AHDE VEFA TURAN BİRLİĞİ DERNEĞİ’nin 29 Ekim 2024 Salı akşamı düzenlediği “29 Ekim 1923’ün Tarihsel Anlamı ve Cumhuriyet” konulu bilgilendirme toplantısında ETKİN DÜŞÜNCE AKADEMİSİ Başkanı Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ‘ın “Cumhuriyet, Fazilettir.” konulu konuşma metni aşağıdadır:
CUMHURİYET, FAZİLETTİR!
Değerli Dostlar!
Konuşmamın başında, bu kutlu günde bendenizi davet ederek konuşmama izin veren AHDE VEFA TURAN DERNEĞİ Başkanı Değerli Harun MARAL’a ve Dernek Yönetimi’ne şükranlarımı arz ederim.
Ayrıca, millet yararına yapılmış pek çok hizmetlerden dolayı, milletimiz adına, Ahde Vefa Turan Birliği’nin değerli mensuplarını yürekten tebrik ederim.
***
Değerli Dostlar!
CUMHURİYET, milletin kendi kendini yönettiği, insana değer veren, Türk töresine en uygun yönetim biçimidir. Bütün siyasî yönetim biçimleri; yönetenlerin yüksek nitelikli olmaları durumunda insana ve insanlığa uygun görülebilir / görülmektedir. Zalim, niteliksiz ve şeytan taraftarı yöneticilerin bulunduğu her siyasî yönetim biçimi de insana ve insanlığa zarar vermiştir / vermektedir. Yönetim biçimi “Cumhuriyet” olsa da nice ülkeler; geçmişte olduğu gibi, günümüzde de zalim ve âdil olmayan yöneticilerden dolayı, toplumlarına huzur vermekten uzak kalmış / kalmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk ve O’nun çevresinde kenetlenen bilinçli Türk aydınları; yüzyıllar sonrasını düşünerek yüce Türk Devleti’nin yönetim biçiminin CUMHURİYET olmasına karar vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin mayası, eski Türk medeniyetlerin devamı niteliğinde güçlü bir mayadır. Bin yıllar boyunca oluşturulan ortalama 120 Türk devletinin deneyimleri; zenginlikleri Türkiye Cumhuriyeti’nde bir araya getirilmiş ve güçlendirilmiştir.
MAYA, O ESKİ MAYADIR. Oğuz Kağan, Tonyukuk, Bilge Kağan, Kültigin, Kürşat, Attila, Tuğrul Bey, Çağrı Bey, Alpaslan, Kılıçaslan, Ertuğrul Gâzi, Şeyh Edebali, Ahi Evran, Osman Gâzi, Dursun Fakih, Yunus Emre, Ahmet Yesevî, Timur, Atatürk ve daha binlerce yüksek nitelikli vatan evlatlarından veraset olarak aktarılan maya; TÜRKİYE CUMHURİYETİ‘nde yeniden şekil bulmuştur.
Yüz yıllar, bin yıllar içinde o güçlü mayayı yok etmek isteyenler çok olmuştur. Her türlü desise, sinsi hile ve oyunlara rağmen; o güçlü maya bin yılların içinden özünü bozmadan gelebilmiştir. O GÜÇLÜ MAYA, 21. YÜZ YILDA TEKRAR YÜKSEK DÜZEYDE İHYA OLACAK VE BÜTÜN İNSANLIĞA HİZMET EDECEKTİR. Zerre kadar şüphe duymuyoruz.
***
Değerli Dostlar!
