AYDIN KİŞİ NİTELİKLERİ
“İnsan olmanın bilincine ermiş” bir insan olarak yaşamak, gerçekten çok önemlidir. Peki, insan olmanın bilinci ne demektir? Bu bilince herhangi bir insan, nasıl ulaşabilir?
Aslında, insan olmanın bilincine ermekle AYDIN olmak eşdeğerdedir. AYDIN olmak, her halükârda yüksek tahsilli olmayı gerektirmez. Yüksek tahsil sahibi bulunmayan bir insan da AYDIN (insan olmanın bilincine ermiş bir insan) olabilir. Günümüz koşullarında bizler, genellikle yüksek tahsilli insanları hep aynı kategoride AYDIN olarak nitelendiririz. İnsan olmanın bilincine ermiş bir insanin özelliklerini, lâyıkıyla herhangi bir AYDINda göremeyince de hayıflanırız, serzenişte bulunuruz, hatta öfkeleniriz. Bu hayıflanmamızda, serzenişte bulunmamızda, hatta öfkelenmemizde kendimizi haklı da buluruz. Ama, bilmeyiz ki, makam – mevki sahibi olmak, üniversite bitirmek her zaman o insanı gerçek anlamda insan olmanın bilincine götürmez. Maalesef, götürmedi, götürmüyor da…
Bu durum karşısında bizlerin üzerine düsen görev ne olmalıdır? İnsan olmanın bilincine ermiş, AYDIN olmuş insanlarımızın sayısını nasıl artırabiliriz? Bu insanları bulduğumuzda onlara nasıl davranmalıyız?
Şu dört kavram, yöresel ve ulusal konularda yararlı hizmetler sunmak isteyen, yönlendirici ve yönetici konumundaki her AYDIN için çok önemli görülmeli ve bu kavramların içerdiği anlamlar doğrultusunda bir hayat tarzını gerçek anlamda her AYDIN benimsemelidir. Nedir bu kavramlar:
BİLGİ – BİLİNÇ – UFUK ve SAMİMİYET…
BİLGİ ÇAĞI’nı yaşamaktayız. Bilgiye ulaşmayan, bilgide yetersiz olan her insan, “MANKURT” (= Zombi) olmaktan kendini kurtaramaz. Mankurt olMAmak için mutlaka bilgiye ulaşılmalı. Peki, Bilgiye nasıl ulaşılır?
Esas itibariyle beş bilgi kaynağı bulunmaktadır:
1. KAYNAK KİŞİ
2. KAYNAK KITAP
3. İNTERNET
4. TELEVİZYONLAR – RADYOLAR
5. GAZETELER – DERGİLER
***
Ülkemiz insanlarının, tahsillileri dahil olmak üzere önemli bir bölümü, özellikle son iki bilgi kaynağının esiri durumundadır. Televizyonlar/Radyolar ve Gazeteler/Dergiler; bir yerde ülke insanını yönlendirir konumuna gelmiştir. Bunların niyet, ilke ve faaliyetlerinin özellikleri üzerinde durmayacağım. Sadece, şunu söylemekle yetineyim: İnsan, bilgilerini sadece televizyonlar/radyolar, gazeteler/dergilerden öğreniyorsa, toplumsal olaylar ve durumlar hakkında gerçekçi değerlendirmeler yapamaz, doğru kararlar alamaz. Tabir caizse, hep birileri tarafından irade dışı yönetilir ve yönlendirilir. Çünkü, insan olmanın bilincine ermenin, olmazsa olmaz önkoşulu durumundaki en önemli bilgi kaynağı, günümüz koşullarında diğer üç kaynaktır. Hele, bunların başında gelen en önemli bilgi kaynağı KAYNAK KİŞİ‘dir.
Gerek kişisel gerekse kurumsal açıdan başarıya ulaşmanın, gelişmeyi hızlandırmanın en önemli yöntemi İSTİŞARE ETMEK, DANIŞMAK’tır.
