ÜLKEMİZDE İSTİSMAR EDİLEN İSLÂM VE MUSTAFA KEMAL
Siyasî tarihimizde istismar, önemli bir delil (argüman) ve her zaman kabul görüp, nem’alanılan bir olgudur. Utanç duyulan bir husustur.
İstismarcılar; Oportünist, Makyavellist, münafıkça sergilenen, genel ahlâka ve insan onuruna zarar veren bir sürecin uygulayıcılarıdırlar. Dürüstlüğün, mertliğin ve samimiyetlerini ihlasla sürdüren insanların masumiyetini izale eden ahlâkî suikastçilerdir.
Siyasî ve ticarî hayatımızı irdelediğimizde, bu “şahsiyet fukaralarını” görmek, pekâlâ mümkündür. Dünde varlar idi, bu günde varlar, yarın da var olacakları kehanet gerektirmez. Zira çok kolay, emeksiz, temelsiz ve zihin yormadan hedeflerine ulaşmak üzere tercihlerini yapabilenlerdir.
Bu aynı zamanda, insanlığın da sorunudur. Az gelişmişlik sarmalında olan milletlerinde kara talihidir. Bu durumun iyi anlaşılması, İbranileri ve İbrani kültürünün insanlığa sunduğu hastalıklı durumu bilmekte fayda vardır.
İbrani kültürünü bilmeden dünyanın toplu durumunu yorumlamak zayıf kalır. Çünkü toplumsal çürümenin mebdeî yani başlangıcı İbranilerdir. Yaşadıkları bütün zamanlarda, coğrafyalarda ve toplumlarda varlıklarını bu esasa göre sürdürürler. Zira insana bakışları, diğer insanlarda nefret uyandırmaktadırlar. Kendileri dışındaki insanlara “öteki” gözü ile bakan, kurdukları tezgâhın anlaşılmaması için, kendilerini sinsice gizleyen, bir yapıdadırlar.
Aynı zamanda, hem Hristiyan âleminin hem de İslam âleminin dini akidelerini hedef alarak tahrif ettikten sonra istedikleri bir inanç sistemine adapte etmektedirler. Bu durum anlaşılınca da toplumları birbirlerine kırdıran bir oyunun tezgâhçılarıdırlar. Hıristiyan âlemi ve itikadını ciddi şekilde etkiledikleri için, onu Evanjelist yapı ile (Hıristiyan-Yahudilik gayrı meşru evliliği gibi düşünülmeli) bir binek gibi kullanmakta ve insanlığın masumiyetine kast etmektedirler.
Bizi, millet olarak ilgilendiren boyutu ise, Efendimiz’in vefatından günümüze kadar, Müslümanca görünüp Müslümanlığı dezenforme etmeleridir. Emeviler vasıtası ile de, ”İsrailliye risalelerini” İslam’ın “nasları” imişçesine Müslümanlara sunmuşlardır. Bugün Müslümanların yaşadığı coğrafyalardaki vahametin temelinde, “tevhit dini” olan İslâm’ın, kesretin (bölünmüşlüğün) pençesinde inim inim inlemesidir.
Batı medeniyeti, makro düzeyde; “istismar siyasetini” oryantalist anlayış ile birleştirerek, doğu dünyasını keşfettikten sonra, doğunun sahip olduğu değerlerle doğu insanını etkileyip istismar ederek sömürdü…
Bu hastalık, içimizi kemiren bir mikrop gibi, mikro düzeyde siyasetimizin içinde, asıl niyetlerini gizlemek suretiyle, “siyasal İslâmcılık” ve “Atatürkçülük veya Kemalizm” adı altında sürdürülmektedir. Siyasal İslâmcıların istismardaki payları, bugün sosyal çözülme yaşayan toplumumuzun geldiği nokta, bütün emareleri ile siyasal İslâmcıların marifetleri olarak ortadadır.
İslamiyet ile milliyetimizi karşı karşıya getirerek, milliyetimizin sosyal realitelerine rağmen, kurana ve peygambere iftira derecesine tevillerle (yorumlarla) hem inancımızı hem de milliyet duygumuza kast ettiler. Cumhuriyet tarihimizde çok partili hayatın her safhası bu çerçeveden ele alındığında, açık bir şekilde görülecektir. “Levantenlerin” Müslümanlığın temsilcileri gibi gösterilmesi ve bilinmesinde temel saik budur.
Ya kendisini Batı’nın temsilcileri, Batıcılığın misyonerliği gibi gören Mason ve sol siyaset mensupları, farklı mı hareket ettiler! Elbette istismar derecelendirilmesine gidecek olsak, tahterevalli gibi bir siyasal İslâmcılar, bir Mason ve solcular yukarıda görünebilmektedir.
