HÜSEYİN NİHÂL ATSIZ’A GÖRE, TÜRK GENÇLİĞİ…
Hüseyin Nihal Atsız’a Göre, Türk Gençliği Nasıl Olmalı?
Hüseyin Nihal Atsız, Türk milliyetçiliğinin en sert ve ateşli seslerinden biri olarak, gençliğe dair fikirlerini şiirlerinde, mektuplarında ve yazılarında adeta bir kılıç gibi keskin bir dille ortaya koymuştur. O, Türk gençliğini bir “tunç heykel” gibi ebedî, fedakâr ve savaşçı bir varlık olarak görür. Atsız’ın kaleminden dökülen satırlar, bireysel zevklerden arınmış, milletin mefkûresi uğruna her şeyi göze alan bir neslin manifestosudur. Bu yazımızda, Atsız’ın kendi ağzından alıntılarla zenginleştirerek, onun ideal Türk gençliğinin niteliklerini ele alacağız: fedakârlık, savaşçılık, soyluluk ve mefkûreye bağlılık.
- Fedakârlık ve Ebediyet: Birey Değil, Millet Malı Olmak
Atsız’a göre, Türk genci öncelikle kendini silmek zorundadır. O, bireysel bir varlık değil, yurdun tunçtan bir parçasıdır. Kişisel ihtiraslar, haset veya zayıflıklar gönlünde yer bulmamalıdır. Atsız, “Bütün Türk Gençliğine” şiirinde bunu şöyle haykırır:
“Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.”
Bu dizeler, gencin etten kemikten bir beden değil, milletin sonsuz bir simgesi olduğunu vurgular. Iztırap çekse de inlememeli, yoldaşı ölse de tek başına yoluna devam etmeli. Atsız, başka bir yerinde der ki: “Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta vatan için ölmeye hazır genç lâzımdır.”
Türk genci, bu yüzden kişisel mutluluğu değil, milletin bekâsını önceler. Aşk, eğlence veya konfor, onun için birer tuzaktır. O, “Kızıl Elma” uğruna –ki bu, Türklerin ebedî fetih ve yükseliş idealini simgeler– her şeyi feda eder. - Savaşçılık ve Mücadele: Kayalarla Güreşmek
Atsız’ın gençlik tasavvuru, barışçı bir idealizmden uzaktır; o, kan ve demir kokan bir savaşçıdır. Türk genci, dağlarda kayalarla güreşir, ovada fırtınalarla boğuşur. Şiirinde bu ruhu şöyle betimler:
“Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var savaşmak!…
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.”
Hayat, ona göre bir arena; güneşle, ay ile yoldaştır. Ölüm, bir son değil, bahtiyarlıktır. “Yüz paralık kurşunla gider ‘HAYAT’ dediğin; / ‘Tanrı yolu’ uzaktır; erken kalk sıkı giyin. / Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin / Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.” diye devam eder Atsız.
Bu, pasif bir nesil değil, aktif bir ordu demektir. Atsız, Çanakkale ve Sakarya gibi zaferleri hatırlatarak, gencin sırrını buralarda aramasını söyler: “Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara / ‘Çanakkale’ ufkunda, ‘Sakarya’ toprağında.” Siyasetin yalanlarından, muhabbetten uzak durmalı; mertlik ve kılıç, onun pusulası olmalı. Savaş… Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın, / Ne sevgili yanında, ne baba ocağında…” - Soyluluk ve Ahlâk: Cehaletten, Riyadan Arınmışlık
Atsız, Türk gencinin temelinde cehalet, duvarlarında riya (ikiyüzlülük), tavanlarında dalkavukluk olmamalı der. O, soylu bir ırkın evlâdı olarak, ahlakını soyundan alır. “Ahlâkın meydana gelmesinde en önemli sebep soydur.” der.
Genç, namert ellere karşı dimdik durmalı; kahpe hınçlara, kadınca vuruşlara aldırmamalı. Atsız şiirinde: “Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca; / Namert bir el arkandan seni vurur kadınca; / Bir gün sabrın tükenir… Silahını kapınca / Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına…” diye seslenir.
Bu soyluluk, vicdanını Paris’e veya Moskova’ya satmamakla ölçülür. Atsız, komünizm ve batı liberalliğine karşı amansız bir düşmandır; genci, “Tanrı Dağı”nda ruhen buluşmaya çağırır: “Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar? / Ruhlarımız buluşur elbet ‘Tanrı Dağı’nda…” - Mefkûre ve Yorgunluk: Sonsuz Yolda Yıpranmak
Son olarak, Atsız’ın Türk genci, mefkûresiz bir kabuktur. “Ülküsüz millet, şuursuz insan gibidir.” der Atsız. Gönlünde sadece bu ideal olmalı; yorgunluk, serin bir su başında dinlenmekle giderilir, ama yol bitmez. Şiirinin sonlarında: “Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin, / Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da, / Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın, / Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.”
Heyecanla bitirir: “Hey arkadaş!… Bu yolda ben de coşkun bir selim, / Beraberiz seninle, işte elinde elim. / Seninle bu hayatın gel beraber gülelim, / Ölümüne, gamına, tipisine, karına…”
Atsız’ın Çağrısı, Hâlâ Yankılanıyor.
Hüseyin Nihal Atsız’a göre Türk gençliği, bireysel değil, kolektif bir destandır. O, tunçtan heykellerden, dağlarda ölen savaşçılardan oluşan bir ordu ister. Bugün, onun dizeleriyle yüzleşmek, gencin aynasıdır: Dans eden değil, kılıç çeken; âşık olan değil, mefkûreye âşık olan.
Atsız’ın sözleriyle: “Biz, Türk Gençliği istiyoruz!” Bu ideal, Adalar Denizi’nden Altaylar’a kadar uzanır ve hâlâ, “Kızıl Elma”ya doğru at koşturur. Türk genci, bu çağrıya kulak verirse, ebedî kalır.
Ey Türk gençliği! “Birinci vazifen” diye başlayıp…
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” diye biten Gençliğe Hitabe‘yi oku, oku, oku…
02 Ekim 2025
M. Hüseyin OĞUZ