Bilge Kağan ve Kültigin, Tonyukuk’la ve KENGEŞ Meclisi’ndeki diğer yoldaşlarıyla istişare etmeseydi GÖKTÜRK HAKANLIGI o kadar büyüyebilir miydi? ALPASLAN, veziri Nizam-ı mülk ve yoldaşları Sav Tigin, Gümüş Tigin‘le danışıp kaynaşmasaydı Malazgirt Meydan Muharebesi’nden zaferle çıkabilir miydik? Celâl sembolü OSMAN GÂZİ, kayınbabası Şeyh Edebali ve babası Ertuğrul Gazi‘nin öğütlerini tutmamış olsaydı, bacanağı Dursun Fakih‘le istişare etmeseydi Beyliğinin gücünü artırabilir ve cihan imparatorluğunun tohumlarını atabilir miydi?
ATATÜRK; Amasya’da, Havza’da, Sivas’ta, Erzurum’da ve nihayet Ankara’da Kazım Karabekir‘le, Fevzi ÇAKMAK‘la, İsmet İNÖNÜ ile ve daha nice toplum önderi ile diz dize, kol kola, baş başa vermeseydi, milletiyle bütünleşmeseydi Büyük Meydan Muharebesi’nde ZAFER’e ulaşabilir miydik?
Görülüyor ki, devlet islerinde, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda başarının en önemli yolu İSTİŞARE ETMEK’ten geçer. İstişare edecek KAYNAK KİŞİLER’den yoksun her insan, her vakıf, her dernek, her kamu kurumu ve her devlet yok olmaya mahkûmdur. Aksi durumda ise, yükselmeye, yücelmeye, büyümeye ve gelişmeye açıktır. Unutmamalıyız ki, bizler ne zaman istişareden uzaklaştık, işte o zaman her alanda geri kalmaya mahkum olduk. “Danışan dağ aşmış, danışmayan yolda şaşmış.” atasözümüz de bu gerçeği, oldukça güzel yansıtmaktadır.
***
Gelelim ikinci önemli kaynağa, yani KAYNAK KİTAP‘a…
Okuma düzeyimizin yetersiz olduğu pek çok platformda zaman zaman dile getirilir. Kendini yetiştirmek isteyen her insan, insan olmanın bilincine ermek isteyen her insan mutlaka OKUMALI…
Okumayı sevmeyen, okuMAmakta ısrar eden insanlarımız başta olmak üzere en yakınlarımızdan başlamak üzere insanlarımızı okutmak için çok büyük gayretler sarf etmeliyiz. AYDINIM diyebilecek her insanın, MUTLAKA en azından haftada bir kitap okuması büyük bir zarurettir. Hatta, mümkünse, haftada 2-3 kitap okuyabilecek bir düzeye gelmeyen bir insanın gerçek anlamda AYDIN olmasında şüpheler duyulmalıdır. Okuma alışkanlığına sahip olmayan, yılda bir kitap bile okumayan insana bunları söylemek ters tepki meydana getirebilir. O tür insanlarımız da hiç olmazsa ayda bir kitap okuyarak 3-5 yıl içinde tedricen 2 haftada bir kitap, sonraki yıllarda ise haftada 1 – 3 kitap okumak alışkanlığını kazanmalıdır.
Bilinmelidir ki, okumayan, okumayı alışkanlık haline getirmeyen insanların, özellikle tahsilli olmasına rağmen okumayan insanların bulunduğu ortamlarda hiçbir gelişme ve büyüme görülemez. Okuma alışkanlığına sahip değilsek, çocuklarımıza ve yakın dostlarımıza da okuma alışkanlığını kazandırmak için bir gayret içinde bulunmuyorsak yöresel ve ulusal menfaatlerimizle ilgili ortaya konan yanlışlar konusunda kimseye dert yanmaya hakkımızın bulunmadığını da bilmek zorundayız.
***
İNTERNET konusuna gelince…
Henüz, maalesef internet ortamından yeterli düzeyde yararlandığımız söylenemez. Lâkin, çok umut verici faaliyetleri de gözlemlemekteyiz. Bugün internet aracılığı ile klavyenin bir tuşuyla dünyanın çok uzağında bulunan bir bilgiye kolaylıkla sahip olmaktayız. Ülkemizin güdümlü yazılı ve görsel basınının ortaya koyduğu kimi bilgi ve düşünce yanlışlarını özgür irademizle internet ortamında ortaya çıkarma yeteneğine sahip bulunmaktayız.
