İRANLAŞAN TÜRKİYE’NİN GERİSİNDEKİ İRADE
Derin bir sosyal, siyasal ve ekonomik problem içindeki Türkiye’nin, gidişatına çare olabilecek bir ışık gözükmemektedir. İktidarın mutlak kazanma hırsı, muhalefetin ne yapması gerektiğini bilmeyişi, devletin liyakatli insanların elinde olmayışı, umutsuzluk ikliminde bekleyen vatandaş ise geçim sıkıntısının yarattığı anafor içinde debelenmektedir.
Medyada, her şeyin güllük gülistanlık gösterilmesi, hakikatte, her gün cinnet getiren insanların cinayetleri, ekonomik tablonun her gün daha da olumsuz seyretmesi, hırsızlık, gasp ve fuhşun yaygın hale getirilmesi, eğitim öğretimde, “başkalaşım” diyebileceğimiz garabetlerin olması, üretimin düşmesi, ortalığın toz dumana bürünmesi korkularımızı arttırmaktadır.
İktidarın sükûnet ve teenni ile hareket etmesi gerekirken, “ateşe körükle gitmesi” endişelerimizi arttırmaktadır.
Bu durum, Humeyni dönemi öncesi “İran denilen ülkeyi” hatırlatıyor. İnsanların kurtuluşuna vesile olan Yüce İslam dini, siyasallaştırılarak, meriyetteki siyasi düşüncelerin işlerliği için kullanılması, insanların İslam düşünce sisteminden uzaklaşmasına neden olduğu gibi İslam medeniyeti, yeni bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Bu sebeple İran’da gelişen siyasi serüveni irdelemek, Türkiye’deki genel gidişatın benzerliğini kamuoyu ile paylaşmak doğru olur.
İran denilen ülke, Türkistan’ın Horasan bölgesini de kapsayan bu günkü sınırları, ne gariptir ki, Yahudilerin İngilizlerle müşterek organizasyonları sayesinde oluşturulmuştur.
Bu durumu anlayabilmek için, İran’ın hikâyesini ve bu güne gelen serencamını bilmekte yarar vardır.
Şöyle ki; İran adı, tarihte coğrafî bir tanım olarak ortaya çıkmış ve son yüzyıla kadar bu böyle kullanılmıştır. İran olgusunu meydana getirenler, Yahudilerdir. Bu konu ile ilgili çalışmalar yapan ve Yahudi oryantalistler olarak ta ifade edebileceğimiz, yüz sene içinde İran tarihini tersine çeviren altı Yahudi şunlardır: ESTRONAH, İŞMİT, İŞTAYN, KOKH, KOHEN ve en mühimi ise RİCHAARD FREY’dir.
Etnik anlamda İran kimliği, İran’da yaşayan bütün kesimleri içine almak için kullanılan İranlı tanımını içermektedir. Pers/Fars kimliğini öne çıkaran araştırmacılar ve ideologlar İran ve İranlı tanımlarını Fars adının ve kimliğinin eş anlamlısı olarak göstermektedirler ki bu büyük bir yanlışlık olup, hiçbir tarihi ve belgesel gerekçesi bulunmamaktadır. Bir kere etnik anlamda Fars kimlik anlayışının ortaya çıktığı tarih XX. yüzyılın başlarından öteye gitmemektedir. İkincisi, bu tanım siyasal ve ideolojik gerekçelerden ortaya çıkmıştır. Üçüncüsü, Fars kimliği tarih boyunca hep saray çevresine bağlı olup idari ve bürokratik bir kimliği içine alarak daha çok dil üzerinden işlevsellik kazanmıştır. Son olarak bürokratik anlamda Fars kimliğini İran’da yaygınlaşması Selçuklularla eş zamana denk gelmektedir.
