SURİYE’NİN DOĞU AKDENİZ MESELESİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
Güçlü Türkiye idealinin temel unsurlarını oluşturan sınır ve komşu ilişkilerinde izleyeceği tutum ve davranışlarla üreteceği plan ve projelerin geliştirilmesi açısından, son derece önemli günlerden geçiyoruz.
Atılması gereken adımların bilinçli ve kararlı olarak atılmaması sebebiyle yaşanan pek çok problem ile karşı karşıya kaldığımız bu günlerde doğru bir şekilde olayları yorumlayarak yeni ve etkin stratejiler geliştirmek zorundayız.
Suriye ve Doğu Akdeniz meselelerinde yakın tarihte gelişen olayları özetle inceleyelim.
Yakın tarihte Doğu Akdeniz’de gerçekleşen önemli bir gelişme olarak tarihi kayda geçen Türkiye Libya arasında imzalanan ve uluslararası hukuki geçerliliği bulunan “Deniz Yetki Alanları” anlaşması yapıldı. Bu sayede Türkiye, Yunanistan’ın bölgede yürütmemeye çalıştığı projeyi ret ederek 2017 yılında sondaj çalışmalarına başladı. Bu gelişme parsellenmiş haklarının korunması açısından Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Libya açısından son derece önemliydi.
Ancak 2020 yılında ekonomik kriz sebebiyle, Türkiye’nin ara vermesi ve çekilmesi için yapılan girişimler sonucu Yunanistan, bölgedeki faaliyetlerini arttırmak amacıyla, Avrupa Birliğini de koz olarak kullanarak bu sayede Doğu Akdeniz politikasına İsrail, Mısır’ın da dâhil etmeye çalışarak, bölgedeki etkinliğini arttırmayı planladı.
Bu plan dâhilinde Yunanistan ile Mısır arasında henüz meşrulaşmamış bir anlaşma sağlandı. Mısır meclisinde onaylanmamış, hükümet tarafından askıda bekletilen bu anlaşma ile Türkiye Libya arasındaki anlaşmanın resmi olarak onaylı olması sebebiyle bizlere sahada üstünlük sağladı. Bugün itibariyle işte tam da bu noktada bu üstünlüğün pekiştirilmesi gerekiyor.
Bu sebeple Doğu Akdeniz’e kıyısı olan bir Suriye’yi kazanmış olmak çok önemli. Çünkü İsrail ile Lübnan arasındaki ilişkiler sebebiyle parsellenmiş bölgede tarih boyu süregelen bir anlaşmazlık söz konusu.
Bir bakıma Türkiye – Libya, Yunanistan – Mısır, İsrail – Lübnan ilişkilerinin merkezinde Doğu Akdeniz’de bulanan 1,7 milyar varillik petrol ve 3,45 trilyon metreküp doğal gaz kaynaklarının sağlayacağı, bölgesel ve küresel ekonomik güç bulunmaktadır.
Bu kaynaktan payını almak adına yaşanan anlaşmazlıklar ve güç savaşları 100 yıl öncesinde Musul ve Kerkük üzerindeki petrol kaynakları sebebiyle de mevcuttu. O zamanlar Misakı Milli sınırlarımız içerisinde olmasına rağmen Türkiye kendi sınırlarına katamasa da 1970 yılına kadar hakkını almış olsa da bugün ABD bölgedeki tüm payı alarak bölge halkının haklarını gasp etti.
Bugün de Suriye’nin Doğu Akdeniz’deki kıyı sınırı hakları da yakın tarihte yaşanan iç savaşında varoluş mücadelesi sebebiyle tehlike altındadır. Tarihi, fiziki ve demagojik yapısı ile son derece stratejik önemi bulunan Suriye’nin toprak bütünlüğü ve tam bağımsızlığı Türkiye için göz ardı edilemeyecek bir meseledir. Bizim bu konuya bakış açımız bu yöndedir.
Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz çıkar işbirliği bizi bertaraf etmeye yöneliktir. Mısır ile yapılan anlaşmada bunun göstergesidir. Türkiye ile Suriye arasında yapılan anlaşmalar Mısır’ın kararını da bizim açımızdan olumlu yönde etkileyecektir.
Diğer yandan tüm bu olası muhtemel olumlu gelişmeler terör örgütü PYD ile baskılandırılmaya çalışılmaktadır. Suriye sınırı boyunca açılan koridorda sınır güvenliğimizi tehdit ederek etkinliğini azaltmak istemelerini de bu yüzdendir.
Suriye – Lübnan – Libya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve sonrasında Mısır ile yapılacak hukuki düzeyde geçerli Deniz Yetki Anlaşmaları ile Yunanistan, İsrail ve Avrupa Birliği Ülkelerinin siyasi ve ekonomik hamlelerine karşılık anlaşma sağlanan ülkeler ile birlikte bir istikrarlı bir birlik sağlanırsa haklarımızı ve varlıklarımızı koruyabiliriz. Hatta Türkiye yararına gelişmelerden hakkımız olan ve 2004 yılından itibaren işgal altında bulunan 144 adamızın teslimi meşru olarak sağlanabilecektir.
Yapılacak münhasır ekonomik bölge işbirlikleri ile yaşadığımız coğrafya üzerinde ortak ve yüksek menfaatlerimiz doğrultusunda komşularımız ile birlikte Doğu Akdeniz boyunca ve kara sınırları da dâhil olmak üzere Afrika’ya kadar uzanan bir hatta gücümüzü koruyabiliriz.
Şunu da belirtmek gerekir ki Doğu Akdeniz’de yalnızca petrol ve gaz zenginlikleri sebebiyle politikalar üretilmemektedir. Filistin meselesi ile İsrail politikalarını destekleyen ABD de büyük Ortadoğu projesinin yürütülmesini arzu etmektedir.
Bu sebeple Türkiye İsrail ve Filistin ilişkileri son derece titiz yürütülmesi gereken bir meseledir. Bizim genel olarak stratejimiz meşru ve doğal yollarla hakkımız olan kaynaklarımızın, coğrafi ve tarihi yönden ortak kaderi paylaştığımız ülkeler ile birlikte korunması ve kullanılması yönündedir.
2010 yılında Suriye ile yapılan onlarca anlaşmaların pek çoğu bu amaca yönelik hizmet etmekteydi ancak istikrarlı ve kararlı, atılımlara yönelik cesur adımlar atılamadı ve bunu fırsata çeviren güç odaklarının bir yıl içerisinde tüm bu planları provoke ederek Suriye’de bir iç karışıklığın ortaya çıkmasını sağladılar. O dönemde siyasi nedenlerle Suriye’nin yanında olamadığımız için bugün bizim de dâhil olmak üzere üzerinde yaşadığımız tüm komşularımızın da istikbali tehdit altındadır.
Suriye’nin tam bağımsızlığının ve ekonomik istikrarının Türkiye açısından bir başka önemi de bir sonraki yüz yılda Güneyde Doğuda ve Batıda ekonomik ve siyasi istikrarın merkezi konumunda olan Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemini koruyarak Türk Dünyasına açılmasını ve sonrasında Avrupa Birliğinde söz sahibi olmasının yolunu açacak olmasıdır.
Çünkü Azerbaycan Sovyet sosyal devlet geleneğini Suriye de benimsemiştir ve bu sayede bizden daha kuvvetli ilişkiler kurmuştur. Suriye ile Azerbaycan ilişkileri 2010 yılında 1 milyar dolarlık yıllık 2014 yılında 3 milyar dolar arasında imzalanan anlaşmalar ile yakınlaşma sağlamıştır. Bu yakınlık bölgesel ekonomik birlik kurulması açısından son derece önemlidir.
