
“Yeni Dünya Düzeninde Türk Dünyasının Rolü:
Fırsatlar, Tehditler ve Uluslararası Sisteme Entegrasyonu”
KONULU SEMPOZYUM / TÜRKİSTAN (26-28 Nisan 2017)
Bildiri Konusu
YENİ DÜNYA DÜZENİ’NDE TÜRK DÜNYASININ GELECEĞİ ve ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ
Ö z e t :
Özellikle son 300 yıldır “Yeni Dünya Düzeni” kavramı belirli dönemlerde dünya gündemine gelmekte ve Türk-İslâm ve insanlık düşmanı küresel menfaat grupları tarafından dünyamız yeniden şekillendirilmektedir. Son çeyrek yüzyılda Afganistan, Irak, Suriye başta olmak üzere Afrika, Ortadoğu ve Asya’daki iç savaşlar, istilâlar ve enerji savaşlarının ardında da “KÜRESEL SERMAYE”nin temsilci ve yönlendiricileri bulunmaktadır.
Yeni sömürgecilik hareketleri olarak da nitelendirilebilecek Batı kökenli teşebbüslerin temelinde; öncelikle ilgili Batılı Devletlerin mitolojik, siyasî ve ekonomik menfaatleri söz konusudur. 1980’li yılların sonlarında yeniden ortaya atılan “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ile öncelikli hedeflenen ülkeler, Türkçe ve Arapça konuşan ülkelerdir. Diğer bir ifadeyle, akılcı ve dikkatli önlemler alınmadığı takdirde; önümüzdeki çeyrek yüzyılda başta Ortadoğu olmak üzere, Asya ülkelerinin pek çoğunun sınırlarının ve demografik yapısının değişmesi kuvvetli muhtemeldir.
Bu bildiride, Türkiye ve Kazakistan başta olmak üzere Türkçe konuşan ülkeler ile gelecekte ulusal menfaatlerini korumakta kararlı diğer İslâm ülkeleri arasında siyasî, iktisadî ve askerî iş birliklerinin artırılmasının gerekliliği üzerinde durulacaktır. Özellikle Türkiye ile Şangay İşbirliği Örgütü ülkeleri arasında güçlü bir dayanışmanın vazgeçilmez nitelikleri vurgulanacaktır.
Bildiride ayrıca; ülkeler arası ilişkilerin nitelikleri, amaç ve işlevsel faaliyetleri, gelecekteki plânlar üzerinde yeni politikalar irdelenecek; Küresel Sermaye tarafından oluşturulan tehditler ve tehditler karşısında alınacak önlemler sebep-sonuç ilişkileri, yararları-zararları gibi yönlerle değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Türk, İslâm, Rus, Slav, Şangay, küreselleşme, terör, kaos.
***
‘’The Role of Turkısh World in New World Order:
Opportunities, Threats and the Integration to International System’’
THEMED SYMPOSIUM / TURKISTAN (26-28 April 2017)
The Subject of Assertion
THE FUTURE OF TURKISH WORLD IN NEW WORLD ORDER AND SHANGHAI COOPERATION ORGANISATION
A b s t r a c t :
The concept of ‘’New World Order’’ has been coming to the fore at certain times, particularly last 300 years; and our world has been reformed by global benefit groups that are against to human and Turkish-Islamic union.
After the civil wars, invasions and energy wars happening in Africa, Middle East and Asia especially in Afghanistan, Iraq, and Syria during the last quarter century which named as ‘’GLOBAL CAPITAL’’.
At the heart of the West based attempts, which can also be qualified as neo-colonialism movements, there are mainly matters of mythological, political and economic benefits of related Western Countries. Primarily targeted countries by the concept of ‘New World Order’ thrown out again in the later of 1980s are the countries in which Turkish and Arabic languages are being spoken. In other words, it is more likely that particularly Middle East and many other Asian countries’ borders and demographic structures will change as long as taking mentalist and attentive precautions.
In this assertion, it is going to be put emphasis on the necessity of increasing political, financial and military cooperation between Turkish speaking countries and İslam countries, which are decisive in protecting their national benefits in the future, most notably Turkey and Kazakhstan. The indispensable qualifications of a strong solidarity between Turkey and Shanghai Cooperation Organisationcountries will also be highlighted.
Besides, qualifications of transnational relationships, target and functional activities, and new policies on future plans will be studied; threats created by Global Capital and precautions against to threads will be evaluated in the frame of cause and effect relationship and benefit-loss link.
Key Words: Turkish, İslam, Russian, Slav, Shanghai, globalization, terror, chaos.
***
G i r i ş :
Yeni sömürgecilik hareketleri olarak da nitelendirilen teşebbüslerin temelinde; öncelikle ilgili Batılı Devletlerin mitolojik, siyasî ve ekonomik menfaatleri söz konusudur. 1980’li yılların sonlarında yeniden ortaya atılan “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ile öncelikli hedeflenen ülkeler, Türkçe ve Arapça konuşan ülkelerdir. Diğer bir ifadeyle, akılcı ve dikkatli önlemler alınmadığı takdirde; önümüzdeki çeyrek yüzyılda başta Ortadoğu olmak üzere, Asya ülkelerinin pek çoğunun sınırlarının ve demografik yapısının değişmesi kuvvetli muhtemeldir.
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri süregelen temel savaşın insanların ihtiras ve doymak bilmez yapısı olduğu tartışılır durumdan artık çıkmalıdır, kanaatindeyim. Çünkü, tarafsız bir değerlendirme yapılacak olursa, tarih boyunca, özellikle son asırlarda iktisadî gücü elinde bulunduran uluslararası güç odakları âdil olmayacak bir biçimde emperyalist emellerini gerçekleştirmek için insanlığa zulmetmektedir. Bu güçlerin başında ise “YENİ DÜNYA DÜZENİ” kavramı başta olmak üzere, “özgürlük, adalet, eşitlik, demokrasi” kavramlarını maske olarak kullanan uluslararası dev şirketler, onların yönettiği devlet yapılanmaları ve gizli örgütlenmeler gelmektedir.
“Batı’nın dış politikalarının temelleri, Doğu ülkeleri üzerine kurulmuştur. Doğuyu sürekli alçaltmak, ekonomik bağımlı hale getirmek, büyük bir pazar oluşturup elde tutmak, Doğu ülkelerindeki siyasî yapıyı sürekli aşağılamak… Avrupa ülkelerinde demokrasi teriminin adı bile geçmezken Doğu’da bu terim hiç ağızlardan düşmez.” (Doyuran, 2013:25)
cümlelerin içerdiği anlamları idrak etmek, Doğulu her toplumun ve bireyin başta gelen görevi olmalıdır, diye düşünmekteyiz.
Yeni Dünya Düzeni, bir taraftan “Neo-Liberalizm”, diğer taraftan ise “Küreselleşme” kavramları ile iç içe kullanılmaktadır. 21. yüzyılının ekonomik ve politik sistemi olarak kabul ettirilmek istenen “küreselleşme”; siyasî, ekonomik ve sosyokültürel değişimleri kapsayan bir yapı ortaya koymaktadır. (Sapancalı, 2001:2/5)[1]
“Küreselleşme, bir ABD projesi olarak, 1980’lerde, IMF, Dünya Bankası ve ABD Hazinesi arasında Washington Uzlaşması (Washington Consensus) adlı, çok önemli bir görüş birliğine varılmasıyla ortaya çıkmıştır.” [2]
Yeni Dünya Düzeni, uluslararası sistemi, iktisadî-siyasî ve toplumsal olayları belli aileler ve grupların kendi değerlerine göre yeniden biçimlendirme; o aile ve grupların geleneksel bakış tarzları doğrultusunda istenen bölgelerde huzur ve barışı sağlama, istenmeyen bölgelerde ise savaş ve çatışma çıkarma anlamına da gelmektedir, diye düşünmekteyim. (Kissinger, 2002:10/11)
Manas Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu öğretim görevlisi Levent DOYURAN ise Yeni Dünya Düzeni’ni “Kapitalizmin bir üst aşaması olan “Yeni Dünya Düzeni” projesiyle postmodern söylem üzerinden küresel bağlamda, tüm dünya toplumlarına nüfus edilerek, küresel çapta tüketim toplumu oluşturulması hedefleyen” (Doyuran, 2013: 1) bir sistem olarak görmektedir.
Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla birlikte dünyanın ABD öncülüğünde tek kutuplu bir yapı ortaya koyması, Yeni Dünya Düzeni kavramının yeniden ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. ABD öncülüğünde uygulanan programlarla, bu sistem, insanlığa düzen ve istikrar getireceğine, aksine yeni büyük toplumsal sorunlar, istikrarsızlık ve yeni çatışma alanları getirmiştir.[3]/[4]
“Yeni Dünya Düzeni” sözünün esrarını çözmek için, Batılı devletlerin hedef ve hayallerini de çok iyi analiz almak gerekir. Amerikan dolarında yazılı “Novus Ordo Seclorum” sözünden tutunuz, yine dolardaki “1776” tarihinin sadece ABD’nin kuruluş tarihi olmadığı; aynı zamanda uluslararası şer güçlerin sembolü “İlluminati” örgütünün de kuruluş tarihi olduğunu bilmekte yarar vardır. [5]/ [6]
İLLUMİNATİ, Amerika Dış İlişkiler Konseyi (CFR=Cefere), Bilderberg, Trilater Komisyonu, Evanjelizm gibi örgütleri kuran, destekleyen ve organize eden Rockefeller, Rothschild[7] gibi aileler ile Zbigniev BRZEZİNSKY, Henry KİSSENGER, Samual HUNGTİNGTON (Şentürk, 2006: 95/98)[8] gibi Yeni Dünya Düzeni‘ni kendi mitolojik ve iktisadî menfaatlerine uygun organize eden kişilerin hedef, niyet ve faaliyetlerini bilmeden son yüzyıldaki uluslararası olayların, terörün ve iktisadî hareketlenmelerin sebep ve sonuçlarını tayin etmenin imkânsız olduğu kanaatindeyim. Bunların temel amacının devlet yönetimlerini etkisiz duruma getirerek, özellikle ulus devlet anlayışını yok edici programlarını unutmamak gerekir.
“Afrika sömürgeciliğinden Büyük Ortadoğu Projesi’ne kadar ulusallıktan öte, çok uluslu tek merkezli küresel politikalar üretilmiştir. Avrupa’da komünizmin sadece isim olarak kalması, köklü bir değişime uğraması ya da yok olması, Sovyetler Birliği’nde politik yapının çökerek birliğin dağılması ve ardında günümüzde devam etmekte olan Orta Doğu ve bazı Afrika ülkelerindeki ‘demokratik çoğulcu sistem’ istemiyle gerçekleşen ayaklanmalar küresel çapta politik değişimin göstergeleridir.” (Doyuran, 2013: 20)
Ulus devlet anlayışının yok edilmek istenmesiyle ve uluslararası bilgisayar ve sosyal medya kuruluşlarıyla ilgili olarak gazeteci – yazar Serdar TURGUT‘un şu ifadeleri önemsenmeli kanaatindeyiz:
“Bu kavram Apple, Amazon, Facebook, Microsoft ve Google’ı birlikte tanımlamak için kullanılıyor. Bu beşli, oluşmakta olan Yeni Dünya Düzeni’nin kurucu ve egemenleri. Eskiden emperyalizm denilince Amerika veya komünizm dönemindeki Rusya kastedilirdi. Artık, bu beş şirket akla geliyor. Bunların hepsinin merkezi Amerika’da olsa da, Amerikan değerleri ve kültürünün taşıyıcısı olsalar da artık emperyalizm denilince akla güçlü devletler değil, bu güçlü şirketler geliyor.
Yeni global düzenin bu hâkimleri, aynı zamanda “millî devlet kavramının da sonunu getirecek düzeni” temsil ediyorlar. Bu şirketlerin koydukları kurallar, getirdikleri teknolojiler, iş yapma etikleri; kültürleri, ulusal yasaları ve kontrolleri aşıp birçok durumda onları geçersiz kılıyor.”[9]
“Yeni Dünya Düzeni” kavramı, adı geçen şahısların (Rockefeller, Rothschild, Zbigniev BRZEZİNSKY, Henry KİSSENGER, Samual HUNGTİNGTON ve diğerleri) ataları tarafından her ne kadar önceki yüzyıllarda ortaya atılmış olsa da, esas itibariyle son yarım yüzyıldır, daha sistematik olarak gündemde tutulmaktadır.
Amerika Dış Politika Araştırmaları Enstitüsü başkanlığı da yapan Robert Strausz HUPE, “Yeni Dünya Düzeni” kavramının dünya gündeminde sıcak tutulmasını sağlayan önemli bir şahsiyettir. Adı geçen bütün isimlerin ortak niteliği ise; hepsinin de CFR üyesi, ırkçı Yahudiler olmasıdır. (Berkkan, 2014: 40/41)
Bu kişilerin temel amaçlarının başında ARZ-I MEVUD‘u[10] gerçekleştirmek olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, Türkiye, İran, Suriye ve Irak topraklarında bir KÜRDİSTAN kurulmalı; belirlenen coğrafyada nüfus boşaltılmalı; etnik çatışmalar çıkarılmalı, işgâl, savaş ve terör dahil her türlü yola başvurulmalıdır.
“Perde arkasında asıl olan, büyük güçlerin çatışması ve bu yönde verilen güç mücadelelerdir. Gerçekte, çatışma içerisindeki etnik grupların birbirlerine rakip güçlerce desteklenmeleri, bu tür çatışmalar için genellikle en trajik ve talihsiz durumdur. Çünkü böylesi bir durumda, dış güçler aralarında bir anlaşmaya varmadıkları sürece, yerel çatışmaların barışçıl bir sonla bitmesi çok zor, hatta imkânsızdır.” (Berkkan, 2014:42,79)
PKK, DAEŞ ve FETÖ, El Kaide, Taliban gibi terör örgütlerinin ortaya çıkışlarının asıl sebepleri ve yayılmaları da bundan ötürüdür.[11] Coğrafyanın boşaltılma çalışmaları içinde sadece terörün olmadığı, terörle birlikte biyolojik ve kimyasal silâhlara da önem verildiğini ifade etmek gerekir.
Yapılan araştırmalarda görülmektedir ki, AIDS, EBOLA, kuş gribi, domuz gribi, kanser gibi hastalıkların önlenmesi bahanesiyle yapılan aşılama ve biyolojik yaptırımların uygulanmasında da insan ırkının yok olmasına yönelik gayret ve faaliyetleri göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) ve “hibrit” tohumunun[12] asıl merkezinin İsrail ve Amerika olduğu gerçeği düşünülürse, sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.[13] Çünkü, YENİ DÜNYA DÜZENİ ve TEK DÜNYA DEVLETİ‘ni plânlayanlara göre, dünya nüfusunun azaltılması için her türlü yola başvurmak meşrudur.
Televizyon yorumcusu ve Yazar Banu AVAR’a göre ise; Yeni Dünya Düzeni, “Batılı liderlerin, dünyanın efendiliğine soyunan çokuluslu şirket yöneticilerinin, NATO liderlerinin, Birleşmiş Milletler genel sekreterlerinin, ağızlarından düşmeyen bir kavramdır.” [14]
Nicholas ROCKEFELLER, 1994 yılında “Küresel bir değişimin eşiğindeyiz. Beklentimiz, tam zamanında gelecek bir bunalımdır. Uluslar, Yeni Dünya Düzeni’ni o zaman mecburen kabul edeceklerdir.”[15]açıklamasını yaparken, kendi inanç ve menfaatlerinden uzak hiçbir topluma ve devlete hayat hakkı vermek istemeyeceklerini haykırmaktadır. İnsanlığı ve insanca yaşama biçimini görmezden gelmek bir kenara, yok etme gayreti içinde bulunan bu düşüncenin savunucularından biri de başka CFR üyesi Paul WARBURG‘tur. O’na göre, “Her şey, tek dünya devleti için” dir.
Sovyetler Birliği’nin ve çift kutuplu dünya yönetiminin bitişinde insanlığa yeni bir düşman gösterilmeli idi. Tabiî ki, bu durum, tamamen şekilden ve sahte insanlık havariliğinden ibaretti. Nihayet, 11 Eylül 2001 tarihinde bu havarilik misyonu, hayat hakkı kazandı.[16] Plânlandığı biçimde ikiz gökdelenler yıkıldı ve binlerce insanın kanı pahasına insanlığın önüne yeni bir düşman çıkarıldı. Bu düşman, İslâm dini ve Müslümanlar’dı.