İran’a farklı bir açıdan baktığımızda, durum farklıdır. Zira Kaçar devleti yıkılıp yerine kurulan İran, federatif yapı içerisinde, beş eyalet görebiliyoruz. Bunlara “eyaleti hamse” olarak ifade edilmektedir. Bunlar, Azerbaycan Türklerinin yaşadığı eyalet, Tahran (paytaht), Horasan Türk bölgesi, Fars bölgesi, Arabistan Güneyde Ahvaz ve Kuzistan bölgesinden ibarettir.
İran, 1.Dünya Harbi’nde tarafsız bir siyaset takip ederken İngilizlerin uyguladığı ve içerde etkin Yahudi lobisi marifeti ile yaklaşık dokuz milyon kişinin açlık ve sefaletine neden olacak politikalarla istikrarsızlaştırıldı. Batı İran’da örgütlendirilen Ermeniler vasıtası ile tıpkı Anadolu’da uygulanan ermeni vahşeti, soykırıma dönüşen katliamları… Daha sonra Türk kökenli Simko ağa Ermenilerin liderlerini öldürdü ve Ermenileri püskürttü. “Ciloluk faciası” olarak adlandırılır. Urmiye, Salmast ve Hoy’da (tuzla) 24.000 Türk katliamından sonra, Simko Ağa misli ile mukabele ederek Ermenileri İran’dan ve Azerbaycan’dan çıkardı.
İngilizler ve Masonlar; Mirza Melkim Fetkuli Ahondow (Pan İranist) Avşar Türkü olan Ahmet Kesrevi, Rıza Hani Mirpenç, yani Rıza Şahı iktidara taşıyan eylemler başlattılar.
Rıza Şah kimdir? Aslen Kafkas kökenlidir annesi Türk’tür. Babası onbaşı rütbeli biridir. Rıza Şah, Hollanda sefaretinde seyistir, yani at bakıcısıdır. Okuma yazması yoktur. Eşi de Türk’tür.
Setter Han meşrutiyet hareketi başlattı. Sosyal demokrat partisi kurdu, haydar Emmioğlu (Urmiye veya Salmastlı’dır) birlikte hareket ettiler. Bu hareket, Türklerin aleyhine gelişti. 1920 kışın son ayında İngiliz generali Ayronsayd ve seyit Rıza Tabatabai vasıtası ile darbe gerçekleşir. Kazak ordusu Tahran’a girer ve idari yerleri eline geçirir. 100’e yakın siyasî ve millî adamları tutuklayıp zindana atıyorlar. Böylelikle, 2000 yıllık Türk hâkimiyeti düşer ve İran denilen ülke Hollanda sefirliğinin bekçisine emanet edilir. O günden İran’da yaşayan hiç bir etnik ve hele farslar dâhil özgür yaşamamaktadır.
İktidardaki Kaçar Türk devleti ve onun başındaki Nasrettin Melik-ül mütekellimini etkisizleştirdiler. Ermeniler ve Kürtler silahlandırılarak Türkler, zora sokuldu.
1923 te, Ermeni devleti kurulur. 1925 te Rıza Şah Pehlevi (Palani) iktidara getirilir.
İran; farklı milliyetleri bir araya getirilerek vücuda getirilmiş bir ülkedir. Türkler, Araplar, Kürtler, Beluci’ler, Lur’lar ve kısmen de Ermenilerden oluşmaktadır. Aynı zamanda Hint kökenlilerde mevcuttur. Nitekim Humeyni bir Hintli ailenin çocuğudur. Ailesi İran’a yerleştiğinde, kendisi beş yaşında idi…
Humeyni, İran’ın Humeyn kentinde yaşamını sürdürdü..“Hovzei ilmiyede” okuyup molla oldu. İki senede sarık başlamaktadırlar. Seyit olduklarını iddia edenler, siyah sarık bağlamaktadırlar, seyit olmayanlar ise beyaz sarık başlamaktadırlar.