Bizler, ne derecede internet ortamını etkin ve işlevsel boyutta kullanırsak yöremiz ve ülkemiz yararına o derecede uyanık, dikkatli ve bilinçli bir yaklaşım tarzını ortaya koymuş bulunacağız. Televizyon/radyo ve gazete/dergilerde bulunmayan bilgiler internette bulunmaktadır. İnternette bulunaMAyan, ulaşılaMAyan bilgiler ise kitaplarda yer almaktadır. Diğer bilgi kaynaklarında, hatta bazen kitaplarda bile bulunamayan ya da ulaşılamayan bilgiler ise sadece KAYNAK KİŞİLER’de bulunmaktadır. Bütün bilgi kaynaklarının her biri kendi alanında önemli olmasına mukabil, KAYNAK KİŞİLER tarafından edinilecek bilgiler çok daha önemli görülmelidir. Yani, hangi alanda çalışıyor olursak olalım, hangi tahsil düzeyine sahip bulunursak bulunalım MUTLAKA her türlü konu ve sorunda İSTİŞARE etmeye büyük önem verelim. Ancak, bu şekilde gerçek başarıya ulaşabileceğimizi unutmayalım.
***
Üzerinde hassasiyetle durmamiz gereken ikinci önemli kavram ise BİLİNÇ‘tir.
Herhangi bir insan, yukarıda arz etmeye çalıştığım sekliyle ne kadar bilgiye ulaşmış olursa olsun, eğer BİLİNÇ idrakinden uzakta ise, yine insan olmanın bilincine gerçek anlamda ulaşamaz. BİLİNÇ, eskilerin deyimiyle SENTEZ ve ANALİZ edebilme yeteneğidir. Günümüzde ise bu kavramlar DEĞERLENDIRME ve ÇÖZÜMLEME yeteneği olarak nitelendirilir. İnsan olmanın bilincine ermek, yani AYDIN insan olmak için var olan bilgilerden yararlanmak suretiyle değerlendirme ve çözümleme yapabilmek gerekir. Olaylar, şahıslar, faaliyetler hakkında çok yönlü değerlendirme ve çözümleme yeteneğini ortaya koyamayan insanlar, yukarıda ifade ettiğimiz gibi yine birileri tarafından hep yönlendirilir ve yönetilir. Bu yönlendirme ve yönetilme durumu kişinin, yörenin ve ülkenin aleyhinde olduğu zaman da büyük felâketlerin yaşanılması kaçınılmaz olur.
Değerlendirme ve çözümleme yapabilmek için, olayların, faaliyetlerin, şahısların niyetleri, oluş sebepleri, ortaya çıkış özellikleri, alternatif doğabilecek sonuçları vb. durumları çok yönlü ele alınabilmeli; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. alanlara yönelik durum ve faaliyetlerin görünmeyen özellikleri hakkında düşünce ve tavır üretilebilmelidir.
Bir başka deyişle, herhangi bir insan, var olan bilgisi sayesinde MUHAKAME EDEBİLME yeteneğini yansıtıcı boyutta AKILLI olmalıdır. Akıllı insan; doğruyu yanlıştan ayırt eden insan olarak yorumlanMAmalı; iki doğrudan hangisinin DAHA DOĞRU olduğunu bilecek düzeyde bir yeteneğe sahip olmalıdır.
***
Gelelim, bir üçüncü kavram olan UFUKLU insan olmaya…
ATATÜRK’ün ifade ettiği, bendenizin de zaman zaman sıkça ortaya koyduğu özlü bir söz vardir:
“Yolunda yürüyen bir yolcunun sadece ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ki, ufkun ötesini de bilmesi ve görmesi lâzımdır.”
Bu özlü sözün içerdiği anlamı idrak edecek düzeyde UFUKLU insanlar olmak ve yetiştirmek zorundayız. Ülkemizin üniter devlet anlayışının savunucuları ve milletimizin her alanda büyümesi ve gelişmesinin taraftarı her insan, bu önemli gerçeği bir an dahi unutmamalı; MUTLAKA, ufkun ötesinde bulunanları da bilmek ve görmek azmi içinde olmalıdır. Herhangi bir insan kendisi ve ailesi ile ilgili olarak en azından çeyrek yüz yıl (25 yıl) sonrasını görebilmelidir.