Leo Strauss‘un ifade ettiği gibi 21. yüzyılın ilk yıllarında toplumları yönlendirmek için dünya genelinde etkili olacak bir şoka ihtiyaç vardı. İkiz gökdelenlerin yıkılması ile evrensel boyutta bir şok yaşatıldı. Böylece, küresel güçler, dünya coğrafyasını değiştirebilmek ve emperyalist amaçlarını gerçekleştirebilmek için önemli bir mazeret elde etti.[17]
Amerika başta olmak üzere Batı dünyasının yetiştirip kemale erdirdiği Usame Bin LADEN‘nin liderliğini yaptığı El-Kaide örgütü bahane gösterilerek tedricen İSLÂMOFOBİ anlayışı oluşturuldu ve yeni düşman olarak İSLÂM gösterildi. Bu maksatla, önce Afganistan işgâl edildi.[18] Artık, dünya basınındaki en önemli manşetlerden biri; “Terör = İslâm” dır. 2001 yılından sonraki algı operasyonu ile Müslümanların terörist olduğu inancı güçlendirilmek istendi.[19]
Mitolojik, iktisadî ve siyasî amaçlarını gerçekleştirmek isteyen küresel büyük şirket (kartel) sahipleri, onların finanse ve organize ettikleri devletler ve uluslararası sivil toplum örgütleri faaliyetlerini son çeyrek asırda artırmış ve hızlandırmış durumdadır. Onlara göre; nükleer ve kimyasal silâhlar üreten Irak’ın ve İnsanlık düşmanı olarak gösterilen Irak devlet başkanı Saddam HÜSEYİN’in cezalandırılması ve Irak halkının özgürleştirilmesi gerekmekte idi. Saddam Hüseyin, kim oluyordu da, iki gün içinde (2-4 Ağustos 1990) petrol bölgesi Kuveyt’i topraklarına katabilirdi? Irak ve Saddam Hüseyin cezalandırılmalı idi. Nitekim, Amerika’nın öncülüğünde, İngiltere, Fransa gibi Batılı ülkeler, 1. Körfez Savaşı’nı gerçekleştirdi (17 Ocak 1991-28 Şubat 1991). Böylece Kuveyt, Batılı emperyalist devletlerin iktisadî menfaat alanına fiilen girdi. İşin enteresan tarafı, Mısır, Suudî Arabistan gibi Müslüman devletler de bu harekâtta Batılı devletlerin yanında yerini aldı.
“İkinci Körfez Savaşı” veya “Irak Savaşı” olarak tarihe geçen savaşla, Batılı ülkelerin menfaatleri tekrarlandı. Yine aynı senaryo, yine aynı algı operasyonları gündemde sıcak tutuldu. Saddam Hüseyin ve Irak, insanlık düşmanı olarak gösterilmeye devam edildi. ABD öncülüğünde çok uluslu koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’de Irak’a harekât düzenledi. IRAK’I ÖZGÜRLEŞTİRME OPERASYONU adı altında yapılan bu harekâtın sonunda en az bir milyon sivil insan öldü. Günümüzde Irak, üç ayrı bölgeye ayrıldı; kaos devam etmekte ve Irak’ın geleceği hakkında derin endişeler bulunmaktadır.[20]
11 Eylül 2001’de ikiz gökdelenlere yapılan saldırıyı bahane eden ABD, menfaat müttefiki İngiltere ile birlikte 7 Ekim 2001’de Afganistan’a harekât düzenledi. Sonraki zamanlarda bu harekâta diğer NATO ülkelerinin askerleri de katıldı.[21] Gösterilen amaç, Usama Bin LADEN‘i, El-Kaide ve Taliban‘ı etkisiz hale getirmek ve terörü sonlandırmaktı. Gerçekte ise, İslâm düşmanlığı ekseninde, her zamanki hedefi gerçekleştirmek, mitolojik, iktisadî ve siyasî menfaatler doğrultusunda İslâm’la terörü eşdeğer göstermekti. Binlerce insan işkenceye tâbi tutuldu ve resmî rakamlara göre Afganistan’da beş bin sivil insan öldü.[22]
Afganistan üzerinde oynanan oyunların yararı da olmadı diyemeyiz. ABD başta olmak üzere, Batılı Devletlerin Afganistan coğrafyasıyla ilgilenmesi, Rusya ve Çin başta olmak üzere bölge ülkelerine dış politikada yeni açılımlar yapmasına fırsat verdi. Bölge ülkeleri, El-Kaide ve Taliban kaynaklı terör örgütlerine karşı tedbirler aldı. Özellikle Özbekistan ve Kazakistan, El-Kaide ve Hizbul Tahrir gibi radikal örgütlerin hareket yeteneğini sınırlandırdı. (Temur, 2015: 79)
“Orta Asya ülkelerinin stratejik açıdan en temel sorunu tek bir büyük güce bağlı kalmaktan kurtulmaktır. Bu çerçevede ŞİÖ, Orta Asya cumhuriyetleri için Çin ve Rusya arasında dengeli ilişkiler geliştirerek hem her iki güçle olan sorunlarını çok uluslu bir platformda giderme hem de Pekin ve Moskova’yı birbirine karşı kullanma açısından güzel bir zemin hazırlamıştır. En azından tek bir güce dayanmaktansa iki büyük bölge gücüne dayanır hale gelmişlerdir. Bu yönüyle ABD’nin Afganistan’a yerleşmesi Orta Asya ülkeleri açısından büyük bir fırsat doğurmuş ve bölgede üçüncü bir güç merkezi ortaya çıkmıştır.” (Çolakoğlu, 2004:189)
***
17 Aralık 2010’da Tunus’ta bir gencin kendini yakmasıyla birlikte düğmeye basıldı ve Kuzey Afrika başta olmak üzere Arap Dünyası’nda (Tunus, Libya, Cezayir, Mısır, Bahreyn, Yemen, Sudan, Suriye) peşi sıra ayaklanmalar, protestolar, katliamlar ve yönetim değişiklikleri yapıldı.[23] “Arap Baharı” olarak adlandırılacak ve hâlâ günümüzde sıcaklığı artarak devam eden kaoslar zinciri oluşturuldu.[24]
Yeni Dünya Düzeni isteyen uluslararası güç odakları, perde gerisinden her türlü vahşeti ve emperyalist düşüncelerini gerçekleştirmek için güçlü algı operasyonlarını uygulamaya devam etti. Televizyon, sinema, tiyatro ve yayın vasıtaları ile[25] yeni düşman İSLÂM hakkında her türlü kirli propaganda yapıldı. Onlara göre, TERÖR’le birlikte anılan Müslümanlar, doğu toplumları barbardı ve barbarca birbirlerini öldürüyorlar ve akla gelmedik vahşeti sahneye koyuyorlardı. (İşyar, 2015:1)
Dünya, gözünü-kulağını kapatmış izlemekte idi. Ne de olsa Müslümanlar teröristti; birbirlerine vahşice davranmaları da doğaldı. Afrika ülkelerindeki Boko Haram, Suriye ve Irak’ta DAEŞ terör örgütlerinin yaptıkları da bu düşünceye birer belge idi.[26] Bununla birlikte, İslâm ülkelerinin yöneticileri de kayıtsızlıklarına devam etti, emperyalist uluslararası güçlere karşı birlikte önlem alma yolunu seçmedi.
Suriye’de 2010 Aralık ayından itibaren başlayan ve günümüzde de çok uluslu şirketlerin ve süper devletlerin menfaat çatışmaları, desise ve hileleri bütün şiddetiyle devam etmektedir. Şubat 2017 rakamlarına göre, resmî olarak üç buçuk milyon, gayri resmî rakamlara göre beş milyon Suriyeli Mülteci Türkiye’de bulunmakta. Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Avrupa ülkelerinde ortalama on milyon göçmen Suriye dışında yaşamak zorunda. Bu şekliyle Suriye coğrafyasında nüfus azaltılmış durumda.
Türkiye’nin bütün ısrarlarına rağmen, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge hâla oluşturulmuş değil. Musevî-Hıristiyan İttifakı’nın temsilcisi konumundaki devletler, DAEŞ, PKK, FETÖ, YPG ve PYD terör örgütlerine finans, ağır silâh, mühimmat ve eğitim desteği vermeye bütün hızıyla devam etmekte. Suriye, kaynayan bir kazan, kazanın altındaki ateşi körükleyen de yine çok uluslu sivil toplum örgütleri ve Batı Dünyası… [27]
Küresel sermaye temsilcileri, Şangay İşbirliği Örgütü‘ne üye, gözlemci üye ve diyalog ortağı devletlere karşı sinsice politikalar uygulanmaktadır. Batılı devletler, özellikle Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılmasını; Rusya başta olmak üzere, örgüt üyesi devletler ile samimî ve akılcı ilişkilere girmesini engelleme gayreti içindedir.
Batılı devletler, Türk devletleri ile Rusya ve Çin’in arasındaki müspet gelişmeleri ortadan kaldırıcı, olumsuzluğu artırıcı politikalara önem vermektedir. Böyle bir dünya ve Avrasya ortamında Türkiye başta olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Azerbaycan, Türkmenistan’ın tavırları ve ilişkileri dikkatlice takip edilmektedir.
***
ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ – TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI
Şangay İşbirliği Örgütü üyesi devletler ve Türkiye, kendilerine karşı oluşturulan politikalar konusunda neler yapacaktır veya yapmalıdır?
Türk Dünyası’nın geleceği nasıl olacaktır veya olmalıdır?
Şangay İşbirliği Örgütü üyesi devletler ve diğer ilgili devletler, tehditler karşısında nasıl alternatif politikalar uygulayacaktır veya uygulamalıdır?
Bu soruların cevapları niteliğinde şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür:
Şangay İşbirliği Örgütü, 15 haziran 2001 tarihinde “Şangay Beşlisi” adı ile Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan tarafından kuruldu. ÜYE DEVLETLER, GÖZLEMCİ DEVLETLER ve DİYALOG ORTAĞI DEVLETLER biçiminde üçlü bir teşkilât yapısına sahiptir. 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımı ile örgüt, “Şangay İşbirliği Örgütü” adını aldı. (Temur, 2015:11)
ABD öncülüğündeki Batılı devletlerin Afganistan başta olmak üzere bölgedeki istikrarsızlaştırma politikalarına karşı alternatif politikalar üretme faaliyetlerine önem verdi. Aynı şekilde, üye devletlerin coğrafyasında El-Kaide ve Taliban örgütlenmelerine karşı işbirliği politikalarına ağırlık verdi. (Temur, 2015:33)
Dünya petrolünün %25’ini, doğal gazın % 50’sini, kömürün % 35’ini, uranyumun % 50’sini elinde bulunduran Şangay İşbirliği Örgütü, Batı Bloku karşısında “Ben de varım.” mesajını etkili olarak vermiştir. (Temur, 2015:37/39) Üye devletlerden Çin, altı trilyon dolar altın rezervine sahiptir ve IMF raporlarına göre önümüzdeki beş yıl içinde dünyanın en büyük ekonomisine sahip bir devlet konumundadır. (Temur, 2015:41,82)
Kazakistan, Türk Cumhuriyetleri arasında en zengin petrol kaynaklarına sahiptir. Devlet Başkanı Sayın Nursultan NAZARBAYEV, 1991 yılından itibaren uyguladığı politika ile Kazakistan’ın ekonomik yapısını güçlendirdi. Sayın NAZARBAYEV, Avrasya ve Şangay İşbirliği ülkelerinin birlik halinde güçlü olabileceğine inanmış bir lider olarak kendini gösterdi. (İşyar, 2016:207/210)[28]
Birleşmiş Milletler (BM), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ), Avrasya Ekonomik Topluluğu (AEB), Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) gibi uluslararası kuruluşlarla ortaklık anlaşmaları yapması ve sıcak ilişkiler kurması da Şangay İşbirliği Örgütü’nün artı hanesine yazılmış durumdadır.
Şangay İşbirliği Örgütü coğrafyası; Türk-İslâm, Slav-Hıristiyan, Çin-Budist, Hint-Hinduizm medeniyetlerini bütünleştirmektedir. Bu coğrafya, medeniyetler ittifakını gerçekleştirebilecek konumdadır. Örgütün iki süper devleti Rusya ve Çin’in; “büyük tehdit” Amerika ve Batı’ya karşı, birbirlerini “küçük tehdit” olarak gördükleri durumunu da gözden uzak tutmamak gerekir.
Küresel ekonomi ve politik sistemin ekseni Amerika ve Avrupa’dan Asya’ya dönmektedir. Bu gerçek, Batılı Devletleri telaşlandırdı; Yeni Dünya Düzeni‘ne hayat hakkı vermede büyük engel olarak görüldü. Yeni Dünya Düzeni fikrinin öncüsü konumundaki ABD, Körfez Savaşı, Irak Harekâtı, Arap Baharı, Bosna Soykırımı ve Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki faaliyet ve programlarına önem verirken bir yerde Avrasya coğrafyasına yönelik faaliyetlerini geri plâna ittiğinin farkına vardı. Bu durum, Şangay İşbirliği Örgütü ülkelerinin demokratikleşme sürecini güçlendirdi. Ayrıca, 2005 yılında Astana’da yapılan Şangay işbirliği Örgütü Devlet Başkanları Konseyi toplantısında, ABD’nin “gözlemci devlet” olma talebinin reddedilmesi de önemli olay olarak görülmelidir. Özbekistan tarafından ABD’nin bu ülkedeki askerî üslerinin kapatılması da, Batılı ülkelerin Şangay İşbirliği Örgütü’nün gücünü görmesi bakımından kayda değer önemli olaydır. (Temur, 2015:81)
Şangay İşbirliği Örgütü üyesi ülkeler arasındaki geleneksel düşmanlıkların da olduğu bir gerçektir. Çin x Hindistan, Pakistan x Hindistan, Rusya x Çin, Rusya x Türk Devletleri, Çin x Türk Devletleri arasındaki geçmişe dayanan toplumsal sorunlar ortadan kalkmasa bile, asgarî düzeye indirme politikalarına daha çok önem verilmesi durumunda, örgütün dünyanın geleceğinde önemli iktisadî-siyasî güç olacağı kesindir. Ayrıca, ülkeler arasındaki sınır anlaşmazlıkları da temel sorunlardan biri olarak göz ardı edilmemelidir.
“En belirleyici sorun ŞİÖ ülkeleri arasındaki sınır ihtilaflarıdır. Orta Asya ülkeleriyle Çin arasındaki muhtemel sınır anlaşmazlıkları sınır güvenliğini kökünden etkilemese de bu ülkelerin Çin’le olan ikili ilişkilerine ve çok taraflı işbirliği projelerine zarar verebilir. Kırgızistan ve Kazakistan’da Çin ile yapılan sınır anlaşmaları yüzünden içeride ciddî bir muhalefetle karşılaşmıştır. Tacikistan açısından Çin ile olan sınır sorunları daha az önemli gözükmektedir. Ancak, Tacikistan’daki bir iktidar değişikliğinden sonra Duşanbe’deki yeni yönetimin bu konuda nasıl bir tavır takınacağı önem kazanmaktadır. Bu tür sınır sorunları, Çin ve Rusya arasındaki ikili ilişkileri de olumsuz yönde etkileyecektir.” (Çolakoğlu, 2004:194)
Örgüte üye devlet yöneticileri bu gerçekleri bildikleri için her türlü yardımlaşma ve ilişkilerde karşılıklı menfaat ölçülerine dikkat etmektedir. Bu amaçla; örgütün kalıcı ve yararcı politikaları şöyle özetlenebilir:
“1. Üye devletlerin her birinin eşit haklara sahip olması,
2. Düzenli istişare mekanizması,
3. Alınan kararların konsensus usulüne göre belirlenmesi,
4. Her türlü sorun karşısında üyelerin karşılıklı güven ve işbirliği içinde çözüm yolu araması,
5. Üye devletlerin egemenliklerine tam saygı gösterilmesi ve iç işlerine karışılmaması.” (Temur, 2015:86)
***
Türkiye – Şangay İşbirliği Örgütü ilişkilerine gelince;
Türkiye Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, 2013 yılında Başbakan görevinde iken Rusya’ya yaptığı bir ziyarette Rusya Federasyonu Devlet Başkanı PUTİN’le birlikte yaptığı bir basın toplantısında “Bizi, Şangay’a alın da şu AB’den kurtulalım.” (Temur, 2015:97/96) demesi ile Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmek istediğini açıkladı. Türkiye, PUTİN ve NAZARBAYEV’in aracılığı ile Nisan 2011’de resmen başvuruda bulundu.(İşyar, 2015:328)
Türkiye, şu an Diyalog Ortağı Devlet niteliğindedir. Özellikle, ERDOĞAN ile PUTİN arasında, 15 Temmuz Darbesi’nden sonraki süreçteki yakın dostluk ilişkileri ile çok yakın zamanda Türkiye’nin örgüte tam üye olacağı konusunda olumlu gelişmeler gözlemlenmektedir. Ayrıca, Kazakistan Devlet Başkanı NAZARBAYEV‘in ERDOĞAN ile PUTİN arasındaki dostluk ilişkilerinin kurulması ve geliştirilmesinde etkili arabulucu olması da bu düşünceyi güçlendirmektedir. Özbekistan’ın yeni Cumhurbaşkanı Şevket MİRZİYOYEV‘le birlikte Türkiye-Özbekistan arasındaki sıcak ilişkilerin güçlendirilmesinin de bu süreçte olumlu etkilerinin olacağı tahmin edilmektedir. Önümüzdeki birkaç yıl, belki de 2017 yılı içinde Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olacağı konusunda önemli adımların atıldığı görülmektedir.
Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile birlikte NATO’nun da görev ve işlevleri konusunda tartışmalar başladı. Üye devletler, başlangıçta NATO’nun sona erdirilmesini düşünseler de devam etmesinin yararlı olacağı konusunda anlaştı. Çünkü, Doğu Bloku‘nun yıkılması sonucunda, NATO’nun varlık sebebi, belli bir süre etkin bir biçimde ortaya konamadı. 2001 yılında ikiz gökdelenlere yapılan saldırı ile birlikte, küresel terör ve asimetrik bölgesel çatışma ve sorunların çözümünde NATO’ya yeni bir görev verildi.[29]
Türkiye, NATO üyesidir. AB‘ye üye olmak için de son 50 yıldır büyük gayret göstermektedir. Lâkin, AB, Türkiye’yi tam üye yapmamak için her türlü fırsatı değerlendirmektedir. Türkiye, AB’nin istediği giriş kriterlerinin tümünü büyük bir özveri ile yerine getirmesine rağmen, AB’ye üye ülkeler, Türkiye’ye çifte standart uygulamaktan geri durmamaktadır.
NATO ve AB ülkeleri, Türkiye’nin bütün ısrarlarına, uyarılarına rağmen; PKK ve onun Suriye’deki türevleri olan YPG ve PYD’ye destek vermektedir. Terör örgütlerini finanse etmekte, medyaları aracılığı ile onlara destek olmaktadır. Almanya ve Hollanda’nın Türkiye’nin aleyhinde son aylarda ortaya koyduğu faaliyetleri de Türkiye-Almanya / Türkiye-Holanda ilişkilerini olumsuz etkilemektedir.
“Amerika, İsrail ve ilgili devletlerin, Ortadoğu coğrafyası üzerinde tedricen uyguladığı strateji ve politikalarda ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanmasının temelinde Suriye’den sonra İran bulunmaktadır. Nihaî hedefin ise, NATO üyeliğimize rağmen, Türkiye ve İstanbul olduğu unutulmamalıdır. “ (Kıymaz, 2012:73)
AB ülkeleri, tedricen ekonomik bir kriz yaşamaktadır. Batı’nın şımarık çocuğu konumundaki Yunanistan defalarca iflas etmesine rağmen, kurtarılma girişimleri ile nisbeten ayakta durmaya çalışmaktadır. İspanya, Fransa ve İtalya’da iktisadî krizler giderek artmaktadır. Tâbir caizse, Almanya, AB’nin ekonomisini tek başına göğüslemeye çalışmaktadır. İngiltere, AB’den ayrılmak için belirlediği programı uygulamaktadır. Yıllar öncesinde de AB’nin para birimi Euro’ya geçmemiş; Sterlin üzerinden kendi para birimini korumuştu. AB ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelecekte çözüleceği ihtimali hızla artmaktadır. Yakın gelecekte Almanya’nın AB üyesi diğer ülkelere restini çekeceği ihtimalleri gündemdedir. Bu nedenle, Türkiye’nin AB ülkelerine ihtiyacından ziyade, AB ülkelerinin Türkiye’ye ihtiyacının olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.[30]
Bu temel gerçeğe rağmen, AB ülkelerinin yönetici ve iş adamlarının zaman zaman “AB, bir Hıristiyan Birliği’dir. Müslüman bir ülkenin birliğimiz içinde yeri olamaz.” türden açıklamaları da, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin olmayacağının bir yansıması olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye, askerî gücü yüksek bir NATO ülkesidir. Üyelik niteliklerini ve görevlerini yıllar içinde eksiksiz yerine getirmiştir. Aynı ittifak içinde bulunmasına rağmen, diğer NATO ülkeleri, “Melek görünümlü şeytan” nitelikleriyle her fırsatta düşmanlıklarını ortaya koymaktadır. Türkiye; Suriye’de, Irak’ta DAEŞ, PYD ve YPG elbiseleri giydirilmiş Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan özel kuvvet askerleriyle mücadele etmektedir. Teröristlerin elindeki silâh ve mühimmatların önemli bir bölümü NATO üyesi ülkelerin envanterinde bulunan silâh ve mühimmatlar olarak belgelenmektedir.[31]
Bütün bu gerçekler göstermektedir ki, NATO üyesi devletler ve yöneticileri Türkiye’ye sadece kâğıt üzerinde dostturlar. Fiiliyatta ise her türlü desise ve düşmanlıklarını yapmaktadır. Bu gerçekler bilinmesine rağmen; Türkiye, bölgenin ateş çemberinin büyümesini ve insanlığın zarar görmesini istemediğinden yüksek sabırla diplomatik yöntemlere önem vermektedir.
Türkiye’nin karşılıklı menfaatlerin öne alındığı yeni ittifaklar aradığı bir gerçektir. Bu yeni ittifaklardan biri niçin ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ olmasın? Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan özbeöz soydaşımız, kandaşımızdır. Tacikistan, tarihî derinliklerimizin olduğu kardeşimiz, dindaşımızdır.
Rusya Federasyonu’nun Duma Meclis Başkan Yardımcılığı görevini uzun yıllar yapmış ve hâlen Demokrat Liberal Parti’nin Genel Başkanı görevini yürüten Vladimir JİRİNOVSKİ‘nin “Rusya ile Türkiye 400 yıldır savaşmaktadır. Bu durumdan kim yarar görmüştür?” … “FETÖ’nün 15 Temmuz’da gerçekleştirdiği darbe girişimi sırasında Moskova‘da bütün gece uyumadık; Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın soğukkanlı simasını televizyonda gördükten sonra Türkiye‘nin sağlam bir zemin üzerinde olduğunu anladık ve rahatladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın darbe girişimine karşı tutumunu, duruşunu, soğukkanlılığını ve FETÖ ile mücadelesini takdir ettik.”[32] “Şu anda dünyada en etkin rol oynayabilecek üç tane devlet başkanı var. Bunların arasında Sayın ERDOĞAN, Sayın PUTİN ve TRUMP var. Dünyayı kendilerine bırakalım. Mevcut durumda Şanghay İşbirliği Örgütü, dünyanın en güçlü uluslararası örgütü haline gelmiştir. Bunların üyeleri arasında biz, Türkiye‘yi gerçekten görmek istiyoruz.”[33] biçimindeki açıklamaları da gelişmelerin daha çok olumlu hale dönüşeceğini göstermektedir.
Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olması konusunda 2011 yılından itibaren yapılan anketlerde de halkın büyük çoğunluğunun kanaatini olumlu görülmektedir. Anketlere katılanlara yöneltilen “AB ile ilişkilerin kopması durumunda Türkiye’nin hangi uluslararası örgüte katılmasını destekliyorsunuz?” sorusuna verilen cevapta birinci sırada Şangay İşbirliği Örgütü çıkmaktadır. (Temur, 2015:99/100)
Rusya, NATO’nun doğuya doru genişleme sürecinden endişe etmektedir. Özellikle, NATO’nun Baltık ülkeleri ve Ukrayna’ya yönelik genişleme faaliyetlerinin karşısında durmaktadır. Bu doğrultuda askerî harcamalarını artırmaktadır. Türkiye’nin de bir NATO üyesi ülke olması, Rusya’nın Türkiye’ye bakış tarzında temkinli olmasına neden olmaktadır. (İşyar, 2015:125/126)
Şunu da belirtmemde yarar görmekteyim: Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkması taraftarı değiliz. Türkiye, AB üyeliği sürecini devam ettirebilir; hatta, NATO üyeliğinden çıkmak için gayret göstermesi de gerekmeyebilir. Her iki ittifak ile de karşılıklı menfaatler doğrultusunda bağlarını kesmeden, Rusya başta olmak üzere Avrasya ve Şangay İşbirliği Örgütü ile diplomatik işbirliğini artırabilir ve üyelik için üzerine düşen görevlerini yerine getirebilir kanaatindeyim.
Türkiye, AB ve NATO’da kalsa bile, Türk Cumhuriyetleri ve İslâm Dünyası ile yeni ittifaklar kurulması vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak değerlendirilmelidir. Ortam müsaittir, nitelikler uygundur. Sürecin hızlandırılması ve Türkiye’nin öncelikle Şangay İşbirliği Örgütü‘ne tam üye olması yönünde faaliyetlere önem verilmelidir.
“İttifak üyesi ülkelerden Rusya ile Çin arasında, Türkiye ile Rusya arasında, Türkiye ile Çin arasında gelecekte hiçbir sorun çıkmaz.” demek gerçekçi olmaz diye düşünmekteyim. Şüphesiz ki, bu ülkeler arasında ekonomik rekabetler, tarihe ait geleneksel sorunlar zaman zaman nüksedebilir. Her şeyden önce din farklılığı söz konusudur ve ülke insanları farklı kültürel yapılardan gelmektedir. İslâmiyet’in, Hıristiyanlığın, Budizm’in ve Hinduizm’in ortak söylemlerinin ölçü alınması ve karşılıklı ekonomik menfaatlere titizlikle dikkat edilmesi durumunda, sorunların üstesinden gelinebileceği kanaatindeyim.
Türkiye’nin 2003 Irak krizinde ABD askerlerinin topraklarından geçmesine izin vermemesi, bu doğrultuda parlamentosundan karar çıkarması ve Batı ülkelerine karşı bir tavır ortaya koyması ile Rusya yöneticilerinin Türkiye’ye bakış açısında kırılma yaşandığını söylemek mümkündür. Rus Jeopolitikçisi Aleksander DUGİN ve Eduard BAGRAMOV, Aleksander KADİRBAYEV gibi fikir adamlarının Türkiye’ye yönelik olumsuz kanaatlerinin olumluya döndüğünü söylemek gerekmektedir.
BAGRAMOV’un “TÜRK-SLAV BİRLİĞİ” tezi doğrultusunda Türk-Rus yakınlaşmasının her iki toplumun da menfaatlerine uygun olarak değerlendirilmektedir. Avrasya coğrafyasında Türklük ve Slavlık kültürel özelliklerinin uyumlu bir biçimde harmanlanması ile pek çok sorunun üstesinden gelineceği inancına önem vermek gerektiğini düşünmekteyiz. Aleksander DUGİN’in, Yeni Dünya Düzeni karşısında “Türkiye ve Rusya, Avrasya bölgesinde, birbirlerine rağmen değil de, birlikte hareket etmelidirler.” (İşyar, 2015:6-55/56)görüşüne hayat hakkı verilmesinin önemi, her iki devlet yöneticilerinin temel ölçüsü olarak algılanmalıdır, kanaatini taşımaktayız.
***
S o n u ç :
Tek kutuplu dünya anlayışını benimseyen ve daha çok emperyalist hedeflere sahip Yeni Dünya Düzeni‘nin temsilcisi ABD ve yandaşı ülkelere karşı yeni oluşumlara ve ittifaklara gereksinim olduğu bir gerçektir. Yeni oluşum olarak görülen en güçlü yapılanma Şangay İşbirliği Örgütü’dür. Rusya ve Çin’in önderliğinde kurulan Şangay İşbirliği Örgütü, ABD başta olmak üzere Batılı Devletler tarafından yakından izlenmekte ve örgütün aleyhinde alternatif senaryoların sahneye konması için gayret sarf etmektedir. Çin, gittikçe artan dünyanın büyük ekonomik gücü konumundadır. Ekonomide güçlenen ve süper devlet olma psikolojine sahip Çin, daha aktif ve daha sabırlı bir iktisadî ve siyasî politika izlemektedir. (İşyar, 2015:236)
ABD’nin, Avrasya bölgesinde iktisadî ve siyasî alanda kendine rakip istemediği de bilinen başka bir gerçektir. Özellikle Rusya ve Çin’in daha çok büyümesini istemeyen ABD, Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik politikalarına ağırlık vermektedir. ABD, Özbekistan’daki askerî üslerinin kapatılmasından sonra, coğrafyada yeni askerî üsler kurmak hedefindedir. Zbigniew BRZEZİNSKİ‘nin “Washington, Avrasya bölgesinin kontrolünü ele geçirerek, gelişmiş diğer ülkelerin sistemde ABD’nin yerine geçme isteklerini kırmalıdır.” açıklaması, bu düşüncenin ürünü olarak değerlendirilmelidir. (İşyar, 2015: 124/125)
“Rusya ve Çin başta olmak üzere, Şangay İşbirliği Örgütü, geçmiş yıllarda Özbekistan’a destek vermiş, Özbekistan’daki ABD üslerinin kaldırılmasını sağlamıştır. Sonraki zamanlarda bu örgüt; Hindistan, Pakistan ve İran’a gözlemci statüsü vermiştir. 15 Haziran 2006’da altı üye ve üç gözlemci devletin katılımıyla Şangay’da gerçekleşen 5. Zirve, ‘ABD karşıtı Avrasya Bloku’ görünümünü güçlendirmiştir.” (Kıymaz, 2012: 64)
Özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi kavramlarına önem verdiği iddiasına sahip Yeni Dünya Düzeni savunucularının, bu iddialarını gerçekleştirmediği aşikârdır. Yeni Dünya Düzeni’nin savunucuları, küresel yoksulluğun üstesinden gelmede başarısızdır. Ayrıca, toplumsal sorunlar da hızla büyümektedir. Sorunların üstesinden gelmek için yeni uluslararası örgütlere ve örgütlenmeye ihtiyaç vardır. (Sapancalı, 2001:21/22)
Batılı Devletlerin, özellikle uluslararası dev kartellerin yöneticilerinin mitolojik, iktisadî ve siyasî menfaatlerine uygun plânlanan Yeni Dünya Düzeni‘ne karşı gerçekçi mücadelenin yapılması; gerçek anlamda tüm ulusların ve insanlığın yararına mantıklı ve insancıl sonuçların alınması amacıyla BRICS PLATFORMU‘nun faaliyet ve hedeflerinin de göz ardı edilmemesi kanaatindeyiz.
BRICS PLATFORMU, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika tarafından Nisan 2012’de Yeni Delhi’de kuruldu. Bu platform, başta ABD olmak üzere Yeni Dünya Düzeni taraftarlarının uygulamalarına karşı olduklarını deklere ettiler. Platform üyesi ülkeler, Uluslararası Para Fonu (IMF) ‘nun statüsünde bütün ülkelerin lehine olabilecek değişikliklerin yapılmasını istedi. Dünya Bankası‘na alternatif olabilecek kurumların da kurulması gerektiğini açıkladı. Ayrıca, dünya gerçeklerin göz önünde tutularak Yeni Dünya Düzeni’nin daha somutlaştırılmasını istedi. Bütün bu gerçekler, dünyanın geleceğinde “tek kutupluluk” tan ziyade, “çok kutupluluk” prensibinin etkin olacağını göstermektedir. (Zor, ?:408)
En kapsamlı uluslararası örgüt Birleşmiş Milletler, veto hakkına sahip beş ülkenin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) tasarrufunda, görev yetkilerini etkin biçimde ortaya koyamayan bir örgüt konumundadır.[34] Birleşmiş Milletler, milletler ve devletler üstü bir örgüt değildir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip ERDOĞAN‘ın, son yıllarda ortaya koyduğu “Dünya, beş’ten büyüktür.” söyleminin lüzumu ve doğruluğu, her geçen gün daha belirgin görülmektedir.
