HÜSEYİN NİHÂL ATSIZ’A GÖRE, TÜRK KIZLARI NASIL OLMALI?
Türk Kadını: Bir Bozkurt Ana ve Kızının Özü
Ey Türk evlatları, ey yarınların Türk anaları ve babaları!
Ben Hüseyin Nihâl Atsız, ömrüm boyunca Türk ruhunu, Türk töresini, Türk kanını damarlarımda hissettim. Yazdığım romanlarda, makalelerde, şiirlerde hep bunu haykırdım: Türk milleti, kadınıyla erkeğiyle bir bütündür. Kadın, erkeğin gücü, erkeğin ilhamı, milletin geleceğidir. Bugün size, Türk kadınının nasıl olması gerektiğini, kendi kelimelerimle anlatayım.
Bu, bir çağrı, bir tövbe, bir yemin olsun. Tarihimizdeki Banu Çiçek’lerden, Tomris Kraliçe’lerden ilham alarak, yarının Türk kızlarını şekillendirelim.
Her şeyden önce, Türk kızları yarının Türk anaları oldukları düşünülerek yetiştirilmelidir. Dünyadaki muhtelif milletler arasında Türkler, kadına gerçek değerini veren belli başlı milletlerden biridir. Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar, İranlılar ve Hintliler kadını kötü bir yaratık sayıyor ve ona esir muamelesi yapıyorlardı. Türklerde ise saygı görüyor, fakat hiçbir zaman da her işte erkekle eşit tutulmuyordu. Zaten fizyolojik ayrılıklar erkekle kadının tamamen müsavi olmasına engeldir. Bugün memlekette kadına karşı yanlış bir hava esiyor: Ya onun hukuku hiç tanınmıyor yahut da feminizm teranesi altında ona fevkalâde itibar ediliyor, âdeta imtiyazlı bir sınıf muamelesi gösteriliyor. Bunların ikisi de yanlıştır. İkisi de kadını manevî sukuta götürür. Birincisinin neticesinde kadın esarete, ikincisinin neticesinde de koketliğe düşer. Yalnız süs ve lüks düşünen kadın, kadına hakkı olmadan verilen fazla ve büyük değerin neticesidir.
Türk kızları, çok eski zamanlardaki Türk kızları gibi fazilet mümessili olarak yetiştirilmelidir. Soğukkanlı, vakur, sade ve vazifeşinas olmalıdırlar. Yalnız süs peşinde koşan bir kız, analık ve yurt duygularından uzaklaşmış müstakbel bir kokettir. Bu vatanın iyi dans eden, şu kadar elbisesi olan, güzel boyanan, hattâ kusursuz pasta yapan kızlara değil; “bu vatana şerefli oğullar ve faziletli kızlar yetiştirmek en büyük borcumdur.” diyen kızlara ihtiyacı vardır. Bu seciyeyi kız çocuklarımıza şimdilik ancak okullarda verebileceğiz. Fakat bunun için de kız çocuklarımız karşılarında örnek kadın öğretmenler görmelidir. Boyalı ve züppe kadın öğretmenlerden ders alan kız talebelere sadeliğin faziletinden bahsetmek biraz gülünç oluyor.
Ey genç Türk kızı! Her sosyal yapı, kadın ve erkek dediğimiz iki cinsin birbirini tamamlamasıyla var olmuş bir bütündür. Tek başlarına düşünülemeyen bu bireyler, birlikte yaratıcı bir güç kazanırlar. Erkek, kadınla beraberken daha bahadır, daha erdemli ve daha bilge olmak zorunluluğunu duyar. Kadın da bir erkekle birlik olunca daha soylu, daha ince ve daha içlidir. Türk milletinin sosyal yapısını incelerken de Türk kadını ile Türk erkeğinin birbirini tamamlayan bir bütün oluşu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Eğer yurt ve millet işlerinde kadın, gücünü erinin gücüne katmışsa başarı elde edilmiş; tersine kadın, umursamaz olmuşsa her şey yarım kalmıştır. Bu gerçeği bilen Türk milliyetçileri, daha savaşın başında, Türk kadınını – bilhassa genç kızlarımızı – kendi aralarında görmenin büyük mutluluk olduğunu inanıyorlar. Onun için de sizleri kendi yanlarına, savaş alanına çağırıyorlar.
Ey genç Türk kızı; Atillalar, Alparslanlar, Osman Beyler, Timurlar yaratıcı güçlerini hep sizin kucağınızda kazandılar, İbni Sinalar, Kaşgarlı Mahmutlar, Uluğ Beyler, Fuzuliler ve Barbaroslar sizden emdikleri sütün kudretiyle Türk tarihinin birer parlak yıldızı oldular. Siz, her çağda Türkçülük davasına kucak açıp süt verdiniz. Genç Türk kızı, kurtuluş savaşı yıllarında İnebolu’dan Ankara’ya dek uzanan yolları dolduran kağnı kafilelerinin bütün insanları cinsdaşlarınızdı. Yamalı yorganını çıplak çocuğunun değil, nem kapmasından korktuğu mermi sandıklarının üstüne örten sizin veya benim anam veya bacımdı. O savaşın kadın Mehmetçikleri, tarihimizin birer adsız bahadırıdır.