Türkiye ve Suriye ilişkilerin normalleşme yönünde pozitif olarak ilerlemesi Suriye’nin gerçek ve tam bağımsızlığı yine Suriye’nin Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yürüteceği her alandaki işbirliğine bağlıdır. Karşılıklı atılacak adımlarla siyasi ve sosyal diplomatik adımlarla çözüm elbette mümkün.
Tarihimizde olduğu gibi bugün de bize dost görünen düşman, düşman görünen dost olabilir ancak aynı coğrafya üzerinde yaşayan devletlerin birbirleri ile muhakkak suretle siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkiler içerisinde olması kaçınılmazdır.
Devletlerarası yürütülen sürdürülebilir politikalar tarih boyunca hükümetlerin ve yöneticilerinin izlediği yanlış politikalar, gafletler ve menfaat çıkarları sebebiyle zarara uğramış halkları diğer güç odakları tarafından zulme uğramıştır.
Yaşanılanlar başta Suriye olmak üzere burada konusuna değinmediğimiz eş zamanlı gelişen zincirleme reaksiyonlarla büyük oyunun Afganistan ayağından da ülkemize göç eden milyonlarca mültecinin göç dalgası bölgeyi ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan her türlü suiistimale açık bir konuma taşımaktadır.
Dünya üzerinde kurulu kutuplaşmalar bugünkü şartlarda Rusya, Çin, Avrupa Birliğinin bazı ülkeleri ile birlikte İngiltere ve Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Doğu Bloğunu ABD ve İsrail’e karşı Yunanistan kısmen Fransa ve İtalya’nın işbirlikleri gibi görünse de bundan önceki dönemde olduğu gibi stratejiler konjonktüre göre değişebilir.
Her duruma hazırlıklı olmak amacıyla ekonomik siyasi ve kültürel alanda geliştirilecek birliklerin kurulması, karşılıklı menfaatlerimizin korunması ve haklarımızın savunulması başlıca stratejilerimiz arasında yer almalıdır.
Dünyaca bilinen belirli güç odaklarının her yüzyıl olduğu gibi bölgesel kaynakların kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılması politikalarıyla bugün de oynanan büyük ve alçakça oynan oyun ile Doğu Akdeniz – Ortadoğu ve Asya politikaları ilerlemektedir.
Meseleye bu açıdan bakıldığında göç ve göçmen sorunları ile toplumların demografik kültürel bağlarını koparmaya yok etmeye yönelik çalışmaların sebep olacağı sonuçları açıkça görebilirsiniz.
Hedeflenen tek devlet, tek model ve tek güç olarak kendilerini ortaya koyacakları sistemle kendi hükümlerini sürerek güçlerinin korumak ve geliştirmek hedefindedir.
Özellikle Türkiye ile Suriye arasında yapılan ve yapılacak çeşitli anlaşmalardan başlıca Gümrük Birliği, Deniz Yetki Alanları ve Adana anlaşmalarının yeniden düzenlenmesi ile Türkiye’deki ve sınırlardaki mülteciler ülkelerine geri gönderilebilecek duruma gelecektir.
Savaş olmadan, iç çatışma ya da herhangi bir deformasyon yaşamadan demokratik, hukuk düzleminde meşru yollarla sivil diplomasi hareketleriyle göç ve göçmen sorununu çözebiliriz. Yeter ki istikrarlı, kararlı ve cesur adımlar atabilelim. Bu adımların atılabilmesi için, içte bulunan siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması şart olmakla birlikte önceliğimiz devlet politikalarımızı yeniden inşa ederek ehil kişilerce donanımlı bir dış politika stratejileri üretmektir.
Bu süreçleri zamanında görebilmek ve etkin bir şekilde çözümleyebilmek, bulunduğumuz coğrafi konum itibariyle sürdürebilirlik dediğimiz noktada istikbalimizi ve bekamızı koruyabilmemiz açısından son derece önemlidir.
Güneş Altuner
Kaynak :
Deniz Bustani – Araştırmacı Gazeteci Yazar
Etkin Düşünce Akademisi Üyesi