Biri İslam’ın “cihanşümul” değerleri ile ahkâm kesiyor, diğeri ise ”evrensel değerler” olarak kabul gören değerlerle siyasetlerini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Lâkin, işin finalinde, her iki gurup da, topluma; açlık, sefalet, eşitsizlik, hukuk ihlalleri ile sosyal çözülme gibi sonucu iç savaşlara varan bir uygulamayı getirmişlerdir.
Eğer istismar edilen İslâm, İslâm’ın temel hukukuna uygun hareket edecek olsalar idi, sermaye ve para sürekli dolaşımda olacak, finansal yapı bloke edilmeyecek ve herkes parası ile iş yapmak durumunda kalacaktı. Gelinen noktada siyasal İslâm’ın son temsilcisi, paranın bloke edilmesi ve piyasaları daraltarak, insanı insana köle yapan “faiz sistemini” “asrın realitesi” olarak görmeyecekti… Oysa İslâm’ın diğer sitemlerden ayıran yegâne özellik, değerler sistemi içinde, insanın insan olması için verilen mücadeledir. Köleliğin modern dünyada tesisi, firavunlardaki gibi bir işlerlikte olmadığını, bu sistemin faizle vücut bulduğunu herkes bilmektedir. O halde, ”Musa gibi vaaz edip, Firavun gibi amel işleyenler” istismarcıların ta kendileridir. Referans olarak gösterdikleri şahsiyetlerin tümü, zihnen şeytana teslim olmuş kişiler olduğunu biliyoruz.
“Her komünist, önlüklü bir Siyonist’tir, her Siyonist, önlüksüz bir komünisttir.” Siyon liderlerinin protokollerinde kendilerini bu şekilde tanımlayan Siyonistler, Adam Smith, Keynes, Lenin, Stalin, Marx, Engels, Hegel, Mao ve benzeri şahısları rehber ve referans kabul eden sol ve masonlar, ülkemizde, kendi varlıklarının meşruiyeti için kendilerini, “Atatürkçü ve Kemalist” olarak lanse etmektedirler.
Hâlbuki Atatürk, bugün yaşıyor olsa idi, mevcut haliyle Kendilerini gerçek Atatürkçü ve Kemalist imiş gibi gösteren ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş ve muasır medeniyetlerin üzerinde bir konuma getirmek için hayatını vakfettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin âli menfaatlerini göz ardı edenler… Ve millî çıkarlarına karşı faaliyet gösteren karanlık mahfillerle irtibatlanıp gaye birliği içinde görülmektedirler. Zira Atatürk, mensup olduğu millet ve o milleti millet yapan değerler için esas mücadelesinin temellendirilmesi için mücadele etti. Nitekim “benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Lakin Türk milleti ilelebet payidar kalacaktır.” demiştir. Kendisinin mensup olduğu milletin önüne çıkarmamıştır. “Her şeyden evvel ben bir Türk milliyetçisiyim.” demek sureti ile asıl olan milleti millet yapan temel dinamiklerin kuvvet bulması olmuştur. İktisat kongresi, tevhidi tedrisat, sanayileşme, dış siyasetteki onurlu karar ve duruşları buna dönüktür. Aynı zamanda zaman ötesi öngörüleri ile yüz sene sonra vuku bulabilecek siyasal olayları öngörebilmiş ve çareleri üzerinde fikir üretecek ve tarihe kaydedecek kadar ülkücüdür.
İstismar gurupları, devleti kuran karargâh hükmündeki siyasal yapıyı, yani CHP’yi kendi aralarında pay ederek, atılan bütün adımları zaman içinde feshederek, Atatürk’ün kemiklerini sızlatmışlardır. CHP’nin tüzel kişiliği sosyolojik olarak analize tabi tutulduğunda, hemen herkesin kendisine bir yer bulduğu bir karakterde olması bile bir tarafa bırakılmıştır. Türk’üm diyenleri hapse atmışlardır. Sömürgecilere bağımsız bir devletin iradesini teslim etmişlerdir. Hâlâ devam eden zihniyet buhranlarını sürdürmektedirler.
Sonuç olarak, Türk devletinin iradesi, kendilerini siyaseten sağ veya sol olarak tanıtan istismar guruplarının dönüşümlü olarak milletimizi milletler ailesi içindeki hak ettikleri mertebeye taşıyamamışlardır. Mustafa Kemal’in ifadesi ile “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” demek sureti ile Türk milletinin iradesini yine Türk milletine ve Türk milliyetçiliğine inanan ve canından aziz bilenlerle olabilecektir. Ancak milliyetçiliğin istismardan etkilendiği gerçeğini de görmek gerekmektedir.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım Antrenörü