ŞERİAT
“Şeriat kötü bir şey mi Ahmet Amca? Dinimiz değil mi şeriat?” diye sordu. Anlatan öyle anlatmış. Hiç ameli olmasa bile, inançlı bir Müslüman dine uygun yaşamanın erdemine inanır. Konunun ayrıntılarına girecek birikimi, konuyu irdeleyecek merakı olmayanlar şeriatin dinin tamamı olduğunu söyleyenlerle birlikte şeriati elbette savunacaktır. Öyleyse onlara göre şeriate karşı olmak, İslamiyete karşı olmaktır(!)
İslam şeriati çok kabaca inanç ve ameller ile hukuk, muamelat ve toplum kuralları olmak üzere ikiye ayrılır. Soruyu sorana “Şu zamanda ibadetlerini yerine getirebiliyor musun? Camiler açık mı? Seni engelleyen bir şey var mı?” diye sordum. Hiçbir engel olmadığını söyledi. “Yani şeriatin amel ve ibadetler kısmı şu anda da engelsiz uygulanıyor, öyle mi?” soruma da “Evet!” dedi. Ama devlet dairesinde ezan okunduğunda işi bırakıp namaza gidemiyormuş. “Peki sen evrakın elinde uzun zamandan beri beklerken tam sıra sana geldiğinde memur abdest alıp namaz kılmaya giderse ne yaparsın? Namazı sonra da kılabileceğini, buna ruhsat verildiğini filan mı düşünürsün?” dedim, kem küm etti.
Gelelim şeriatin toplum kuralları ve hukuk açısından ne olduğuna. İslam’da toplum kurallarının çok önemli bölümü 1500 yıl önce müşriklerin de benimsediği Arap gelenek ve görenekleridir. Bunlar içinde kız çocuklarını canlı canlı gömmek gibi vahşet ötesi kötülükler, insan hak ve haysiyetine yakışmayan aykırılıklar İslam ile ortadan kaldırılmıştır. Geri kalanı İslamiyet’i sonradan kabul eden toplumların da benimsediği İslamî geleneklere dönüşmüştür. İslamiyet bunların bir kısmına dokunmasa da iyiye doğru dönüştürülmelerini, aşama aşama tamamlanmalarını teşvik ve tavsiye etmiştir. Meselâ, köleliği bir anda kaldırmamış; ama büyük sevap vererek, ya da bazı günahlara kefaret olarak köle azat etmeyi getirip kaldırılmasının önünü açmıştır. Günümüzde kimse “Şeriat gelsin, kölelik kurumu yeniden canlandırırsın. Dinimiz buna cevaz veriyor.” diyemez.
Çok bilinen, çok yinelenen Mecelle (Osmanlı dönemi medenî hukuku) hükmü şöyle: “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir.” Hukuk; insanlığın gelişimiyle birlikte zaman içinde daha adaletliye, iyiye, güzele doğru değişen; insan hak ve ödevlerini düzenleyen, adaleti sağlayan kurallar bütünüdür. Allah’ın insana bahş ettiği doğuştan gelen hak ve adalet duygusu, hukukun bu yönde değişerek gelişmesini zorunlu kılar. Bazen en güncel yasalar bile adaletli bir insana yeterli gelmez. Yasanın kendisine tanıdığı hakkı, insanlığına sığdıramayarak hakkı olmayana bağışlayıverir. Fıkıh adı altında toplanan İslam hukuku da zamanla değişmiştir. Baba mirasını muhtaç kız kardeşiyle paylaşırken yüce gönüllü bir erkek çoğunu, hatta tamamını ona bırakmakla mutlu olur. Şeriatin ya da güncel yasaların ne dediğinin önemi yoktur. Aksine çok zengin zalim ağabey, çok muhtaç durumdaki kız kardeşinden mirasın şeriate göre paylaşılmasını isteyip aksini yaparsa dinden çıkacağını iddia edebilir. Onurlu bir erkek, şeriat kendisine “Boş ol.” deyip karısından, nafakadan, kazanılanların bölüşülmesinden kurtulma fırsatı verse de bundan yararlanmaz. Nefsanî arzularına uyup çocuklarının fedakâr anası üzerine kuma getirmez. Babalık onuruna sahip hiçbir erkek kız evladı, hiçbir ağabey kız kardeşi üzerine üç tane kuma getirilmesinden hoşlanmaz.
Ceza hukukuna gelince; İslam şeriatı bu konuda Osmanlı’da da Selçuklu’da da uygulanmamıştır. Zina edenin recm edildiği, kırbaçlandığı; hırsızın el ve ayaklarının çapraz kesildiği, kısas yapıldığı görülmemiştir. Bugünün İslam ülkelerinde de bunlar uygulanmamaktadır.
O soruları sorana “Laiklik nedir?” deyince “Dinsizlik gibi bir şey.” cevabını aldım. “Peki Türkiye laik mi?” sorusunun cevabı da evet oldu. “Yani Türkiye dinsiz mi?” deyince şaşırıp cevap veremedi. Ona çok özet olarak “Diyanet İşleri Başkanıyla mahkemelik oldun, sen haklıysan laik mahkeme senden yana karar verir. Devleti yönetenler bilim, akıl neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. İnanan, inanmayan, farklı mezhepten, farklı dinden, farklı etnisiteden, kim olursa olsun eşit davranarak yönetirler ülkeyi. ‘Taliban’ın Afganistan’ı gibi mi, IŞİD gibi mi, İran gibi mi olalım. Hangisinin benimsediği şeriat İslam’a daha uygun? Hanefi fıkhını mı başka mezheplerin ya da Mutezile gibi ehl-i sünnet dışı mezheplerin fıkhını mı esas alalım? En iyisi Suudîlere mi uymak?’ demez; din işleriyle devlet işlerini birbirine karıştırmazlar.” dedim.
Bu arada bazı ateistlerin ve ideolojileri gereği din karşıtlarının, gerçekten de maksatlı olarak laikliği tümüyle dine karşı çıkmak olarak algıladığını, samimi Müslümanların her şeylerini yasaklamaya çabaladıklarını, İslamiyet hakkında hiçbir şey bilmeden gerçekçilikten uzak eleştiriler getirdiklerini de söyledim. Akıllarını kadına, cinselliğe takmış, İslam’ı hurafelere boğarak gerçeğinden koparan, inananları dinden soğutan bir kısmı ajan, cahil yobazın onların ekmeğine yağ sürdüğü de malum. “Laikçi diyebileceğimiz din düşmanlarına kızmakta haklı olunsa da laikliğin onların anladıkları gibi olmadığını bilmek gerekir.” dedim.
“Yok senin şeriatten maksadın dört karı almak, onların üstüne sınırsız sayıda cariyeye sahip olmak; istediğini ‘Boş ol.’ diyerek tazminatsız, nafakasız kapının önüne koymak; mirasta aslan payına konmak, kölelere sahip olup onları başka işlerde çalıştırarak kazandıklarını almak gibi şeylerse ona söylenecek sözüm yok.” diyerek konuşmaya son verdim. Benim bildiğim bu.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist