
YENİ BİR DÜNYA’NIN ARİFESİNDE! GERÇEK DİN VE TOPLUMSAL FARKINDALIK
BARIŞ, EŞİTLİK, ADALET HAK VE ÖZGÜRLÜK İÇİN…
Din, insanın varoluşsal anlam arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmış, bireyin ve toplumun etik, manevi ve hukuki düzenini belirleyen bir inanç ve yaşam sistemidir. Genel olarak din, kutsal kabul edilen bir varlık ya da güç ile insan arasındaki ilişkiyi tanımlayan, belirli ritüel ve öğretilere sahip, toplumsal ve bireysel boyutta insan hayatını şekillendiren bir sistem olarak değerlendirilir. Din, insanın varoluş amacını sorgulamasına, yaşamına yön vermesine ve toplumsal düzeni sağlamasına yardımcı olur. Felsefi açıdan bakıldığında din, insanın kendini ve evreni anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Toplumlar, ahlaki ve hukuki yapıları oluştururken dinin öğretilerinden etkilenmişlerdir. Din, etik kuralların ve toplumsal dayanışmanın gelişmesine katkı sağlamış, bireylerin ortak bir değer sistemine sahip olmasını mümkün kılmıştır. Ancak bu sistemin zaman içinde değişen siyasal ve ekonomik güçler tarafından nasıl kullanıldığı da göz ardı edilmemelidir.
İnsanlık tarihi boyunca farklı coğrafyalarda farklı dinler ortaya çıkmış, mitolojilerle harmanlanmış ve toplumsal yapıları şekillendirmiştir. Antik Mısır’ın tanrı-kral anlayışı, Yunan mitolojisinin çoktanrıcılığı, Mezopotamya’nın kutsal metinleri, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi tek tanrılı dinlerin zamanla gelişmesi; insanın temel olarak bir anlam arayışı içinde olduğunu göstermektedir. Mitoloji ve din, insanın bilinmeyenle, ölüm korkusuyla ve evrenin düzeniyle ilgili sorularına yanıt arayışının bir yansımasıdır. Bu bağlamda, insanın aradığı şey adalet, güven, huzur ve anlamlı bir yaşamdır. Tarih boyunca din, sadece bireysel bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda iktidarın bir aracı olarak da kullanılmıştır. Firavunlar, krallar, imparatorlar ve padişahlar, kendi otoritelerini güçlendirmek için dini kullanmış, din adamlarıyla iş birliği yaparak halkı kontrol altında tutmuşlardır. Orta Çağ Avrupa’sında kilise egemenliği, Osmanlı’da şeyhülislamlık kurumu, modern dönemde siyasal İslamcı hareketler, dinin siyaset ile nasıl iç içe geçtiğini ve yönetim erkini nasıl meşrulaştırdığını göstermektedir. Din, bu süreçte halkı yönetmek ve yönlendirmek için kullanılmış, adalet ve eşitlik anlayışı iktidar sahiplerinin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir.
Toplumların huzur ve refah içinde yaşayabilmesi için adalet ve eşitliğin sağlanması gereklidir. Ancak tarih boyunca dinin siyasal bir araç olarak kullanılması, çoğu zaman adaletin önüne geçmiştir. Oysaki ideal toplum, insan haklarının güvence altına alındığı, hukukun üstün olduğu, bireylerin inanç özgürlüğüne sahip olduğu, ancak dinin siyasal bir baskı unsuru haline getirilmediği bir düzendir. Atatürk’ün laiklik ilkesi tam da bu noktada büyük bir öneme sahiptir. Laiklik, sadece din ve devlet işlerinin ayrılması anlamına gelmez, aynı zamanda bireyin özgürleşmesi, hukukun bağımsız olması ve devlet yönetiminin rasyonel temellere dayanması anlamına gelir. Atatürk’ün “Medeni Bilgiler” kitabında vurguladığı gibi, devlet yönetimi akla ve bilime dayanmalıdır, dini istismar edenlerin elinde bir silaha dönüşmemelidir. Günümüz dünyasında ekonomik ve siyasi krizler, savaşlar, çevresel felaketler ve emperyalist güçlerin oyunları, insanlığı yeni bir düzenin eşiğine getirmiştir. Özellikle Türkiye’de ve dünyada, mevcut düzenin adaletsizlik ve sömürü üzerine kurulu olduğu açıktır. Emperyalist güçler, ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak için dini, milli duyguları ve toplumsal değerleri kullanarak halkı yönlendirmektedir. Ancak insanlığın ortak çıkarı için bu düzene karşı durmak ve eşitlikçi, adil bir sistem kurmak zorunludur.
Aslında gerçek İslam, inananlar için adaletin, hukukun, dayanışmanın ve bireysel özgürlüğün teminatı olarak görülmektedir. Kur’an’ın öğretileri; insanlara merhamet, eşitlik, paylaşım, hukukun üstünlüğü ve barış içinde bir toplum düzenini emretmektedir. İslam’ın özünde adalet vardır, zira “Allah, adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder, fahşayı, münkeri ve azgınlığı yasaklar” (Nahl Suresi 90. Ayet). Ancak bu ilahi ilkeler, tarih boyunca siyasi güçlerin çıkarları uğruna çarpıtılmış, dinin özündeki adalet ve merhamet anlayışı, zulüm ve baskı aracına dönüştürülmüştür. Gerçek İslam, inanıp inanmama konusunda dahi bireyin kendi iradesini kullanabildiği bireyleri özgürleştiren, toplumları eşitlik temelinde birleştiren bir sistem olarak yaşatılmalı, dinin siyasi manipülasyon aracı haline getirilmesine karşı durulmalıdır.
Bugün, Ülkemizde Ramazan Bayramı’nın ve Arife Gününün anlamını hatırlamak, insanlık için barış, eşitlik, adalet ve özgürlüğü yeniden savunmak için bir fırsattır. Bayramlar, insanları bir araya getiren, dayanışmayı güçlendiren, barışı ve sevgiyi pekiştiren özel günlerdir. Ancak gerçek bayram, ancak adaletin sağlandığı, insanların inançlarının istismar edilmediği, özgür düşüncenin baskılanmadığı bir dünyada mümkün olacaktır. Bu Ramazan Bayramı’nda, geçmişin hatalarından ders alarak, yeni bir düzenin Arifesinde insanlık adına ortak bir bilinçle hareket etmeli, sömürüye, adaletsizliğe ve haksızlığa karşı dayanışmayı büyütmeliyiz. Gençlerimiz, geleceğimiz için adaletin, özgürlüğün ve barışın hüküm sürdüğü bir dünya için Ramazan Bayramı’nı kutluyor, eşit, adil ve özgür yarınlar için umudu büyütmeyi diliyorum.
28.03.2025
Güneş Altuner