GENÇLER OLARAK ATAMIZIN İZİNDEYİZ!
GENÇ TÜRK CUMHURİYETİ, TÜRK GENÇLERİNİN HİMAYESİNDE!
Cumhuriyet bir milletin ruh köklerinden filizlenmiş irade beyanıdır. Türk Milleti’nin, kendi kaderine tarihi boyunca hâkim olma kararlılığının vücut bulmuş hâlidir. 1919’da Samsun’da yakılan kıvılcım, işgalden kurtuluşun değil, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir yeniden doğuşun habercisiydi. O kıvılcım ile yanan meşale, bugün dahi Türk gençliğinin vicdanında yanmaya devam eden Cumhuriyet’in özü özgürlük ateşinin kendisidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir enkazın içinden yükselmişti. Osmanlı’nın son döneminde ekonomik çöküntü, kültürel gerileme, emperyal tahakküm ve cehaletin karanlığına mahkûm edilmiş bir milletin içinden, aklın, bilimin ve onurun rehberliğinde yepyeni bir umut ufuktan doğdu. Atatürk’ün “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” / “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü, bu milletin bin yıllık kaderini değiştiren bir dönüm noktasıydı. Çünkü artık saltanatın değil, halkın iradesi hüküm sürecekti.
Cumhuriyet’in kuruluş ayarları; akıl, bilim, adalet ve üretim esaslarına dayanır.
Zafer Toprak’ın ifadesiyle, bu sadece bir siyasal rejim değişimi değil, toplumsal bir devrimdir. Halkın yeniden özne hâline geldiği, kuldan yurttaşa evrildiği bir büyük bilinç sıçramasıdır. Atatürk, milletin kurtuluşunu bir avuç elitin değil, kolektif aklın başarısında görmüştü. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” derken, aslında Cumhuriyet’i kendi şahsından koparıp millete emanet ediyordu.
Bu emanet, yalnızca bir devlet biçimi değil, bir ahlâk nizamı, bir kültür sistemi, bir vicdan hareketidir. Arslan Bulut’un deyişiyle, “Cumhuriyet, Türk milletinin millî karakterinin siyasal ifadesidir.” Bu ifade, ne bir Batı taklididir ne de rastgele bir modernleşme arayışıdır.
Bu, kendi köklerinden doğan, kadim Türk töresinin adalet anlayışıyla yoğrulmuş Anadolu Aydınlanmasıdır.
Cumhuriyet’in ilk yılları bir mucizenin adıdır. Cehaletle savaş, üretim seferberliği, sanayi atılımları, kadın haklarında devrim, eğitimde fırsat eşitliği… Köy Enstitüleri, Halkevleri, Dil ve Tarih Kurumları…Hepsi, Türk milletinin kendi gücüyle yeniden ayağa kalkabileceğini kanıtladı.
Bununla birlikte, Atilla İlhan’ın söylediği gibi: “Cumhuriyet devrimleri birer inkılap değil, birer kültür hamlesidir. Bu hamlelerin kesintiye uğraması, yalnızca rejimin değil, zihniyetin çöküşüne yol açar.” Gerçekten de öyle oldu.
1946’dan itibaren yönümüzü Batı’ya çevirdiğimizde, fikrî bağımsızlığımız yara aldı.
Cihan Dura’nın uyardığı gibi, “ekonomik bağımlılık, zihinsel esareti doğurdu.”
Banu Avar’ın yıllardır altını çizdiği üzere, “Cumhuriyet’in temellerine kimliksizleştirme, inanç istismarı ve emperyal fonlarla sızma politikaları” uygulanmaya başlandı.
Atatürk’ün “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözü, hükümetlerin emperyal güçlere teslimiyetçi tavrı yüzünden uygulamalarında göz ardı edilirken, topluma yansıması millî ekonomi ve millî eğitim fikri yerini tüketim toplumuna bırakması oldu.