Ulusal ve uluslararası ilişkilerde, devlet ve ülke hayatında, hayatın her aşamasında “olmazsa olmaz” önkoşulların başında iki önemli, temel kavram gelmektedir. Bunlar:
1. Güvenirlik (Güven duyma) 2. Güvenlik (Güvenliği sağlama)
Dünya var olduğundan beri, her coğrafyada, her ülkede ve her toplumda, yukarıdaki her iki kavram da bütün önceliklerin önünde bulunmuştur. EKONOMİNİN GELİŞMESİ, TİCARETİN ARTMASI VE ZENGİNLEŞMESİ, KÜLTÜR VE SANAT FAALİYETLERİNİN YEŞERMESİ, EĞİTİM HİZMETLERİNİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ VB. BÜTÜN İNSANÎ FAALİYETLER, hep bu iki kavram üzerine bina edilmiştir.
Şu tarihî gerçekler, önemlidir:
11. yüzyılın başlarında Anadolu coğrafyası, nüfus yönünden fevkalâde azdı. İstilâlar, kıtlıklar, eşkıya faaliyetleri, bulaşıcı hastalıklar ile Anadolu nüfusu erimişti. Erzurum, Harput, Diyarbakır, Urfa, Sivas, Trabzon, Ankara, Çankırı, Kastamonu gibi kale şehirlerinin dışında yerleşim yerleri hemen hemen yoktu. Dönemin koşullarında insanlar kale şehirlerinde, mağara ve yer altı şehirlerinde güvenliklerini sağlıyorlardı. Kale şehirlerinde yaşayan insanlar, sabah gün ağarmaya başlayınca askerlerin gözetiminde tarlalarına gidiyorlar, tarım ve ziraatla meşgul oluyorlardı. Akşam, gün kararmaya başlayınca da yine askerlerin gözetiminde kale şehirlerine giriyorlar ve kale kapıları kapandıktan sonra kendilerini güvende hissediyorlardı. Güvenliğin olmamasından, insanların güven telkin etmemesinden dolayı yedi kat yeraltı şehirleri yapma ihtiyacı hissedilmişti.
İşte, böyle bir dönemde, korkunun doruk noktada olduğu, insanların birbirine güven telkin etmediği, güvenliğin sağlanamadığı bir dönemde Türkler, ikinci kez Anadolu’ya gelmiştir. Önce, Ani kalesinin alınması, sonra da Malazgirt… Hıristiyan Batı Dünyası, Türklerin Anadolu’da yerleşmesini engellemek için bütün güçlerini seferber etmişti. Lâkin, bütün güçleri bir atımlıktı. Bu da onların aleyhinde oldu. Malazgirt’ten sonra, Türkleri diğer istilâcı kavimlere benzeten Batı Hıristiyan Dünyası yanıldı. Yanılgısı, zamanla yenilgiye dönüştü.
Türkler, istilâcı bir kavim değildi. Anadolu’nun iki temel eksikliğini görmüş ve doğrultuda Anadolu halkıyla yakından münasebet kurmuştu. Her şeyden önce, güvenliği temin etmek isteyen Türkler, Anadolu’nun her köşesine 40 km’de bir kervansaray yapmıştı. Bu kervansaraylarda, o dönemin koşullarında modern dinlenme mekânları, lokantaları ve at barınakları kurmuştu. Anadolu halkı, özgürce seyahat edebilme zevkini yüzyıllardan sonra, tekrar alabilmişti.
Bu kervansaraylar başta olmak üzere, ana ve ara geçit yollarının GÜVENLİĞİ askerler tarafından sağlanmıştı. Türkler, Anadolu’ya 2. kez geldikten sonra, büyük kale kapıları açılmış; Anadolu halkı, kale şehirlerinden çıkarak serbest ticaret ve seyahat yapma özgürlüğüne kavuşmuştu. Alpaslan başta olmak üzere, bütün Selçuklu hükümdarları ve şehirlerdeki atabeyler, valiler ve diğer yöneticiler, ister kendi milletinden, isterse başka milletten olsun bütün insanlara GÜVEN telkin etmişti.
