
DEDEMİN HATIRALARI- DEDEMLE HATIRALARIM
Geçenlerde memleketim olan Iğdır’a gitmiştim. İstanbul’dan ilk kez Iğdır’a gelen arkadaşlarımla şehri gezerken en anlamlı abidemiz olan SOYKIRIM ANITI’NI ziyaret ettik. Toplu mezarların resimlerine bakamıyorduk. Kurşuna dizilen yakılan insanların delik deşik kafatasları ve yanık kumaş parçalarının
izleri vardı! Fotoğraf karelerinde dedemin anlattığı acı gerçekleri bir kez daha yaşadım! Tarihi belgeselleri kaydederken tarihin tekerrür ettiğine yeniden şahit olmuştum. Oyunlar aynı, oyuncular değişik yeni nesillerdi sadece…
***
ERMENİ MESELESİNİN İÇ YÜZÜ
Kaçakaç zamanları, sabun kazanları! Kurtuluş savaşları, Kafkas cephesinde yedi yıl… Rusların güdümünde ermeni mezalimine karşı direnişler…
… Ve Türklerin mert, yiğit ve onurlu davranışı…
Sabun kazanlarından kurtularak Kafkas cephesinde, Kâzım Karabekir’in ordusuna katılır ve tam yedi yıl süren savaşta cepheden cepheye yel gibi koşar, zafer aşkıyla, vatan aşkıyla coşar, Türklük düşüncesinin ruhundaki civanmert dedem… Selam sana saygı sana… Senin hatıralarından bir kısmını gün yüzüne çıkarmak istedim. Senin o bitmez tükenmez hatıralarını, yaşadıklarından birkaç ana başlık.
Süngülerin ucundaki hayat mücadelelerini… Dostlarla paylaşmak istedim. Simurg gibi küllerinden yeniden canlanan bir millet, ancak Türk milletidir. Savaş yılları, kıtlık, yokluk yıllarında, üretken ruhunla, bir Dedekorkut misali hâl çareleri ürettin. Alçak işkencelere karşı onurlu davrandın ve hep güzel örnek oldun dünyaya. Türklerin savaşta bile insanca davranışını bir kez de sen kanıtladın. O güzel vücudunda yüzlerce iz vardı savaştan kalan. Savaş sonrasında yeniden bir sayfa açarak dünyaya, güzel izler bıraktın barış ve
kardeşlik adına… Çöl çorak yerleri emeklerinle cennet bağına çevirdin, yıllarca sebil olan o dostluk bahçesinden nasiplenen şanslılar… Şimdi hâlâ seni rahmetle saygıyla anıyorlar…
İçindeki vatan hasretiyle yanıp tutuşurken, engin sevgilerin kaynağı kalbinin, eşsiz sevgisiyle bizleri büyüttün… Torunlarına kardeşlerinin, hasret kaldığın ailenin adlarıyla isimlendirdin, ablalarımı, kardeşlerimi ki isimleriyle yakın olarak umut tazeledin… Hep bitecek bu komünizm, bizler de yeniden ata yurdumuza kavuşuruz… Oğuzların Kayı boyundan gelen, ceddine, atasına layık olan dedem; şöyle derdi: “Tarihte ilk defa savaş olmadan uyduruk bir Ermenistan haritası oluşturuldu! Fransız, İngiliz ve Rusların ortak oyunlarıyla hedefte Türkler vardı! Sibirya ve daha uzaklara sürgün, yağma, talan ve gasplarla… Türk milletine yapılan zulümler tarihin tozlu sayfalarında kanla, gözyaşıyla yazılmıştır!”