Cumhuriyet’in ilk yüzyılı, düşmanın oyunları ile temellerinin bolca sınandığı bir yüzyıl oldu: Bir yanda, Atatürk’ün akıl ve bilim esaslı aydınlanma projesi;
Diğer yanda, taklitçi, teslimiyetçi ve rantçı zihniyetlerin gölgesi…
Fakat bütün bu kuşatmalara rağmen Cumhuriyet dimdik ayakta kaldı. Çünkü onu kuran irade, yalnızca bir siyasal liderin değil, bir milletin vicdanının ve özünün eseriydi.
Bugün Cumhuriyet’in yeni yılına girerken, ne yazık ki değerleri her zamankinden fazla sınanıyor. Tüm ilkeleri ile birlikte, Laiklik ilkesine de saldırılar artmış, adalet ve liyakat yerini neoliberal kapitalist sisteme ve kişisel menfaatlerin korunmasına bırakmış, kamu vicdanı tahrip edilmiştir, ekonomik buhran ile beli bükülmüştür.
Cumhuriyetimize yönelik saldırılara içerden ve dışardan teşebbüs eden hainler olmuştur ve olacaktır ancak Cumhuriyet’i var eden ruh, hâlâ milletin damarlarında hala dolaşmaktadır.
Ancak bilmeliyiz ki; Atatürk’ün “en büyük savaş cehalete karşı olandır” sözü, bugün bir kez daha büyük anlam kazanmıştır. Bugün Cumhuriyet, bir toplumsal bir hukuk metni değil; bir tam bağımsız olma bilincinin temelidir.Yoksul ama onurlu bir halkın, yeniden kendi kaderini eline alabileceğine olan sonsuz inancıdır.
O günden bugüne fikrine ve eserlerine dünya çapında derin saygı duyan, düşmana bile daima diz çöktüren Türk ideolojisinin vücut bulmuş hali Kemalizm ile “Mustafa Kemal’i görmek, naçizane beşeri boyutta fiilen görmek değildir.
Onu görmek, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir neslin inşası için onun ışığında aydınlanmaktır.”
İşte nihayet o ışık, bunca karanlık emellere karşı bugün yeniden gençlerin ellerinde zihinleri aydınlatmakta ve yüreklerindeki devrim ateşi yanmaktadır. Çünkü Cumhuriyet, yaşlı bir kurum değil; köklerini tarihinden alan yeni, genç bir idealdir. Her kuşakta yeniden doğar, yeniden anlam kazanır. Ve her doğuşun ardında, öncesinde var olan ve son olarak 1919’da ortaya çıkan diriliş ruhu yatar.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı, artık yalnızca korunması değil, çürüyen, yıpranan duvarlarını yeniden inşa edilmesi gereken bir dönemi işaret ediyor. Bunun da yegâne güvencesi, Türk gençliğidir. Atatürk, Cumhuriyet’i bir nesle değil, bir fikre emanet etti. O fikir, “Gençliğe Hitabe”de açıkça yazılıdır: “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir!”
Bu hitap, bir tarih belgesi değil, sonsuz bir sorumluluk beyannamesidir.
Bugün bu sorumluluğu taşıyanlar, ne saraylarda ne kürsülerde;
Kütüphanelerde, üniversite sıralarında, üretim tezgâhlarında, Anadolu’nun her köşesinde adanmış gençlerdir.
Atilla İlhan’ın bahsettiği “İkinci Kuvayı Milliye” işte bu gençlerin kalbinde filizlenmektedir.
Arslan Bulut’un vurguladığı “fikrî direniş” hattı, artık düşüncede, bilimde, sanatta, üretimde kendini göstermektedir. Bu, ne romantik bir idealdir ne de nostaljik bir özlem.
Bu, “fikri hür, vicdanı hür” gençlerin kendi geleceğine sahip çıkma iradesidir. Artık Cumhuriyet’in genç muhafızları, dogmaların değil, bilimin; biatın değil, liyakatin; tüketimin değil, üretimin tarafındadır.
Onlar için vatanperverlik, slogan değil ahlakî bir yükümlülüktür.
Çünkü bilirler ki: “Vatanını en çok seven, onun için en çok çalışandır.”
Cumhuriyet, yalnızca siyasal bir sistem değil, bir kültürel varoluş biçimidir.