Türkler, güvenliği temin ve güven telkin etmeyi başardıktan sonra kendi kültürünü, sanatını, mimarisini Anadolu’da canlandırdığı gibi, Anadolu’nun eski halkların kültürünün, sanatının ve mimarisinin de dipdiri durmasını sağlamıştır. Hiçbir millette görülmeyecek düzeyde DERİN HOŞGÖRÜ ANLAYIŞI’na sahip bulunan Türklerin bu meziyetinden Türk olandan ziyade Türk olmayanlar azamî düzeyde yararlanmıştır. Bu yararlanış, öncelikle gayri müslimlerin ticarette, ekonomide daha çok güçlenmesi şeklinde kendini göstermiştir. DEVLET GÜÇLÜ, DEVLET ADAMLARI BİLGİLİ, BİLİNÇLİ VE BASİRETLİ OLDUĞU DÖNEMLERDE BU NİTELİK, DEVLETİN VE MİLLETİN ALEYHİNDE OLMAMIŞ; lâkin, devlet mekanizmasının zayıflaması durumunda büyük tehlikeler meydana getirmiştir.
DERİN HOŞGÖRÜ anlayışının yanlış algılanması ve istismar edilmesi; ayrıca, zaman içinde GÜVENLİĞİN yok olması ve ülke aydınlarının GÜVEN TELKİN ETMEMESİ, neticede ülkeyi önce Mondros Mütarekesi’ne, sonra da Sevr Anlaşması’na getirmiştir.
Türk ülkesi; Mavri Mira, İslam Teali, Kürt Teali, İngiliz Muhipleri gibi teşkilatlarla cehenneme döndürülmek istenmişti. Aziz Türk milleti; bir taraftan 7 düvelle, diğer taraftan ülke içindeki HAİNLERLE mücadele ederek Lozan Anlaşması’nın imzalanmasını sağlamıştı. LOZAN’DA, BATI KAYBETTİ. BATI, Türk ve İslâm dünyası üzerine, özellikle 18. yüzyıldan sonra başlatmış olduğu harekâtı, Lozan’da durdurmak zorunda kaldı. Tâ ki, 1938 yılına kadar.
Aziz milletimizin yetiştirdiği büyük askerî ve siyasî dehanın vefatı üzerine, tabir caizse meydanı boş bulan Batı Dünyası, Anadolu coğrafyası başta olmak üzere BALKANLAR-ORTA DOĞU VE KAFKASYA’da istediği şekilde at oynatma yeteneğine tekrar sahip oldu. Rahmetli Atilla İlhan’ın ifade ettiği “Türkiye’de ulusal basın, Türk değildir.” sözünün benzeri, Atatürk’ten sonra ülke yönetiminde söz sahibi siyasîler ve yönlendiricilerin azımsanmayacak bölümü ya kendilerini Türk kabul etmediler ya da olağanüstü basiretsizlik ve gaflet içinde sorunlar karşısında çözüm yolları bulamadılar.
Neticede, siyasî istikrarsızlıklar, ekonomik krizler, her türlü propaganda araçlarıyla millet ve devlet aleyhinde yapılan propagandalar, ülkede sorunların katmerleşmesine neden oldu. Bu sorunların başında, 1000 yıl önce olduğu gibi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de öncelikli olarak iki sorun gelmektedir.
Bunlar:
1. GÜVEN TELKİN EDEMEME / 2. GÜVENLİĞİ SAĞLAYAMAMA
Günümüz ülkesinde yaşayan insanlarımızda, tam 1000 yıl önce Anadolu coğrafyasında yaşayan insanlarda olduğu gibi KORKU yaşanmaktadır. Bir zamanlar insanlar, kale şehirlerine doluşuyor; mağaraların diplerine, yer altı şehirlerine sığınıyorlardı. Şimdilerde ise insanlar, kapılarını çelikten yaptırıyorlar; iki kilit yetmiyor, ayrıca, kapılarını içeriden iki sürgüyle sürgüleme ihtiyacını hissediyorlar ya da müstakil evlerinin altlarına gizli korunaklar yaptırıyorlar. Çünkü, ÜLKEMİZ İNSANI; GÜVEN DUYABİLECEĞİ DÜZEYDE SİYASÎLER, GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYABİLECEĞİ YÖNLENDİRİCİ VE YÖNETİCİLER GÖREMEMEKTEDİR.