“ABD önderliğinde Batı, tek merkezli uluslararası politika izleyerek, özellikle üçüncü dünya ülkelerini kendi ekonomik, siyasal ve kültürel politikaları doğrultusunda Batı düşünce ve kültürel yapısına entegre etmeye çalışmış ve çalışmaktadır.” (Doyuran, 2013: 34)
Önümüzdeki çeyrek yüzyılda, artarak devam edecek iktisadî rekabetin, etnik ve mezhepsel çatışmaların, asimetrik terörün dünyanın geleceği için büyük tehlike oluşturduğu bir gerçektir. Çıkabilecek her türlü toplumsal sorun karşısında, insanlık yararına yeni uluslararası örgütlerin kurulmasının, var olan örgütlerin güçlendirilmesinin gerektiğine inanıyorum.
“Günümüzde ABD önderliğinde Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO’nun üçüncü dünya ülkeleri üzerindeki ileri kapitalist ve emperyalist politikaları, ‘eleştirel yaklaşım’, ‘özgürlükçü düşünce’, ‘demokrasi’ sloganlarıyla meşru zeminlere oturtulmaya çalışılmakta.” (Doyuran, 2013: 24)
düşüncesinin doğruluğunun bilinmesi ve o yönde önlemler alınması kanaatindeyiz.
Türkiye ve Kazakistan başta olmak üzere Türkçe konuşan ülkeler ile ulusal menfaatlerini korumakta kararlı diğer İslâm ülkeleri arasında siyasî, iktisadî ve askerî işbirliklerinin gelecekte artırılması elzemdir. Dili Türkçe, dini İslâm olan tüm toplumların İSLÂM şemsiyesi altında yeni oluşumlar kurması da insanlık menfaatine algılanmalıdır. Özellikle Türkiye ile Şangay İşbirliği Örgütü ülkeleri arasında güçlü dayanışmanın vazgeçilmez olduğu gerçeğini önemle vurgulamak istiyorum.
Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler‘in yapısı, görevi ve işlevinin eşitlik ve adalet ölçüleri doğrultusunda değiştirilmesi; Şangay İşbirliği Örgütü gibi uluslararası örgütlerin, ülkelerin karşılıklı menfaatleri doğrultusunda güçlendirilmesi; Yeni Dünya Düzeni savunucularının tehdit ve emperyalist hedefleri karşısında etkin ve sağlam önlemlerin alınması önem arz etmektedir. Bu nedenle, ERDOĞAN, NAZARBAYEV, PUTİN, ve TRUMP gibi dünya liderlerinin birlikte hareket etmesini, insanlık huzurunun sağlanması amacıyla gerekli görmekteyim.
Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ
KAYNAKLAR:
Ahmet KIYMAZ (Yard. Doç. Dr.), “Arap Baharında Kışın Açan Çiçek: SURİYE”, Sarkaç Yayınları, Haziran 2012, Ankara
Ali KORKMAZ, “Arap Baharı Sürecinde İnternet ve Sosyal Medyanın Rolü”, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, ?, Kayseri
Ali Murat Kırık, “Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey Etkileşimi ve Toplumsal Dönüşüm”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, Cilt: 1, Sayı: 3, Kış 2012 (Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü)
Bahar ŞANLI (Yard. Doç. Dr), “Ekonomik Entegrasyon Teorisi Çerçevesinde Avrasya Birliği’nin Olabilirliği”, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 22, Ocak 2008, Sayı: 1
Barış BULUNMAZ (Yard. Doç. Dr.), “Küreselleşen Dünyanın Yeni Gerçekleri ve Gençlerin Konumu: Radikalleşiyor muyuz?”, Üsküdar Üniversitesi, İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri ve Medya Bölümü, İstanbul
Burhanettin DURAN, Nuh YILMAZ, “Ortadoğu’da Modellerin Rekabeti: Arap Baharı’ndan Sonra Yeni Güç Dengeleri”, Türk Dış Politikası Yıllığı, SETA Yayınları, XIV, 1. Baskı, Kasım 2013, Ankara
Ferit TEMUR, “Yükselen Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü”, Stratejik Düşünce Enstitüsü Yayınları, Baskı: Mans Medya Yapım Yayın Ajans Ltd. Şti., Mayıs 2015, Ankara
Ferruh ZOR, “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye”, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, ?,?
Gürkan DOĞAN, Bülent DURGUN, “Arap Baharı ve Libya: Tarihsel Süreç Ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme” Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15
Hasan Duran, Çağatay Özdemir, “Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap Baharı”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, Yıl: 2012
Henry KİSSİNGER, “Diplomasi”, (Çeviren: İbrahim H. KURT), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Genel Yayın Nu.: 380, Tarih Dizisi: 29, İkinci Baskı, ?, Mart 2002
Kürşad BERKKAN, “Yeni Dünya Düzeni” (Küresel Elitlerin Gizli Plânı), Maviçatı Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2014, İstanbul
Levent DOYURAN, “Küresel Yeni Dünya Düzeninde Postmodern Söylem”, Ulakbilge, 2013, Cilt: 1,Sayı:1
Ömer Göksel İŞYAR (Prof. Dr.), “Avrasya ve Avrasyacılık”, Dora Yayınları, Star Ajans Ltd.Şti. 2. Baskı, Bursa 2015
Özer ERTUNA (Prof. Dr.), “Yeni Dünya Düzeni: KÜRESELLEŞME”, (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi), PDF Dosyası (Makale) (http://docplayer.biz.tr/257069-Yeni-dunya-duzeni-kuresellesme.html)
Recep ŞENTÜRK, “Medeniyetler Sosyolojisi: Neden Çok Medeniyetli Bir Dünya Düzeni İçin Yeniden İbn Haldûn?”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı: 16, 2006
Selçuk ÇOLAKOĞLU, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 1 (Bahar 2004)
“Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış, Sayı: 17, Temmuz-Ağustos-Eylül, 2009, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat-KIRGIZİSTAN (PDF Dosyası ) (Makale)
T. KARAÇAY, “21.YY’da Yeni Dünya Düzeni ve Eğitim”, Eğitim Bilim Dergisi, Ocak 2005, (PDF Dosyası – Sempozyum Bildirisi), [Eğitimde Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, Ankara Üniversitesi, 25 Eylül 2004]
***
[1] Geniş bilgi için bakınız:
Barış BULUNMAZ (Yard. Doç. Dr.), “Küreselleşen Dünyanın Yeni Gerçekleri ve Gençlerin Konumu: Radikalleşiyor muyuz?”, Üsküdar Üniversitesi, İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri ve Medya Bölümü, İstanbul
[2] Geniş bilgi için bakınız:
Özer ERTUNA (Prof. Dr.), “Yeni Dünya Düzeni: KÜRESELLEŞME”, (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi), PDF Dosyası (Makale) (http://docplayer.biz.tr/257069-Yeni-dunya-duzeni-kuresellesme.html)
[3] “Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış, Sayı: 17, Temmuz-Ağustos-Eylül, 2009, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat-KIRGIZİSTAN (PDF Dosyası ) (Makale), s. 1 (http://www.akademikbakis.org/eskisite/17/2yenidunya.pdf), s. 1/2
[4] T. KARAÇAY, “21.YY’da Yeni Dünya Düzeni ve Eğitim”, Eğitim Bilim Dergisi, Ocak 2005, (PDF Dosyası – Sempozyum Bildirisi), [Eğitimde Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, Ankara Üniversitesi, 25 Eylül 2004], s. 33 (http://vizyon21yy.com/documan/Egitim_Ogretim/Egitim/Egitim_Makaleleri/21_Yuzyil_Yeni_Dunya_Duzeni_ve_Egitim.pdf)
[5] Kürşad BERKKAN, “Yeni Dünya Düzeni” (Küresel Elitlerin Gizli Plânı), Maviçatı Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2014, İstanbul, s. 21
[6] a.g.e., s. 38/39
[7] http://michaelsikkofield.blogspot.com/2012/11/rothschild-hanedanlg-filistin-ve-yeni.html
[8] “Huntington, dünya düzeninin nasıl yeniden yapılanacağından bahsettiği eserinde, günümüz dünyasında dokuz medeniyet olduğundan bahsetmektedir: Batı, Latin Amerika, Afrika, İslâm, Çin, Hint, Ortodoks, Budist ve Japon. Huntington bu medeniyetlerin aralarındaki değer farklılıklarından dolayı kaçınılmaz olarak çatışacağı tahminini yürütmektedir.” Recep ŞENTÜRK, “Medeniyetler Sosyolojisi: Neden Çok Medeniyetli Bir Dünya Düzeni İçin Yeniden İbn Haldûn?”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı: 16, 2006, s. 114
[9] Serdar TURGUT, “Yeni Dünya Düzeni Dosyası, The New World Order Nedir ? Ne Değildir?, (Makale), (https://istihbaratveanaliz.wordpress.com/2016/06/05/yeni-dunya-duzeni-dosyasi-serdar-turgut-the-new-world-order-nedir-ne-degildir/)
[10] Arz-ı Mevud: Sözlük anlamı, “Vadedilmiş Topraklar” dır. Tahrif edilmiş Tevrat ve Yahudilerin töre kitapları Talmut ve Kabala‘ya göre göre, Nil nehrinin başlangıcından, Fırat ve Dicle nehirlerinin başlangıcına kadar olan topraklar Yahudilere Allah tarafından verilmiştir. Diğer bir değişle, Siyonist Yahudilere göre, “Bereketli Hilâl” olarak da adlandırılan bu coğrafya, Yahudilerin ezeli vatanı olarak kabul edilmektedir. Arz-ı Mevud’un gerçekleştirilmesinde, birinci önemli basamak 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıdır. İkinci ve önemli basamak ise yakın gelecekte aşılacaktır ve BÜYÜK İSRAİL kurularak mitolojik hedefe ulaşılacaktır.