Türk töresinin özündeki adalet anlayışını, insani ve vicdani merhamet ilkesini ve çağdaş uygarlığın bilimsel aklını birleştiren bir medeniyet sentezidir. Bu sentez, uygulandığı her dönemde Türkiye’yi Batı’nın kopyası değil, Doğu’nun öncüsü hâline getirmiştir.
Zafer Toprak’ın deyimiyle, Cumhuriyet “modernleşmeyi Batılılaşma sananlara karşı, kendi kimliğini koruyarak ilerlemenin” adıdır. Cumhuriyet, başkalarının çizdiği sınırları değil, kendi ufkunu aşmanın ifadesidir. Bugün bu ufku yeniden görüyoruz…Çünkü Cumhuriyet, yalnızca bir anma değil, her yıl yeniden bir doğuştur.
Unutmamak gerekir ki; Banu Avar’ın sıkça vurguladığı gibi, “ulus-devlet” fikrine yöneltilen her saldırı, aslında milletin bağımsızlık damarını hedef alır. Bugün küreselleşme, kimliksizleştirme ve zihinsel teslimiyet politikalarına karşı, Cumhuriyet bilinci, bir savunma hattı değil, bir varoluş hattıdır. Ve bu hattı koruyacak olanlar, kesinlikle “Genç Cumhuriyet’in himayesinde” yetişen gençlerdir.
Bugün, her türlü siyasi etiketin ötesinde, bizi birleştiren tek bir kelime vardır: VATAN.
Mevzu bahis vatansa, gerisi teferruattır. Bu ilke, Cumhuriyet’in omurgasıdır. Çünkü Cumhuriyet, “ben” değil “biz” demenin adıdır. Bizi biz yapan; aynı toprağı, aynı kaderi, aynı ideali paylaşmamızdır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti, bir ideolojik kutbun değil, ortak bir bilinç coğrafyasının adıdır. Sağıyla, soluyla, inananıyla, düşüneniyle… Bu vatanı seven herkes Cumhuriyet’in neferidir.
Vatanperverliğin sağı solu, kutuplaşmış mahallesi, olmaz; çünkü bağımsızlık, ideolojilerin değil milletlerin hakkıdır.
Ve bizler biliyoruz ki: Nice “son” umutsuzluk denilen anlarda, Türk milleti küllerinden yeniden doğmuştur. Bu millet, tarihi boyunca ne zaman köşeye sıkıştırılsa, o an en büyük dirilişini yaşamıştır. Bugün de yine öyle olacaktır. Çünkü Cumhuriyet, Türk’ün karakterine en uygun rejimdir. Adalet, hakkaniyet ve erdem üzerine kuruludur. Kuvvetini ordusundan değil, milletin vicdanından alır. Adalet tesis edildiği sürece milletimizin de yüzü yine gülecektir.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, göreceksiniz ki; karşımıza çıkan her zorluk, aslında bizi köklerimize daha sıkı bağlamaktadır. Çünkü biz biliyoruz: Cumhuriyet yıpratılabilir, ama yok edilemez.
İçinde öyle bir fikir vardır ki “özgür irade”, “bilimsel akıl” ve “vatan sevgisi” gibi bu fikirleri barındıran hiçbir fikir sistemini hiçbir karanlık söndüremez. Evet! Biz, Genç Cumhuriyet’iz. Biz, Mustafa Kemal’in gençliğe armağan ettiği iradenin bugünkü sahipleriyiz. Biz, 1919’un kararlılığını 2025’in bilinciyle taşıyan adanmışlarız. Biz, fikirde özgür, vicdanda temiz, eylemde cesur bir nesiliz. Ve biz biliyoruz ki, Cumhuriyet ancak biz yaşatırsak yaşayacak. Cumhuriyet ancak biz ilerletirsek ilerleyecek.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözüyle bizlere emanet ettiği bu büyük miras, bugün de genç zihinlerde, yurtsever yüreklerde, alın teriyle, emeğiyle, bilimiyle üreten her yurttaşta yaşamaktadır.
Ve biz, Türk gençliği olarak bizlere emanet edilen Cumhuriyet himayemizdedir!
Bu sebeple diyoruz ki: Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın İlelebet!
27.10.2025
Güneş Altuner
