilinçli şekilde aşındırılmaktadır. Tüm bunlar, dış odaklarla eş güdümlü biçimde yürütülen bir planın parçasıdır.
Bu hedeflere ulaşıldığında, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısında geri dönülemez bir yıkım meydana gelecektir. Milletin egemenliği zedelenecek, siyasi birlik çökecek, devlet yapısı parçalanacaktır. Merkezi otoritenin sarsılmasıyla yerel yapılar kendi ajandalarıyla hareket edecek, farklı egemenlik iddiaları aynı coğrafyada çatışacak ve etnik gerilimler derinleşecektir. Bu da iç savaş riskini doğuracak, dış güçler ise bu zeminde etkilerini artırarak vekâlet savaşları organize edecektir. Nihayetinde milli kimlik aşındırılacak, Türk milleti kavramsal olarak silikleştirilecek, ulus devlet ortadan kaldırılacaktır.
Bugün yürütülen sürecin adı reform değil, rejim mühendisliğidir. Ortada bir millet değil, etnik kümelere bölünmüş, ortak kader duygusu parçalanmış bir topluluk inşa etme çabası vardır. Bu, ne milli iradedir, ne de demokratik çoğulculuktur. Bu; milletin egemenlik hakkına bir suikast girişimidir. Milleti bölerek barış olmaz. Egemenliği parçalayarak kardeşlik kurulmaz. Kimlik siyaseti üzerinden anayasa inşa edilemez. Birilerinin emperyal masalarda yazdığı senaryoları, “toplumsal mutabakat” diye yutturma gayreti beyhudedir.
Bu millet, emperyalizme karşı kurduğu cumhuriyetin çatısını; kardeşliğin, ortak mücadelenin ve Türk kimliğine dayalı egemenliğin temeli üzerine kurmuştur. Bugün yeni anayasa bahanesiyle yürütülen çalışmalar; tarihi bir kazanım olan üniter yapıya ve milli devlet ilkesine doğrudan saldırıdır. Hiçbir anayasa taslağı, Türk kimliğini yok sayamaz. Hiçbir siyasi hesap, milletin birlik ve bütünlüğünün önüne geçemez. Hiçbir dış irade, bu topraklarda milletin yerine etnik kolektifler ikame edemez. Ve hiçbir iktidar, yetkisini milletten değil de küresel projelerden alıyorsa, artık meşruiyetini kaybetmiştir.
2025 yılı itibariyle yine öne sürülen yeni anayasa tartışmaları, sadece hukuki bir metin değişikliği değil; rejimsel, siyasal ve sosyolojik bir yeniden kurgulamanın aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, anayasa değişikliği kılıfı altında millet egemenliğinin çözülmesi, üniter devlet yapısının tasfiyesi ve emperyal planlara uygun etnik federatif yapılara kapı aralanması girişimidir.
Yeni anayasa ile hedeflenen ilk adım, milli kimliğin tasfiye edilmesidir. Anayasadan “Türk milleti” kavramını çıkarmak, milleti etnik kolektiflere ayırmak ve Atatürk’ün millet tanımını yok saymak; bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasıyla federatif bir yapıya geçiş zemini hazırlanmakta, böylece merkezi otorite zayıflatılarak milli birlik dağılmaya itilmektedir. Başkanlık sistemini anayasal güvence altına alma niyetiyle rejim kalıcılığı sağlanmak istenirken, çok dillilik ve çok kimliklilik gibi kavramlarla ulus devletin zemini bilinçli şekilde aşındırılmaktadır. Tüm bunlar, dış odaklarla eş güdümlü biçimde yürütülen bir planın parçasıdır.
Bu hedeflere ulaşıldığında, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısında geri dönülemez bir yıkım meydana gelecektir. Milletin egemenliği zedelenecek, siyasi birlik çökecek, devlet yapısı parçalanacaktır. Merkezi otoritenin sarsılmasıyla yerel yapılar kendi ajandalarıyla hareket edecek, farklı egemenlik iddiaları aynı coğrafyada çatışacak ve etnik gerilimler derinleşecektir. Bu da iç savaş riskini doğuracak, dış güçler ise bu zeminde etkilerini artırarak vekâlet savaşları organize edecektir. Nihayetinde milli kimlik aşındırılacak, Türk milleti kavramsal olarak silikleştirilecek, ulus devlet ortadan kaldırılacaktır.
Bugün, şer ittifaklarının gölgesinde hazırlanmak istenen sözde anayasa, ne demokratiktir ne de halk iradesini temsil etmektedir. Siyasi dayatmalar, medya baskısı ve güvenlik güçleri eliyle yürütülen yıldırma politikaları; anayasal düzeni fiilen ortadan kaldırma suçudur. Bu millet, egemenlik hakkını ne saraylarda, ne büyükelçiliklerde, ne de çok dilli anayasa mutfaklarında tartışmaya açmaz. Bizler, tarihin ve milletin vicdanından güç alarak sesleniyoruz: Türk Milleti; emperyalizmin değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün izindedir. Türk Milleti; etnik bölünmelerin değil, bin yıllık kardeşliğin temsilcisidir. Ve Türk Milleti; egemenliğini, dün Çanakkale’de nasıl savunduysa, bugün de her türlü işbirlikçi projeye karşı aynı kararlılıkla savunacaktır. Bu uyarımız, sadece bir çağrı değil, aynı zamanda tarihe düşülen bir kayıttır.
Yeni anayasa girişimi; sadece bir yönetim değişikliği değil, milletin tarihsel ve hukuki varlığına yönelik bir tehdittir. Şu gerçek bilinmelidir ki, Türk milleti; ne etnik pazarların dağıtım aracıdır, ne de emperyal ve şahsi heveslerle yeniden şekillendirilecek bir tanımdır. Egemenlik, Türk milletinindir ve sonsuza dek öyle kalacaktır.
Ne mutlu Türküm diyene!
Güneş Altuner
14.07.2025