“25 yıl sonra doğal koşullar içinde, (ölmezsem) aile ortamında, makam ve mevki ortamında nerede olmalıyım?”
“25 yıl sonrasında bir şef, bir müdür, bir genel müdür, bir iş adamı olduğumda beni hangi görevler bekliyor? Bu görevleri daha etkin yürütebilmem açısından şimdiden yapmam gerekenler neler? Hangi konularda, kendimi nasıl yetiştirmeliyim?”
“Kiminle, hangi özellikteki biriyle evlenmeliyim? Evlendiğim zaman kaç çocuğum olmalı ve bu çocuklarıma nasıl bir eğitim vermeliyim, onlara hangi konularda nasıl yardımcı olmalıyım?”
Yukarıdaki soruları çoğaltmak mümkündür. Asıl olan, gelecekle ilgili alternatif senaryolar çizerken akılcı ve bilimsel bir yaklaşım tarzını ön plâna alabilmektir. Ayrıca, sosyal ve insanî ilişkileri de toplumsal menfaatler düzeyinde dikkatli ve mantıklı plânlayabilmektir.
Şüphesiz ki, kurumsal açıdan öngörüye sahip olmak için çeyrek yüzyıl yetersizdir. Herhangi bir kamu kurulusu, hatta genel anlamda Devlet de sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarla ilgili olarak en azından yüzyıllık alternatif plânlar yapabilecek yeteneğe sahip bulunmalıdır.
Bu gerçekler ışığında, gerek kişisel düzeyde gerekse toplumsal düzeyde çok ufuklu yapıya sahip olamadığımız görülmektedir. Lâkin, karamsar ve kötümser olmak yarar getirmez. Bir yerlerden, birileri başlamak ve dalga dalga konunun önemini kavramak ve kavratmak zorundadır. Aksi takdirde varlılığımızın temel sebepleri, gözlerimizin önünde teker teker silinir ve kaybolur gider. O vakit geldiğinde de başkalarını suçlamak, kabahatleri başka birinde bulmak hakkına sahip olamayız.
***
Bir diğer önemli kavram da SAMİMİYET‘tir.
Herhangi bir insan çok bilgili olabilir. Bütün bilgi kaynaklarına ulaşmış bulunabilir. Hatta, sahip olduğu bilgilerini BİLİNCE dönüştürmek suretiyle olaylar, kişiler, faaliyetler ile ilgili değerlendirme ve çözümleme de yapabilir. Bütün bunların ötesinde, UFUKLU yaklaşım tarzını da yer yer gösterebilir. Yöresi ve ülkesi menfaatleri doğrultusunda alternatif senaryolar üretebilir, plânlar yapabilir. Bu senaryo ve plânlar doğrultusunda uygulamalara da yer verebilir. Hatta, bu özelliklere sahip AYDIN insana diğer insanların çoğu itibar da edebilir. Lâkin, o insanda SAMİMİYET özelliği yok ise yine netice alınmaz. İnsanlar, samimiyet ölçüsünü anlamakta zaman zaman hataya düşebilir; bilgili, bilinçli ve ufuklu aydınların yöresine ve ülkesine büyük katkılar yapacağını zannedebilir. Oysa ki, SAMİMİYET’ten yoksun insanlar, hİçbir kayıt ve şartta esas itibariyle yörenin ve ülkenin menfaatlerini ön plâna alamaz. O kişi için her seyden önce kişisel menfaatler gelmektedir. Bu durumda, onunla diyaloga girecek insanlara büyük görev ve sorumluklar düşmektedir. SAMİMİYET konusunda yetersiz görülen insanlarla birlikte olMAmak, insan olmanın bilincine ermiş her insanın başta gelen görevi olmalıdır.
Yine, unutulmamalıdır ki, “Niyet hayır, akıbet hayır” ölçüsü doğrultusunda, toplumlara yön veren AYDIN insanlarda SAMİMİYET derecesi iyice yoklanmalı ve daha sonra yöre ve ülke menfaatleri gereği ilişkiler kurulmalıdır. Doğal olarak, bütün bunların yapılabilmesi için, insanımızın kendini sorgulaması ve yeniden ihya olabilmesi için üzerine düşen görevleri idrak etmesi oldukça elzemdir.
Ahmet KIYMAZ