Rusların Doğu Anadolu’yu işgalinden sonra tam 41 sene Rus işgalinde kalan Doğu Anadolu, hatta Doğubeyazıt’ta bulunan İshak paşa Sarayının som altından yapılan kapısı, hâlâ Moskova müzesinde seyircilerini bekliyor, vatanı, sarayı da onu bekler asıl yerinde…
Türklerin evlerini gasp ederek Ermenileri yerleştirmeleri! Direnen Türk aileleri tecavüz, işkence ve şuursuzca gaddar bir şekilde yakıp yıkarak evleri köyleri… İnsanları toplayıp samanlık, cami, ahır (hayvan barınağı) gibi yerlerde kurşuna dizerek gazyağı döküp yakmışlar! Bu gerçek soykırıma Türkler maruz kalırken! Yıllardır hayal ürünü senaryolarla Ermeni soykırımı adı altında temiz Türk tarihini karalamak isteyen soysuzlar, kanı bozuklar! Türkleri suçlu gösteren oyunlar! Sadece dünkü oyunların devamıdır. Dilerim bu nifak tezgâhını kuranların başına dönsün rabbim!
Kazıklara geçirilen bebeler, genç kadınlar, yaşlılar işkencelerle anaların, ninelerin önünde tecavüze uğrayan gececik kızlar gelinler kurşunlara hedef olan savunmasız insanlar ve erkeksiz evler… Zira evlerin genci yaşlısı tümüyle erkekler, savaş meydanlarında iken evlere baskın yapan Rus askerleri ve ermeni uşaklar… Dün de uşaktı bugün de yarında onun bunun güdümünde uşak ruhlu Ermeniler! Ve onlarla ortak çalışan vatan haini Kürtler! Beyinleri yıkanmış işlenmiş, vatana sinsice içten yapılan ihanetler!
Her şeye rağmen yüce Türk ruhuyla Türk’e yaraşır davranışıyla örnek bir insandı dedem… Alçak gönüllü, çocukla çocuk, büyükle büyük, sorunları çözen, çözüm üreten bilge dedem… Seni anlatmaya nereden başlasam bilmem ki onlarca cilt olur kitap olur insanlık tarihine mertliği anlatan. Gâzi dedem.
Uzun uzun uzaklara dalardı gözlerin, nemli bir buğulu bulut geçerdi gözlerinden, o bulutun içinden çıkardı kardeşlerin, ana, ata, elin, oban… Yeşil bahçenin derinliklerinde sanki Erivan’a giderdin. Doğduğun yerlere
Kafkasya’ya… Sesli sesli düşünür, kendi kendine konuşurdun o yılları; ben yanında öyle sessiz, nefessiz, çıt çıkarmadan dinlerdim. O tılsım bozulmasın diye… Nice sonra fark ederdin de beni yanında, “Sen burada mıydın?“ diyerek alıp severdin kucağında… Bir de hepimizin doğum gününde birer ağacımız olurdu, isimlerimiz, o dikilen fidanlara verilirdi. Her yıl yanına bir fidan daha… Derken orman küçüğü bahçemizde sevgi ormanları boy verdi insanlık adına barış adına…
Iğdır, yazın çok sıcak olurdu. Bahçedeki kuyudan sabah akşam su çekerdin bizler minik kaplarda su taşırdık fidanlarımıza… Yarısı kalsa da kaplarda bir oyun gibi zevkli gelirdi o yıllarda… Ağaçlarla konuşurdun, okşardın bir insan gibi şaşardım bazen çocuk ruhumla… Ve mutlaka meyveleri aşılarken, aynı cins olmasına çok dikkat ederdin. Tabiatına aykırı olmasın diye onlarca elma, kayısı, şeftali, ceviz, kiraz aşılardın da yanında öğrenmiştim yarma aşı, kakma aşıları…
Genetiği bozulmasın diye çok dikkat ederdin. Ah dedem şimdi o kadar genetiği bozuk gıdalarla beslendik ki insan olarak genetiğimiz de bozuldu. Yapısı bozuk olan binanın kapısı da bozuk olur.