Bugün Türk tarihinin yeni bir hamle çağı başlarken, sizleri aralarında görmek, sizlerden ışık, sizlerden inanç, sizlerden heyecan istemek Türk milliyetçilerinin en doğal haklarıdır. Türkçülüğün; sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerde kalkınmak için çadırlarını toplamış ve yeni ufuklara doğru göç hazırlığına başlamış damarlarınızdaki kanı ülkü yolunda karşı cinsin çabalarına katmak zorundasınız. Sizler de, Ankara’ya sırtında mermi taşıyan adsız dişi bozkurtlardan biri olunuz. Sizler de adı Zerrin Taç olan Kazvin’li Türk kızı gibi, inançlarınız uğruna, yüzünde tatlı bir gülümseme ile ateşe doğru erkek bir bozkurt gibi yürümesini biliniz.
Bir kocamış kurt, delikanlı Türk’e olduğu kadar -ve hatta belki de ondan fazla- siz genç Türk kızlarının yaratıcı atılışlarına inanan bir kişidir. Sizler isterseniz, toplulukları göz kırpmadan ateşe ve ölüme sürebilirsiniz. Sizler isterseniz o toplumları kalkındırmak için yapılan her savaş kolay ve rahat bir savaş olur. Sizler isterseniz önünüzde eğilmeyecek baş ve devrilmeyecek kudret düşünülmez.
Ey genç Türk kızı, yarının mutlu ve büyük Türkiye’sini kendine ülkü edinen insanlar senin gücüne, senin inancına, senin desteğine muhtaçtırlar. Bu çetin yolda karşı cinsi – her zorluğu göze almış delikanlı Türk – yalnız bırakmamak sadece ödevin değil, boyun borcundur da… Sen ona yardımcı oldukça tarihimiz yücelecek, sen, yüceleceksin…
Ey genç Türk kızı, istedikten sonra her şeyi başaracağına inanıyorum. Çünkü: ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Romanlarımda, Bozkurtların Ölümü‘nde, Bozkurtlar Diriliyor‘da, Deli Kurt‘ta bu ideali yaşattım. Orada kadınlar, iffetli, sadık, milletine bağlı dişi bozkurtlardır. Banu Çiçek gibi, Ay Hanım gibi karakterlerim, Türk töresinin timsali: Erkek ve kız, birbirlerine karşı hiçbir kötü düşünce beslemez. Bu da gösteriyor ki, Türkler hem ahlaklı, hem de iradeli bir millettir. Zaten bu ikisi, çok kere bir araya gelmez. Türk destan ve efsanelerindeki ahlâk anlayışı, kadına bakış açısı ve iffetli kadın anlayışı, romanlarımda da ön plâna çıkmaktadır. Zira bir milletin, “devlet-i ebed müddet” ülküsüyle yol alması için en büyük vazife o milletin kadınlarına düşmektedir.
Ve şiirlerimde, bu özü döktüm ortaya. Dinleyin, “Türk Kızı”nı:
Pınar başına geldi
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü,
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarının düğümü.
Bilmiyordum bu örgü
Acaba bir büğü mü?
Sordum: Nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kıral vurulmuş,
Ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?
Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:
Kıralların taçları
Beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü…
İşte Türk kızı budur: Saraylara değil, dağlara âşık; krallara değil, Türklüğüne sadık. Kralların taçları onu bağlamaz, ordular gönlündeki düğümü çözemez. O, öksüz Türklüğünü bin cihana değişmez.
Kızlarımızın faziletli olmasını istiyoruz. Fakat bin türlü vasıtalarla onların zehirlenmesinin önüne geçecek tedbirleri hiç düşünmüyoruz. Filimler, romanlar, plâjlar ve sokaklar bin türlü ahlâksızlıkla dolup taşarken okullarda verilecek birkaç öğüdün ne tesiri olabilir? Birçok kimse, sinemasız kalmaktansa gençliği zehirleyen filmlerin gösterilmesine taraftar bulunuyor. Bunlar fikirlerini “güzel sanat” ve “bediî ihtiyaç” maskesiyle yaldızlıyorlar. Hakikatte ise yalnız zevklerinin ve keyiflerinin tellâllığını yapıyorlar. Acaba gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehirlenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapatılsa, erkek ve kadın plajları ayrılsa, roman ve hikâyeler sansürden geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur? Yoksa, “Abdullah Çavuş”un dediği gibi kıyamet mi kopar?
Ey Türk kızı, sen bu vatanın şerefli oğullarını doğuracak, faziletli kızlarını yetiştireceksin. Sen dişi bozkurtsun: Vakur, sadık, yurtsever. Tarihimiz seninle yükselir, seninle dirilir. Bin cihana değişilmez öksüz Türklüğün, damarlarında akan asil kanınla, yarınları fethet!
Tanrı Türk’ü korusun!
08 Ekim 2025
M. Hüseyin OĞUZ

