ABİDEVÎ ŞAHSİYET, BÜYÜK KOMUTAN DURSUN YAŞA’NIN ARDINDAN
1983 yılının Eylül ayının ilk günlerinden biri idi. Trabzon Fatih Eğitim Fakültesi’nden Ankara Gâzi Eğitim Fakültesine yatay geçiş başvurumu yapmıştım. 2. sınıftan 3. sınıfa geçmiş bulunuyordum. İlk iki yılımda disiplin sorunum yoktu, not ortalamam da yüksekti. Buna rağmen, yatay geçişin olmaması ihtimali de vardı. Memleketimde görev yaptığı zamanlarda ailece tanışık olduğum Dursun Albayımı makamında ziyaret ettim. FYO (Fakülte-Yüksek Okullar Komutanı) Komutanı idi. Ziyaretimde üniversiteler arası geçiş yapmak istediğimi söyledim. Elime bir isim ve adres yazılı kâğıt tutuşturdu. Bu şahsı gör, selamımı ilet ve durumunu anlat, dedi.
Elime tutuşturulan kâğıtta, sonraki yıllar daha yakından tanıma şerefine nail olduğum rahmetli Prof. Dr. Kâmil TURAN’ın ismi ve bürosunun adresi yazılı idi. Dursun Albayımın makamından ayrıldım ve aynı gün Kâmil Hoca’nın bürosuna gittim, tanıştım, selamı ilettim, meramımı anlattım ve izin isteyerek oradan da ayrıldım. Birkaç gün sonrasında yatay geçişim sonuçlanmıştı. Gâzi Eğitim Fakültesine yakın, Konya Yolu üzerinde Şeker Yurdu’na da yerleşmiştim.
***
1984’ün Ocak ayında askerî öğrenci sınavına girmiştim. Sınavı kazanırsam askerî öğrenci olacak ve üniversiteme askerî öğrenci olarak gidecek, mezuniyete müteakip de askerî okullarda öğretmen olacaktım. 3 ay sonrasında Dursun Albayımı makamında ikinci kez ziyaret ettim. Büyükçe odasına girip, koltuğa oturmamı istedikten sonra ilk sözü şu olmuştu. “Ahmet, bu günlerde bir rüya gördün mü?”
Şaşırmıştım, ilk sözü bir rüya görüp görmediğimle ilgili idi. “Hayır, komutanım; rüya görmedim.” dedim. “Ne için soruyorsunuz? Neyi merak ediyorsunuz? Siz, büyük bir komutansınız, benim gördüğüm rüyanın ne değeri olabilir ki, soruyorsunuz?” diyemedim / demedim. Geçiştirdim ve sonrasında sınav sonuçlarıyla, ailelerimizle ilgili konuştuk. Sınavı kazanmıştım, 3-4 gün içinde Şeker Yurdu’ndan ayrılıp FYO’ya geçecek ve askerî öğrenci olacaktım.
***
Dursun Albayıma ilk ve son kez yalan söylemiştim. Belki koskoca komutanın benim rüyamla ilgilenmeyeceği veya rüyamı anlatınca yanlış değerlendireceği endişesi taşımıştım. Oysaki bir gün öncesinde bir rüya görmüştüm. Nasıl mı?
40-50 kişilik bir kalabalık içindeyim. Herkeste bir telaş var. Savaş çıkmış ve düşman bizim bulunduğumuz tarafa doğru geliyormuş. Bu nedenle, insanlar korkudan bir oraya, bir buraya kaçıyorlar ve hal çareleri arıyorlar. Ben de böyle bir kalabalık içinde iken kalabalığın biraz ötesinde bir tepecikte Hz. Ali beliriyor, elinde de Zülfikâr var. Ve diyor ki: “Kimin silâhı yoksa, yanıma gelsin.” Kalabalık içinden ben hızlıca ayrılıyor ve Hz. Ali’nin yanına gidiyorum. Bana, “Al bu kılıcı!” diyor. Duvar tablolarında yakıştırma resimlerde olduğu gibi siyah ve orta uzunlukta sakallı, uzuna yakın orta boylu, buğday benizli ve gür sesli Hz. Ali, Zülfikârı elime veriyor. Hem mutlu hem korkulu bir tavırla, ilmin kalesi Hz. Ali’ye, elimde Zülfikâr olduğu halde diyorum ki; “Ya düşman bana saldırırsa, ben ne yapabilirim?” Diyor ki, “Korkma, Allah’ın izniyle ben yardımına gelirim. Şimdi git, (İlerideki bir mağarayı göstererek) 2 rekat şükür namazı kıl.”
