BEN DİLENCİ DEĞİLİM!
UNESCO tarafından her yıl 23 Nisan’da kutlanan “Dünya Kitap ve Telif Hakları Günü”nün ilk kez Türkiye’de “Bir Gül Bir Kitap” sloganıyla kutlanacağı kampanyasının başlatıldığı haberini gazetelerden okuduğum gün, Kastamonu Eğitim Fakültesinde Öğretim Görevlisi, Hocam Emin Baydil’in “Ben Dilenci Değilim” adlı güzel bir şiir kitabını hediye olarak aldım. Beni mutlu etti. Bu kitap o ay ikinci güzel hediye idi. Diğeri de daha önce Karatekin Gazetesi’nde tanıtmaya çalıştığım Mustafa Kılınçarslan’ın “Güller Yastan Siyah Açtı” isimli şiir kitabıydı. Teşekkürler.
Kendi arşivimde gezerken hocamla ilgili olarak bu yazıyı kaleme almışım. Rastlayınca hem onu hatırladım –Allah Rahmet eylesin- hem de yeniden gündeme getireyim istedim.
Bir şiirinde; “Şiirlerim olmasaydı, neler çekerdi kalbim Tanrı bilir.” diyen Emin Baydil’in bir dörtlüğü ile başlamak istiyorum:
“Beğdili’yim söze geldim
Yana yana köze geldim.
Ölümle göz göze geldim,
Seninkisi naz demişsin.”
Baydil, söze geldiğinden bu yana üç tane şiir kitabı yayınladı. Sağ olsun her üç kitabından da hediye etti. Bu kitaplardan son ikisinde yer alan, ya da yer almayan şiirleri hakkında zaman zaman sohbetlerimiz oldu. En azından ısrar eder şiirlerini okuturdu. Kendisine has bir tonda okur, hatta şiirlerini okurken, çok sakin olduğunu düşünüyorum. Baydil’in şiirlerinden bazılarını ben kendim okuduğumda biraz daha sert okuduğumu hissediyorum. Onun
–eskilerin deyimiyle– çelebi yapısı okumasına da siniyordu.
Baydil’in şair gönlü, hüznü, neşeyi, ayrılıkları, acıları, kavgaları ve kırgınlıkları, gönül yaralarını, toplum içindeki ağır aksak durumları, tabiatı, ölümü, hasreti, memleket sevgisini ve bunlar gibi pek çok konuyu şiirlerinde işlemiştir. Ayrıca taşlamaları ve nüktedanlığını onu tanıyan herkes bilir.
Emin Baydil, uzun yıllar memleketinden uzak kalmıştır. Bu duygu, ancak şöyle bir dörtlükle dile gelebilirdi:
“Menzile az kaldı, hana az kaldı
Şimdi de duvarda isim, söz kaldı,
Eller mi? Kavuştu, mızrap-saz kaldı
Sılaya mektuptur na’şımız bizim.”
Bu bir Türkiye gerçeğidir. Her ne kadar eskiden olduğu gibi, gurbet fikri tanınmış şairlerin pek çoğunda artık işlenmiyorsa da, ancak vefatından sonra memleketine defnedilmeyi unutmayanlar hiç de azınlıkta değil. Bu gerçeği vurgulamadan maada, bir tek “Sılaya mektuptur na’şımız bizim” mısraı ile bu konu ancak bu kadar açık, net, kuvvetli ve özlü hissettirilebilinir veya anlatılabilirdi. Kutlamak gerek.
“Pür Neş’e Yahut Hâzan” isimli şiirinde:
“Bende hüzün
Sizde neş’e var dostlar
Vur patlasın
Çal oynasın
Kahkahalar sarsın beni
Ben değirmen taşıyım,
Bana gülmek zor dostlar.”
diyerek güne serzenişte bulunurken, kaygısızlığı ve vurdumduymazlığı ön plana çıkarıyor gibi gözükse de, aslında toplumun vurdum duymazlığını dile getiriyor. Herkes “vur patlasın çal oynasın” mantığı ve yaşantısı içinde iken, şair kendisinin bu durumlara katılamadığını, ancak katlandığını belirtiyor. O hep zor şartlarda ve kederler içinde yol almıştır. Onun için de:
“Kahkahalar sarsın beni
Ben değirmen taşıyım,
Bana gülmek zor dostlar.”
derken “ha bir eksik, ha bir fazla” gönül değirmeninde hepsini öğüttüğünü, ama yine de kendisinin gülmesinin zor olduğunu dile getiriyor. Bu aynı zamanda bana kalırsa sadece kendisinin gülmesi veya zoraki gülümsemesi değil, toplumdaki problemler, sosyal yaşantıdaki çarpıklıklar ve bu çarpıklıkların kişileşerek şairden şiire yansıması şeklindedir. Ama bunun yanında:
“Öğüttüğün zamandır
Un gibi azar azar
Bu kanunu muhakkak
Bozarsa Allah bozar.”
demekten de kendisini alamıyor.
