İRAN VE İSMAİL HANİYE’NİN KATLEDİLMESİ
İran, bir muamma olaya daha imza attı. Zira, doğru haber alınamayan İran’da, devlet ve molla rejimi, neyi nasıl ve ne kadar bilgilendiriyor ise ancak o kadarına vakıf olabiliyoruz. Hadiselerin sonrasındaki yönlendirmelere baktığımızda, İran ve molla rejimi masumiyet ve meşruiyet ile ilgili bir gayret sarf etmektedir.
İran’da gelişen her sosyal, ekonomik ve siyasal olayda, hedef İsrail gösterilmesine rağmen, her olay, İsrail’e mevzi kazandırmaktadır. Bu durum, iki yüzü ile değerlendirmeye muhtaçtır. İsrail, İran’da ne kadar etkilidir? Büyük İsrail Projesi‘nde, İran gelişmelerin neresindedir?
İlki, İran denilen ülkeyi daha öncede yazdığım gibi İngilizlerin desteği ile Yahudiler kurdu. Kurulan sistem ister “şahlık” rejimi olsun, ister “molla” rejimi olsun. Dikta ve otoriter bir yönetim şeklindedir. Fars egemen unsurlar, elitleri oluşturmakta, geri kalanlar ise ikinci sınıf insanlar hükmündedir. Elbette çok alt sınıfların da varlığından söz edilebilir. Dışlanan, horlanan ve yok sayılanlar da mevcuttur.
İran denilen ülke, Türklerin ekseriyette olmasını içine sindirememektedir. Türklerin yaşadığı bölgelere yatırım yapılmamakta aynı zamanda İran’ı, İran yapan kültür varlıklarını da dini (mezhebi) saiklerle yok etmeye çalışmaktadır.
Beluci’ler ile ilgili Pakistan ile mesele yaşıyor, Güneyde Araplar ve Lurlar ile problemleri var. İran’da yaşayan Yahudiler ve Ermenilerin bir problemi görünmüyor, hatta durumları en iyi olanlar arasında da sayılabilmektedirler.
Kürtleri, Kuzeybatı İran’a yani güney Azerbaycan’a yerleştirmek suretiyle bir Kürt-Fars uzlaşma siyaseti uygulamaktadır.
Bu çerçeveden baktığımızda ülkeyi demokratik teamüllerle idare edebilmenin mümkünü yoktur. Teokratik bir yapı ile dini liderlerden yani Ayetullahlardan oluşan bir despot yönetim kadrosu ile yönetildiği açıktır. ABD’nin boykotu olmasına rağmen üçüncü şahıslar ve tüzel yapılanmalarla İran ticari emtiası, dünya pazarlarında dolaşımda iken, gelirleri, mollaların hesabına aktarılmakta, vatandaşlar ise bu gelir kaynaklarından hiçbir suretle istifade edememektedirler.
Bu durum, İran vatandaşlarının yurt dışına göç etmeyi sağlamakta, İran’da göçü teşvik eden en önemli husus, gelir düzeyinin azlığı değildir. Bilakis, kimsenin bu konuyu başat mesele halinde görmemektedir. Ancak özgürlüklerin tehdit edilmesi, yok edilmesi, hayatı giderek zorlaştırmakta ve fırsatı bulanlar, Amerika’ya ve Kanada’ya olmak üzere muhtelif ülkelere göç etmektedir.
“Bulanık suda balık avlama” siyaseti güdülerek, herkes kaosun içine çekilmiş, bu durumun kontrol edilmesi ise diktatörlük ile yönetimden başka bir yönetimin olmayacağı bir kabule zorlanmıştır. Ancak, sistem çökmek durumundadır. Uzatmaları oynuyor…
Bu siyaset, aynı zamanda, İran’ın güvenliğini komşu ülkelerde konuşlandırdığı, terör ve dehşeti esas alan, istihbaratının (SAVAK) temel aldığı bir yaklaşımda hareket etmektedir. Dışarıdan içeriye doğru yapılacak bir operasyon durumunun hem güvenlik hem de istihbarî çalışmalarına esas teşkil etmektedir.