Rüya bundan ibaretti. Ben, böyle bir rüyayı nasıl anlatabilirdim Dursun Albayıma? Kendimi yobaz, din tüccarı göstermek istememiş ve rüyamı anlatmamıştım. O günden sonra da hiçbir zaman bu rüya konusunu kendiyle paylaşmamıştım. Sonraki yıllarda zaman zaman düşündüm; acaba Dursun Albayım da aynı veya benzer bir rüya mı görmüştü? Niçin, ziyaretimde ilk cümlesi “Bir rüya gördün mü?” olmuştu?
Askerî öğrenciliğimin daha 3. ayında 42 askerî öğrencinin “ÜNİVERSİTE KIDEMLİSİ” yapılmıştım. Hiç hoşuma gitmemişti. Askerî lisenin başından itibaren 7-8 yıldır üniforma giyen öğrenciler varken 3-4 aydır üniforma giyen benim Üniversite Kıdemlisi olmam nefsimin hoşuna gitse de, aklımın ve yüreğimin hoşuna gitmiyordu. Hiçbir arkadaşım açıkça ifade etmese de, empati yapıyor ve üniversite kıdemliliğinin benden ziyade, onların hakkı olduğuna inanıyordum. Nitekim, kıdemli yapılışımın 2. veya 3. haftasında Dursun Albayımı makamında ziyaret ettim. “Komutanım, üniversite kıdemliliğini üzerimden alınız. Bu kıdemlilik benden daha çok diğer arkadaşların.” dedim. Bir an durdu, sonrasında mütebessim ve bir o kadar da komutan edasıyla, vurgulu ve sert bir tonla, “Yıllar, şarabı değerlendirir. Hiçbir arkadaşın senin niteliklerine sahip değil. Ben, senin kıdemli olmanı istedim ve öyle kalacaksın.” dedi ve arkasından da ekledi: “İt ürür, kervan yürür.” Öğrencilik hayatım bitinceye kadar da bir daha kendisini makamında ziyaret etmedim. Ama, mezuniyetten sonraki yıllarımda üç beş ayda bir ziyaret etmekten uzak kalmadım. YURTKUR VAKFI Genel Müdürü olduğu yıllarda ve sonraki yıllarda düşünce ve yorumlarıyla yolumu bir güneş gibi aydınlatmaya devam etti.
***
Büyük bir komutandı, kendinden yüksek rütbeli pek çok komutandan daha büyük şerefli bir komutandı. Şairdi, yazardı, yüksek ferasetli, hatta evliya yaradılışlı düşünce insanı idi. Atatürk’ü ve değerlerini çok iyi idrak etmiş, aynı bilinçle yetiştirdiği gençlerin de birer samimi Atatürk sevdalısı olmasına zemin hazırlamıştı. Türk Gençliğinin Ata’ya Cevabı’nı ve Atatürkçülüğün Esasları’nı yazmıştı.
Türk tarihini ve Türk kültürünü, en az üç bin yıllık Türk medeniyetlerini çok iyi bilen, millî tarih ve millî kültür bilincine sahip yüksek aydın bir insandı. Türk milliyetçisi ve Turan ülküsünü benimsemiş, abidevî bir şahsiyetti.
İşte, böyle bir şahsiyet, bugün Hakk’a yürüdü…
***
Komutanım!
Aziz ve asil Türk milletine hizmetlerin unutulmayacak.
Yetiştirdiğin askerlerin, öğrencilerin bayrağı devraldı; onlar da bayrakları, aynı idealleri yaşayan ve yaşatan gençlere teslim etti. Ve yılmaz Türk gençlerinin ellerinde Türk bayrağı, yükselmeye / dalgalanmaya devam etmektedir.
Senden öncekiler gibi sen de, senden sonrakiler olarak bizler de vazifemizi yapma gayretinde bulunduk. Bizden sonraki tüm Türk gençleri de AZİZ VE ASİL TÜRK MİLLETİNİN DEĞERLERİNİ SONSUZA DEK YAŞATACAK VE BAYRAĞI ELLERDEN DÜŞÜRMEYECEKTİR.
RUHUN ŞÂD, MEKÂNIN CENNET OLSUN, AZİZ KOMUTANIM!
Ahmet KIYMAZ