TEHDİT ALTINDA DAHA NE KADAR YAŞAYACAĞIZ?
“Tehdit” kelimesi, Arapça kökenlidir. Tahdīd şeklinde yazılır ve “korkutma, tehdit etme” anlamına gelir. Bu kelime, Arapça hadd veya hudūd kökünden türetilmiştir. Hadd veya hudūd, “kırma, yıkma, korkutarak ele geçirme” anlamına gelir. Osmanlıca eski sözlüklerde bu kelime mevcut değildir.
Tehdit, kişisel özgürlük alanını belirleyen sınırları yıkmak ve kişiyi, kendi emellerine uygun hale getirebilmek için yapılan fiilî ve psikolojik baskıların tümüdür. Varlığını ortaya koyan ve varlığı ile hakkı hakkını koruyan kişilerin, etkisizleştirilmesi ve varlık iddiasının yok edilmesi, kendisi için belirlediği bütün sınırları ihlal edilerek, yok sayılabilmesi için mütecaviz durumdaki davranışların tümüdür. Bu çerçeveden baktığımızda, yaklaşık tarihin her döneminde millet hayatımızın tehdit ile iç içe yaşadığı bir hakikattir.
Tehditleri iki açıdan ele alabiliriz. İlki, iç tehditlerdir. Kişi ve zümrenin topyekûn milletin egemenliği ve özgürlük alanını kendisine kullanması için oluşturduğu organizasyonlarla, tedhiş, korku ve baskı ikliminden sonra hâkimiyetinin tescil edileceği bir yapının oluşturulmasıdır. Bu hususta, devlet otoritesinin zayıflaması ve devlet otoritesi yerine kişi ve zümrelerin geçmesi gibi… Derebeylikler ve günümüzde yeraltı dünyasının faaliyetleri bu türdendir. Osmanlının son döneminde, derebeylikler türemiş, “talan” ve “gasp” yoluyla millet; aşiretlerin avucunda inim inim inlemiştir.
Ne acıdır ki, doğu ve güney doğuda bu yöntem, siyasetin kazandırdığı isteklendirme ile yeniden hortlatılmıştır. Yeniden tehditlerle siyasi üstünlük elde edilmiştir. Bu husus dış tehdidin oluşmasına da gebedir.
İkincisi dış tehdittir ki, bunun tarihi yazılacak ise, Çinlilerle olan savaşlarımızın sebep ve sonuçları bize sağlıklı karar verebilme imkânı sağlar. Emevilerin; İran’ın fethinden sonra Türk milletine ve Türkistan’a yaptıkları budur. Ki, Emevi komutan “Kuteybe bir Müslim” fiili tehdit için örnektir. Ne acıdır ki bu “melunun” yaptıkları tarihimizde ve bu gün dahi gizlenmesi ayrı bir tehdit olarak görülür. Roma ve Bizans tehditleri, İskender’in orduları, Hindistan’a girerken ve çıkarken tehditlerini yaşamışız. Birleşik haçlı ordularının tehditleri cabası…
Kuzey sınırımızda ise Ruslar, batının balta tutan elleri olarak bildiğimiz “zalim İvan” vasıtası ile 17.asırdan beri tehdit edilmekteyiz. Osmanlı tarihinin en güçlü olduğu bir zamanda, Kırım hanlığı, Hive hanlığı, Astra han, Buhara hanlığı gibi hanlar, tehdit edilirken, kanuni Fransa’ya “dans edilmemesi” ile ilgili tehdit mesajları yolluyor idi..
Müteakiben, İngilizler, Fransızlar, Almanların karşı konulmaz tehditlerini yaşadık. Ve hâlâ bu unsurların içeride ve dışarıda besledikleri tehdit unsurlarının etkilerini görebiliyoruz. Bugün ise ABD denilen küresel tehdit unsuru hem içeride, hem de dışarıdan doğrudan tehdit dilini kullanıyor olması, bütün bir millet olarak tehdit ikliminin hayatımızdan çıkmadığı, bilakis veçhe değiştirerek bütün hayâsızlığı ile bizi etkilemektedir. Yediğimiz besinlerden, giydiğimiz giysilere, barındığımız mekânlarımızdan, ekip biçtiğimiz ürünlere ve beslediğimiz hayvanlara kadar kendi istedikleri hayatı tercih için tehdit edilmekteyiz. Kullandığımız ev avadanlıklarımızdan, güvenliğimizi için kullanacağımız silah ve pusatımıza kadar tehditle bize dikte ettirmektedirler.
Aslında, tehdit meselesi, sosyo- psikolojik bir analizle, ruh dünyamızdan, kültür ve inanç dünyamızdan, ekonomik ve siyasi dünyamızdan, güvenliğimizden hasılı özgün medeniyet tarzımızdan nelerin yok olmasını sağladığı konusu akademik bir konu olarak üniversitelerimizin üzerinde çalışma yapması gereken bir konudur. Ne var ki, yapılacak çalışmaların geçerliliği, yine “küresel tehdidin merkezi” ABD tarafından yapılabilmemesi için ayrı bir tehdit meselesidir.
İnsanlık var oldukça bu tehdit meselesi var olacaktır. O halde tehdidi bertaraf edebilmenin yolu nedir? Bu tehditleri nasıl bertaraf edebiliriz? gibi soruların cevabını bulmak zorundayız. Benim naçizane verebileceğim cevap birlik ve bütünlüğü korunmuş güçlü bir millî devleti kimse doğrudan tehdit edemeyeceğidir. Bir talebi olacağında da, “arz edileceği” bir üsluba başvurabileceğidir.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım Antrenörü