Baydil’in şiirlerinde zaman mefhumunun da büyük bir yeri ve önemi vardır. “Dur Zaman Dur” isimli şiirinde:
“Dur zaman dur!
Seni tutmak istiyorum.
İtip karanlığı bir yana
Her şeyi mi, her şeyi
Unutmak istiyorum.”
diyor ve “Sabah” isimli şiirinde:
“Bak, yine sabah oldu, güneş doğmak üzere,
O sakin ve o durgun, masmavi gökle yere.
Kucak kucağa sanki, mutluluk vermiş Tanrı’m.
Belki de kuş sesleri, bir musiki rüyası,
Aşka gönül verenin, böyle başlar dünyası.
Hele, bir hoş sabaha, hediye etmiş Tanrım.
Lâle, sümbül, menekşe, güller açılır şimdi,
O, geceyle başlayan, göz yaşlarımız şimdi.
Kullarına sabahı, hediye etmiş Tanrım.”
Evet… Sabah olmuş, güneş doğmak üzeredir. Gökyüzü ve yeryüzü durgun ve sakindir. Ayrıca kucak kucağa olan tabiata da Tanrı mutluluk vermiştir. Mutluluk ve sevgi içindeki insana, yani aşka gönül verenlerin dünyası böyle bir güzellik içinde başlamıştır. Hatta kuş sesleri de bir musiki rüyasını gerçekleştirmiştir. Öte yandan; lâleler, sümbüller, menekşeler ve güller büyük bir sevinçle açarken, sevgi dolu; sabahlara kadar acı içinde, hatta gözyaşları içinde olan insanlara da sabahı Tanrı hediye etmiştir. Çünkü geceyle başlayan ızdıraplar, sabahın ışıklarıyla birlikte bir tarafa atılmaktadır. İnsanın en hüzünlü ve yalnız olduğu, sessizliğin içinde boğulduğu anlar da sabahın dinçliğinde yeniden hayat bulmuş gibi her türlü duygusallığın ve acının sonunun da başladığı saatlerdir.
Yine bu görüşü destekleyen ve bir önceki “Sevgilim” isimli şiirin son kıtasında:
“Sabah oldu yine bak, gün doğmada içime.
Aldı beni cemalin soktu başka biçime.
Sendeki bu hal nedir?” Sorsam kendi kendime.
Haykırır sanki gönlüm söyler ki, aşk aşk diye.”
diyerek zaman konusuna (sabah) yine yer vermiştir. Burda şairin gece ızdırabına sevgilinin de aynı ızdırabı çekerek katlandığı veya karşılık verdiğini görüyoruz. Bunun yanında sabahla bir yeniliğin, yani kişiliğin ve acıların sonu olarak vurgulanması hoştur. Buradan ben, her yeni güne başlayışın, yeni bir umutla çıkıldığını anlıyorum. Baydil’in, güne, hep erken, sabahın ilk ışıklarıyla başladığını düşünüyorum.
“Fatih’i Düşünürken” isimli şiirinde:
“Top sesleri ve gülle,şimşek gibi inerken
Allah Allah diyerek en önde sabah erken
Şehit kanı üstüne Türk bayrağı dikerken
Ulubatlı Hasan’ın vurulduğu surdayım.”
mısraları arasında sıkıştırılan zaman yine sabahtır. Baydil’in şiirlerine sabah, akşam ve gece sinmiş gibidir:
“Geç de sayılmazdı zaman, akşamdı biraz
Hüznü gözyaşlarına anlattım bir bir.”
……………..
“Bu akşam yine gönlüm sanki mahkûm müebbed
Bu akşam yine gönlüm sızlıyor növbet növbet.”
………………
“Bu akşam da dolandım, dünya kazan ben kepçe
Mazide Yemen’de mi, Kafkasya’da mı, nerde?
Kapanan yavaş yavaş, gördüğüm en son perde.”
………………
“Akşamlar girdabımdır, düştüğüm zaman zaman
Akşamlar kaderimdir, akşamlara kızamam.”
diyen şairin sadece zaman içerisinde kısır bir döngüde dönüp durduğunu düşünmek zordur. O dünü ve bugünü yarına açılan bir pencere olarak görür ve bu pencereden herkesin bakmasını da ister. Çoğu nüktelerinde iğneleyici sözlerin yanında ileriye atılan adımların hesapsız, ölçüsüz olduğu zaman insanları nerelere götüreceğinin kestirilemeyeceğini vurgular.
Durmadan çalışırken bu yolda karıncalar
Kimi oturmuş kaval, kimi bilmem ne çalar.
Şu halde ne olacak istikbali öyle mi?
Cehennem kapısında akıbet tokmak çalar.
Belirsizliklerin getirdiği yine belirsizliktir. İşte bu dörtlükte de Baydil’in dile getirdiği bu. Faydasız ve şuursuz olarak çok yoğun çalışılsa bile sonuç kocaman bir sıfırdır.
Eskilerin deyimiyle yine “boşa kürek çekmek” ya da “havanda su dövmek” tir.
Sadık SOFTA
Eğitimci / Halk Bilimci / Şair / Yazar