Molla sisteminde Hobrigan meclisi en büyük meclistir. Ayetullah, Hüccetül İslam ve Ayetullahlar‘dan oluşan bir yönetici sınıfı vardır. İran’da hemen her şey onların onayında gelişmektedir. Bu arada mollalar arasında, iktidar mücadelesi çok çetin geçmektedir. Humeyni’nin veli ahtı Ayetullah Muntezeri (necefli) ceza evinde öldürüldü. İllerde birer Ayetullah en üst yönetici olarak ili yönetir. Aynı zamanda alt kademelerde de kendilerini temsil eden yöneticiler atayabilmektedirler.
İran’da mevcut Türk unsurları şöyledir: Azerbaycanlılar, Kuzey bölgesinde, Horasan Türkleri Doğu bölgesinde, Türkmenler, kuzey hazar civarı, Kaşkaylar Şiraz bölgesinde, Halaç Türkleri ve Samanilerin bakiyeleri Tahran ve civarında bulunmaktadırlar.
Türkiye’nin İran ile benzerliği ve farklılığı mevcuttur.
Farklılığı, bağımsızlık mücadelesi ve istiklal savaşını “yedi düvele” karşı kazanan Türk asker kurmaylar yani Harbiyeli-tıbbiyeli ikilisinin ortaya koyduğu emsali görülmemiş bir mücadele ile Türkün iradesini ile kurulan bir devlet olmasıdır. Birlikte yaşadığımız gayrı millî unsurların hiçbirinin istiklalimizin kazanmasında katkısını görmezsiniz. Bilakis emperyalistlerle müşterek hareket edilmiş olması bilinen bir vakıadır. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler de İngilizlerle beraber olmuşlardır. Oysa İran denilen ülke tamamen İngilizlerin kontrolünde hareket eden unsurlarla vücuda getirilmiştir. Bugün dahi, bu durumunu muhafaza eden bir konumdadır.
Bu hükme nereden varabiliyoruz? İran denilen ülkenin emperyalist siyaset güden ülkelerin hedefleri doğrultusunda, sadece dindaşları ile mücadele ediyor olmasından anlaşılmaktadır. Emperyalistlerin tahrik edilişi, komşu ülkelere yerleştirdiği terör unsurları ile velayet savaşları mantığını devreye sokup, sonradan geri çekilmesinden de anlayabilmekteyiz. Durum böyle olunca, Avrasya siyaseti emperyalist küreselcilerin hedefleri ile örtüşmektedir. Ayrıca, ticari ambargo altında olmasına rağmen, dolaylı ve direkt olarak İran ürünleri, hem ABD de hem de AB ülkelerinde satışta olmaları iddiamızı güçlendirmektedir.
İsrail modeli bir devletin oluşmasında, Kürtlerin devreye sokulması, siyasetinin aktörlerinden biride İran’dır.
Sınırlarımız içinde, Hakkâri’den Iğdır’a kadar olan bölge, sınırlarımız dışında ise, Hoy, Urmiye Erdebil ve sair sınır İran (Güney Azerbaycan) şehirlerinde, Suriye Irak ve muhtelif yerlerden getirilen Kürtlerin yerleştirilmeleri batı ile ittifakın bir tezahürüdür. Kuşatılan Türkiye, güney sınırı ve batı sınırına, ek olarak uygulamaya sokulmuştur. Aynı zamanda bu durum, sınırdaş olduğumuz ülkelerin, sınırlarını sınır ötesinden koruma siyasetidir.
Sergilenen bu siyasetlerdeki irade, emperyalist küresel güçlerle ortak bir iradedir.
Türkiye’de uygulanan siyasetlerdeki benzerlikler ise, istiklal savaşımızın ve cumhuriyetimizin kuruluşu sürecinin dışındaki süreçlerde aramalıyız. Öncelikle emperyalistlerin ortaya koyduğu kuşatma, birebir benzerlik göstermektedir. Bir farkla o da, Ruslar, sadece kuzeyde değil, güneyimizde de konuşlanmış durumdadır.