Hey gidi günler hey şimdi kaç kişi kaldı o çağları yaşatan torunlarına…
Sevgi dilini kullanırdın daima hayata sevgiyle bakar sevgiyle yarışırdın tüm canlılarla… Yeşil bahçede bize güreş tuttururdun hepimiz güreşe başlardık mertlik oyunlarını aşıladın ve koşma yarışı düzenlerdin en uzak yerden alacağımız eşyaları sana getirmek olurdu genellikle… Ne güzel günlerdi, o günler… Şimdi düşünüyorum da; dedeler – neneler huzur evlerinde çocuklar kreşlerde analı babalı yetim! Sevgisiz büyürken sevgi ve bilgisini torunlarına veremeyen düşkünler evinin kırık gönüllüleri içimi acıtır hep. Çok şükür rabbim bana dede ve nene sevgisiyle bir hayat verdin… Bizlere insan olma erdemini, sevgileriyle öğreten büyüklerimiz nurlarda yatın…
O çok büyük bahçemizin içinde, bir yanını askerî gazinoya hibe etmiştin. Asker ruhunu benimsediğin için ordunun, askerliğin kutsal ocak dediğin, peygamber ocağını bizlere aşıladın, amcam askeri veteriner oldu. “Hayvanı anlamak zordur ama hüner ister.” derdin.
Elin açıktı kapıya gelenin müşkülünü mutlak çözerdin. Yok, yoktu senin lügatinde, bağ-bahçe ürün hasat zamanı bütün mahalleye ziyafet çekerdin, ben de taşırdım, tek tek komşulara… Bize insanlık öğreten dedem, nurlarda yat, mekânın cennet olsun.
Bağ- bahçeyi istemeyerek bırakıp gittin. Veteriner Hekim albay amcama giderken dayanamadın hasta oldun nefes darlığı ile yattığın hastanede cephe arkadaşın Mehmet çavuşla buluştun… Savaş hatıralarınızı
anlatırken karşılıklı… “Sen Âkil çavuş musun?” “Sen Mehmet çavuş musun?” sözlerinizle son çağınızda cepheden bir dostla buluşmuştun. Sene 1968, sanırım o zamanlar Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı… Okulda arkadaşlar, “Bak, dedenin resmi çıkmış gazetede” dediklerinde çok duygulanmıştım.
Biz aile olarak o zamanlarda hep Tercüman gazetesi okurduk; ama o gü,n birkaç tane gazete almıştım. Dedemin resmine kavuşmanın heyecanıyla… Ve o sene dedem, Türkiye’deki tüm akrabalarını ziyaret etti. Sanki veda ziyaretiydi…
Isparta’daki yeğenleri, Iğdır’daki yakınlarını ve son olarak Ağrı’da kalan kardeş çocukları, yeğenleri… Derken ramazana üç gün kala hayata veda ettin kardeşinle aynı kabristanı paylaştın Ağrı’da kavuştun… Nurlarda yat mert dedem. Senin yolunda senin izindeyiz. Bizlere kâinat kitabını okumayı öğrettin, bizlere insan okuma kitabını öğrettin bizlere ilkeli yaşamayı öğrettin her şeye rağmen, o yüzdendir ki, gencecik 33 yaşında adını özenerek koyduğun kardeşim Mehmet Turgut şehit oldu. Hakkı savunduğu için vatan için bayraklaştı, bayrak şehidi oldu.
O da sana yakın…
Ağrı’daydı, pusuya düşürdüler. Yusuf misali… Zindanlar ve nice işkencelerde hep sabrettiler. Yezit misali hainlerin tuzağı! Üç gün sonra elleri arkasından bağlı ensesinden şehit ettiler bir ezan vakti! Fecrin karanlığında karanlık ellerde meş’ale oldu Türklük aşkıyla yanan gönüllerde… Vatan aşkını ateşledi…
Hepinize tüm şehitlerimize selam ve saygı ile…
Güzel günlere barış çiçekleriyle dostluk ormanlarıyla dostça el ele…
Ömür, bir gündür o da bu gündür. Haydi, uyan Türkiye! Gün, birlik günüdür.
Gün uyanma günüdür. Şehitler aşkına uyan, uyandır, uyanalım! Silkinip bu gafletten davranalım. Bu oyunlar, dünün devamı sadece isimler ve zaman dilimi değişmiş! Bugünkü sivil toplum örgütlerini iyi düşün!
TÜRKLÜK AŞKIYLA HAYDİ TÜRKİYE; UYAN, KALK AYAĞA!
01.04.2025
Nihayet AĞÇAY
Şair / Yazar