***
Değerli Dostlar!
Millî Mücadele döneminde olduğu gibi, günümüzde de Mavri Mira, İslâm Teali, Kürt Teali, İngiliz Muhipleri türünden cemiyet ve siyasî oluşumlar bulunmaktadır. Kuva-yı Milliye, Millî Mücadele dönemindeki bu zararlı oluşumları bertaraf etmesini bilmiştir.
Günümüzün Kuva-yı Milliye savunucuları da, BÖLÜCÜ / YIKICI Türk ve İslam düşmanı cemiyet ve siyasî oluşumlarla bugün de mücadele etmesini bilmek zorundadır. Bu zorundalık, Türk tarihi, Türk töresi ve Türk ecdadından gelmektedir. Aziz ve asil Türk milletinin günümüzdeki evlatları, ecdadından, tarihinden ve töresinden tevarüs yoluyla aldığı bu görevini, en etkin biçimde yerine getirecektir / getirmelidir.
Cumhuriyetimizin Kurucusu Atatürk’ün dediği gibi; “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”
Yapılacak iş bellidir: Yöremiz ve ülkemiz insanının bilgilendirilmesi ve bilinçlendirmesine önem vermek… Bu amaçla; bilimsel toplantılar sıkça yapılmalı; millete hizmet etmeyi ölçü haline getirmiş demokratik sivil toplum örgütleriyle kaynaşmalı ve dayanışmaya daha çok önem verilmelidir. Bu düşünceleri, sadece arzu ve dilek durumunda bırakmadan, işlevsel sonuçlar alabilecek düzeyde faaliyetler yapmak mecburiyeti söz konusudur.
İnanıyoruz ki, ülkemiz insanı; bütünlüğünü bozmadan, kendi aleyhlerinde oluşturulan bütün teşebbüslere mukabil teşebbüslerle karşı gelecektir. Aziz milletimiz, geçmişte çokça örneklerinin görülmesi gibi, günümüz ve gelecekte de BİR VE BERABER OLMAKTAN ZEVK DUYACAK; ülkemizde ve bölgemizde bütün insanlığın menfaatine uygun bir duruş sergileyecektir. Kendisine yakışan da zaten budur.
***
Değerli Dostlar!
CUMHURİYET’İ VE DEĞERLERİNİ KİMLER İSTEMEZ?
- İki doğrudan hangisinin daha doğru olabileceği iradesini gösteremeyen az okumuş veya okumamış zırcahiller.
- Okumuş ve tahsilli olmasına rağmen; burnunun ucunu göremeyen, kendini dev aynasında izleyen, kibir timsali, ayak takımından olanlar.
- Din tüccarları, Müslüman gibi görülen münafıklar.
- Din bilgisi olmayan ve din bilincine ulaşamamış, iyi niyetli olmasına mukabil, aklını kullanma yeteneği olmayan, kandırılmış Müslümanlar.
- Kendini Türk ve Müslüman gibi gösteren, millet tarafından Türk ve Müslüman zannedilen, gerçekte ise Türk ve Müslüman olmayanlar.
- Türk milleti ve onun değerleriyle hesapları olan Türk – İslâm düşmanları.
- Aziz vatan topraklarımız üzerinde emelleri bulunan milletler ve devletlerin misyonerleri, ajanları ve onlar adına çalışan bizden gibi görülen içimizdeki vatan hainleri.
- Günlük yaşayan, kim daha çok para ve makam verirse onun kölesi olan ve ortama göre her an taraf değiştiren bukalemun kişilikliler.