Durum böyle iken içeride, küresel emperyalistler ve Yahudi Hahamın da beyan ettiği üzere, cemaatlerin de içeriden kuşatması mevcuttur. Tıpkı İran’da Şah dönemi gibi…
1980 öncesini düşünün, Türkiye’de sağ-sol hadiselerinde,şehirler ve mahalleler savaş alanı gibi idi… Hakimiyet alanları oluşmuş, bu siyasî mücadelelerde, sağlı sollu beş bin insan öldürüldü. Gelişen olaylardan anlaşılmıştır ki, Bedrettin Demirel paşanın dediği gibi “şartlar olgunlaşsın” istemişler. İhtilal ve iradesi, adım adım bu günkü iktidarın oluşmasına zemin hazırlanmış oldu. İktidarın en kudretli sivil generali Turgut Özal iktidara taşındı. Ve bu günlere gelindi…
Mevcut duruma bakıldığında; Cemaatler ve AKP iktidarı kol kola çalışmaktadırlar. FETÖ olayı dikkatleri başka yöne çekmek üzere tasarlanmıştır… Oğul arıların Kraliçe arıyı gizlediği gibi zamanı gelince Humeyni modeli bir uygulama ile kraliçe arı kovana gelecektir. Devletin uyuyan zinde güçleri için vakit bitmiş olacaktır. Zira bütün kaleler zapt edilmiş olacaktır. Fransa’dan veya İngiltere’den veya ABD’den uçakla gönderilecek olan kişiyi devletin güvenlik elemanları belirleyip etkisizleştirmeleri, devletin hayati öneme sahip görevlerinden biridir. Küresel güçlerin piyonu güya “İslam halifesini” ülkemize göndereceklerdir. BOP projesi, tam da bunun için “eş başkanlığı” ihdas edilerek bölge kana bulandırıldı. İktidara taşıdıkları şahıs, bir anda bütün İslam âleminin umudu şeklinde sunulacak ve emperyalistlerin yüz yıl önce uygulamaya koyduğu “şark meselesi” bu yolla çözülmeye çalışılacaktır.
Şah döneminde, komünistler, İran milliyetçileri ve siyasal İslamcıların birbirleriyle yaptıkları mücadeleler sayesinde, Mollalar mevzi ve mevki kazandılar. İran’daki ekonomik kaynakları elde ettiler ve devlete karşı alternatif güç haline geldiler. Babür devletinin yıkılışı ve Kaçar devletinin yıkılışı ve Hindistan’dan getirilen ve farsça konuşan Belucileri daha sonra, Ruslar, İngilizler ve Yahudiler, bu topluluk üzerinde sosyal ve kültürel çalışmalar yaparak yeni bir etnik yapının oluşumunu sağladılar.
Bu sosyal yapılarla; şu anda, büyük İsrail devletinin kurulması için motive edilmiş ve adlarına “Kürt” dediğimiz unsurlardır.
Sonuç olarak, Babür devletinin yıkılmasından bu güne Batı dünyası, İran merkezli Anadolu’yu hedefleyen bir “şark meselesini” yürütmektedir. İran’daki gelişmeler, dikkat edildiğinde doğru okumalarla oynanan oyunun farkındalığında olabileceğiz. Lakin Türkiye de sağ siyasetlerin egemen olduğu dönemlere bakıldığında, devletin zinde güçleri pasif bir konuma getirilerek, küresel emperyalistlerin hedeflerine paralel siyasetler takip edilmiştir. Onun için sağ siyasetlerin iktidarını sağlayan yegane güç, emperyalist küreselcilerdir.
Bir yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak gerekir ki; milliyet ve ülkücülük temelindeki siyaset, tabiatı gereği hiçbir zaman sağ veya sol kavram içinde olmamıştır. Zira, Milliyetçilik, kapsayıcıdır. Bütün milleti var saymaktadır.
İran’daki gelişmeler, ayni ile olmasa da büyük benzerliklerle ülkemizde sergilenmektedir. Cemaatlerin yapılanmalarının kontrol altına alınması halinde bu tehlikeyi bertaraf etmek mümkün olacaktır.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım Antrenörü