Irak, Suriye, Filistin, Lübnan, Yemen gibi ülkeleri üs olarak seçmişlerdir. Bu hali ile İran’daki gelişmeler, içerde daha zayıf bir güvenlik oluşmasını göstermektedir. Hatta ülkemizden rejim muhaliflerini derdest edip kaçırabiliyor ve yargılayabiliyorlar bile…
Bu fiilî durum, hem İsrail ile hareket etme fırsatı ve hem de meşruiyeti tanıdığından, İran’ın İsrail ile gizli bir müttefik pozisyonunda oldukları şeklinde değerlendirilmektedir.
Son dönemde, İsrail’in hedeflerine paralel, pakraduni Kürtlerin Güney Azerbaycan’da yerleştirilmeleri bizzat devlet desteği ve toleransları, “arz-ı mev’ud” idealinin ikinci aşaması olan “kenan bölgesi” oluşumunda belirlenen sınır coğrafyalarında varlıklarının kabulü, İsrail in jeopolitik hedefi gibi değerlendirilmektedir. Ancak, birinci aşamayı yani “bağımsız ve bütünleşik bir İsrail devleti” ni tamamlayamamış bir İsrail’in, İran’daki bu gelişmeleri doğru okumamızı gerektirir. Zira, hem bütünleşmiş bir İsrail devleti için Filistinliler etkisizleştirmeye çalışılırken, eş zamanlı olarak pakraduni Kürtlerin İran’da mevzilenmesi, geniş çaplı bir harekâtın hazırlığı ve alt yapısı olarak düşünülmelidir.
Görünen o ki, İsmail Haniye’nin öldürülmesi, İran devletinin iç güvenliğinin zafiyeti şeklinde gösterilse de, aslında taammüden organize edilmiş bir suikasttır. Geçmişten günümüze ABD ve İsrail ittifakının yaptığı bütün hamlelerde esip gürleyen, hamaset ile süslenmiş şaşalı cenaze törenleri ile geçiştiren İran, aynı güçlere, devletin göstermesi gereken bir hukukî tepki veremeyişi, onların hedefleri ile örtüşen bir anlayışı temsil eder.
İsmail Haniye, Filistinliler için önemli bir şahsiyet olması ve Filistin direnişini iyi yönetmesi, hem batı ittifakının güç duruma girmesini; hem de, direnişte kontrolün İran güçlerinin elinden çıkmasını sağlamış bir durumda idi… bu hem İran için hem de birleşik Batı için büyük bir problem olmakta idi… Böylece, Haniye’nin ortadan kaldırılması amacıyla birlikte bir operasyon yürütüldüğü görülmektedir.
Kimse sağlıklı ve kabul edilebilir delillerle İsmail Haniye’nin suikastı ile ilgili bir bilgiye sahip değildir. Muğlak ve kafa karıştırıcı açıklamalarda, daha önceki suikastlarda olduğu gibi geçiştirilmeye çalışılmaktadır.
Bu suikast; bölge barışını ve güveliğini hiç olmadığı kadar tehlikeye sokmuştur. İran’nın bu durumdan ne kadar etkileneceğini zaman gösterecektir. Ancak İran ve Batı ittifakı, Türkiye’yi bu hadise ile işin merkezine çekmeye çalışacaklarını öngörmeliyiz. Onun için güvenlik birimlerimiz ve siyasetçilerimizin millî bir duruş sergileyerek, olayların bütün yönlerini gördüklerine inanıyorum. Dibi görünmeyen suya iki ayakla girmemelidirler. Çünkü İran, Fars siyasetinin ahlaksızlığı ve karaktersizliğini bütün olarak sergileyen bir yapıdadır.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım Antrenörü
Makbul ve mantık kurgulu bir yazı, kaleminize sağlık. Dibi gözükmeyen suya iki ayakla girilmemeli.