- Hangi koşul ve durumda olursa olsun, sadece şöhret olmak isteyen şarlatanlar.
- Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında, birkaç gün de olsa isimlerinin duyulmasını marifet kabul eden soytarılar.
- Doğrudan veya dolaylı Cumhuriyet düşmanlığı sergileyerek, dünyevî / uhrevî çıkarlar elde etme peşinde olan, milletin değerlerini dikkate almayan kötü niyetliler.
***
CUMHURİYET’İ ve DEĞERLERİNİ KİMLER İSTER?
- En az 12 bin yıllık Türk tarihini, zengin Türk kültürünü okumuş, idrak etmiş aydın beyinlere sahip münevverler.
- 16 büyük Türk devletinin kuruluş, gelişme ve yıkılış safhalarını ibret alacak düzeyde yüksek bilinçle bilen “furkan” özelliğine sahip insanlar.
- Aziz Türk milletinin bilimde, sanatta, mimaride, koruk-vakıf gibi toplumsal kurumlarda oluşturduğu değerleri özümseyen, toplumsal çıkarlarımız için her bir millî değerimizi yaşatan, yaşatma ülküsüne sahip serdengeçtiler.
- Binlerce yıl öncesinden sahip olduğumuz millet olma dinamiklerimizin temel anlayışı “Kengeş” meclislerimizin değerini hatırlayan, hatırlatan beyinler.
- Milletin seçtiği temsilciler aracılığı ile milletin yönetilmesi gerektiğine ihlasla inanan; demokrasiyi amaç değil, araç kabul eden; temel değer olarak insanı merkeze koyan düşünce sahipleri.
- Türk-İslâm düşmanlarının sinsi ve hin faaliyetlerini, tarihî derinlik içinde irdeleyen, araştıran ve milletimizin menfaatine yeni çıkarımlarda bulunan, sorgulayan beyinler.
- Yakın Türk tarihini, özellikle Millî Mücadele dönemindeki çok zor koşulları bilen; her türlü zorluğa rağmen, aziz Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermesini yüksek şuurla idrak edenler.
- Kökeni Kürt, Çerkez, Çeçen, Boşnak, Arnavut, Pomak, Gürcü, Arap, Ermeni, Rum, Yahudi olmasına rağmen; kendini aziz Türk milletinin bir ferdi kabul eden, hisseden ve bununla da şeref duyan her vatan evladı.
***
Bilinmelidir ki, SİYASET yıpranmıştır; SİYASETÇİ güven telkin etmemektedir. Böyle bir ortamda aziz ve asil TÜRK MİLLETİ; 22 Haziran 1919 tarihinde bütün dünyaya ilan ettiği Amasya Genelgesi’nde olduğu gibi, “Milletin istiklâl ve istikbalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” sözünü idrak etmek zorundadır. Bugün, bu sözün geçerli olduğunu, bütün dünyaya bir kere daha ilan etmek zorundadır.
“Özgürlük ve bağımsızlığın korunması ve güçlenmesi amacıyla, Türk düşmanlarıyla mücadele etmede tek YÖNTEM; Türk milletinin birlikte göstereceği azim ve cesareti olmalıdır.”
***
“Cumhuriyet, fazilettir.” diyen Atatürk başta olmak üzere, Millî Mücadele’nin kahramanlarının; milletimize, devletimize, mukaddes değerlerimize hizmet eden tüm vatan evlatlarının ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Parolamız, “Milletin istiklâl ve istikbâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Duamız, dileğimiz ise şudur: “Yeniden bir millî mücadele yapılması gerekliliğine inanan tüm vatan evlatlarının sırtı yere değmesin; feraset, basiret ve ufku şahlansın; ecdadına lâyık evlatlar olduğunu bütün dünyaya haykırsın.”
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞUNUN 101’İNCİ YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN!
Saygı ve sevgilerimi arz ederim.
Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ
(29 Ekim 2024 / Konya)