[11] Kürşad BERKKAN, “Yeni Dünya Düzeni” (Küresel Elitlerin Gizli Plânı), Maviçatı Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2014, İstanbul, s. 42, 79
[12] HİBRİT TOHUM: “Hibrit tohumluk, aynı türe ait bitkinin genetik bakımdan kendisiyle yakın akraba olmayan bir başka bitki ile tozlanmasıyla yani melezlenmesiyle elde ediliyor. Yani aynı bitki türünün farklı ailelerden gelen ana ve baba bitkiler birleştirilerek F1 denilen melez tohum elde ediliyor. Elde edilen tohum, hastalık ve zararlılara, sıcağa ya da soğuğa karşı dayanıklılığı, raf ömrünün uzunluğu ve yüksek verim sağlaması gibi nedenlerle üretimde tercih edilirken, eskiden beri yetiştirilen yerel çeşitler piyasadan çekiliyor, hatta bunlar gen bankaları tarafından muhafaza edilmedikçe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.” (KAYNAK: https://ziraatyapma.blogspot.com/2014/04/hibrit-f1-tohumlar-hakknda.html)
[13] a.g.e., s. 103/125,
[14] Banu AVAR, “Yeni Dünya Düzeni ve Aktörleri”, (http://banuavar.com.tr/yeni-dunya-duzeni-ve-aktorleri/)
[15] a.g.e., s. 48
[16] Selçuk ÇOLAKOĞLU, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 1 (Bahar 2004), s. 182/185
[17] Ramazan K. Kurt, “Leo Strauss’a Göre ‘Din-Felsefe-Siyaset’ ve Yeni Dünya Düzeni İbn Meymun”, Ortadoğu Gazetesi, (Makale) (http://turkcutoplumcu.org/content/view/1012/61/)
[18] a.g.e., s. 81/82, 87/88
[19] a.g.e., s. 93
[20] https://tr.wikipedia.org/wiki/Irak_Sava%C5%9F%C4%B1 (2007 yılında yapılan araştırmalara göre Irak’ta tahmini 1.000.000 sivil yurttaş hayatını kaybetti. UNHCR Nisan 2008 tarihli verilerine göre 4.7 milyon Iraklı yer değiştirdi (Irak nüfusunun %16’sı), bunların iki milyonu komşu ülkelere sığındı.)
[21] Seval GÖKBAŞ, “Çok Kutuplu Yeni Uluslararası Sistemde Güvenlik Algısı”, (Makale), s. 3 (http://www.kamudiplomasisi.org/pdf/yeniguvenlikalgisi.pdf)
[22] https://tr.wikipedia.org/wiki/Afganistan_Sava%C5%9F%C4%B1_(2001-14)
[23] Geniş bilgi için bakınız: Gürkan DOĞAN, Bülent DURGUN, “Arap Baharı ve Libya: Tarihsel Süreç Ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme” Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15 (http://sosyalbilimler.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/102/files/4-22042012.pdf)
[24] Ahmet KIYMAZ (Yard. Doç. Dr.), “Arap Baharında Kışın Açan Çiçek: SURİYE”, Sarkaç Yayınları, Haziran 2012, Ankara, s.30/31
[25] Geniş bilgi için bakınız:
Ali KORKMAZ, “Arap Baharı Sürecinde İnternet ve Sosyal Medyanın Rolü”, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, Kayseri (http://s3.amazonaws.com/academia.edu.documents/31219336/Book14.pdf?AWSAccessKeyId=AKIAIWOWYYGZ2Y53UL3A&Expires=1488635597&Signature=sDUMEtv7%2FZKAe9yUDCoS%2Bz0l4Gw%3D&response-content-disposition=inline%3B%20filename%3DArap_Bahari_Surecinde_Internet_ve_Sosyal.pdf) /
Ali Murat Kırık, “Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey Etkileşimi ve Toplumsal Dönüşüm”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, Cilt: 1, Sayı: 3, Kış 2012 (Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü), (http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423866239.pdf)
[26] Geniş bilgi için bakınız:
Hasan Duran, Çağatay Özdemir, “Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap Baharı”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, Yıl: 2012 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/akademikincelemeler/article/view/5000049455/5000046771) /
Burhanettin DURAN, Nuh YILMAZ, “Ortadoğu’da Modellerin Rekabeti: Arap Baharı’ndan Sonra Yeni Güç Dengeleri”, Türk Dış Politikası Yıllığı, SETA Yayınları, XIV, 1. Baskı, Kasım 2013, Ankara, s. 15/86 (http://s3.amazonaws.com/academia.edu.documents/30411163/Duran_ve_Yilmaz_Ortadogda_Modellerin_Rekabeti.pdf?AWSAccessKeyId=AKIAIWOWYYGZ2Y53UL3A&Expires=1488635994&Signature=9QzwMUKiNri70sz0RQw8b3XObtw%3D&response-content-disposition=inline%3B%20filename%3DOrtadogu_da_Modellerin_Rekabeti_Arap_Bah.pdf)
[27] Ahmet KIYMAZ (Yard. Doç. Dr.), “Arap Baharında Kışın Açan Çiçek: SURİYE”, Sarkaç Yayınları, Haziran 2012, Ankara, s. 59/60
[28] Geniş bilgi için bakınız:
Bahar ŞANLI (Yard. Doç. Dr), “Ekonomik Entegrasyon Teorisi Çerçevesinde Avrasya Birliği’nin Olabilirliği”, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 22, Ocak 2008, Sayı: 1, s. 18/20
[29] “Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Dünya Düzeni”, Akademik Bakış, Sayı: 17, Temmuz-Ağustos-Eylül, 2009, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat-KIRGIZİSTAN (PDF Dosyası – Makale) http://www.akademikbakis.org/eskisite/17/2yenidunya.pdf), (Makale), s. 2/4
[30] Ferruh ZOR, “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye”, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, s.409
[31] “Yeni Dünya Düzeni Arayışları: Küreselleşme”, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, ?, ?, s. 65 (PDF Dosyası – Makale)
[32] http://www.sondakika.com/haber/haber-gokcek-rus-milletvekilleriyle-gorustu-8987250/
[33] http://www.sondakika.com/haber/haber-ozel-rus-lider-jirinovski-den-turkiye-ye-samimi-8999303/ – http://www.sondakika.com/vladimir-jirinovski/
[34] Selçuk ÇOLAKOĞLU, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 1 (Bahar 2004), s. 197