
AHLÂK DIŞI SAVAŞ TÜRÜ – TERÖR
Terör, sosyolojik açıdan sosyal şiddet kavramının bir unsurunu teşkil eder. O zaman, sosyal şiddet olgusunun içinde, terörün dışında intihar, adam öldürme, suikastlar, adam kaçırma, fidye isteme, rehine alıkoyma, yakma-yıkma, tahrip, sözlü ve yazılı protestolar, top yekûn çatışma, ayaklanmalar, ırk ve mezhep kavgaları ve ayrıcalıklı eylem biçimlerini zikredebiliriz.
Günümüzde, Latin Amerika tipi terörün teorisyeni sayılan Carlos MARİGHELLA‘ya göre terör, devrim için vazgeçilmez bir silahtır. Yine terör teorisyeni Regis DEBRAY ise, terörün bir savaş biçimi olduğunu savunmaktadır.
Ülkemizde 1968’lerden bu yana oluşan, teorik birikim, eylem pratiği, enternasyonal Marksist stratejinin ülkemiz açısından oluşumunda asla küçümsenmemesi gereken bir zaman sürecini ortaya koyar.
Sosyal şiddet normlarının temel nitelikleri, temsil edildikleri toplumun, tarihi gelişimi, kültür özellikleri ve dünya görüşüyle yakından bağlantılıdırlar. Bu gerçeği MLSPB Lideri Şemsi ÖZKAN şöyle açıklamıştı:
Eğitim sistemi,
Hoşgörü olmayışı,
Kültürel yapı,
Yenilik ve aile ilişkileri,
Gençlik ve toplum ilişkileri?
Özkan’a göre, Türkiye’de bu beş faktör, şiddet olaylarının, toplumsal protestoların kaynağını oluşturmakta idi. O, Türk gençlerinin savunabileceği bir ideoloji sisteminin eğitimle verilmemiş olmasını şiddetin sebebi olarak gösteriyordu.
117’si öldürme olmak üzere 184 eylemi gerçekleştiren MLSPB Lideri görüşleri, üzerinde titizlikle durulması gereken şu dramatik gerçekleri ortaya koyuyordu:
İlgisizlik, uyumsuzluk ve aradığını bulamamanın oluşturduğu topluma yabancılık, giderek ilk önce düzene karşı, daha sonra da ideolojik ortam içinde devlete karşı kin ve nefrete dönüşüyordu. Nihayet: ‘‘Polise sıktığı kurşunlar, aslında kendi çelişkilerine, toplumla olan uyumsuzluklarıma idi.” diyor, Şemsi ÖZKAN.
Sosyal şiddet temelde toplumun yapısal kimliği ile birleşmektedir. Gerçekte 1960’lı yıllardan itibaren ülkemiz hızlı sosyalleştirme diyebileceğimiz bir sürecin içine çekilmiştir.
Bu dönemin tahlilini yapan bir Batılı Sosyolog LANDAV; ‘‘Sağ eğilimli gençlik grupları, daha az ve genellikle milli gururun mesajından ötürü Türkiye’nin geçmişinde ortak ideolojik köklere sahipken, solcu gençlik böylesine ortak bir esin kaynağına sahip değildi. Bunların her biri, Marx, Lenin, Mao, Che Guevara ya da Marcus’un Türkçe çevirilerinden okudukları ya da başka bir iki düşünürün öğretilerinden oluşan bir programı kabul etmişlerdir. Bazı üniversite ve fakültelerde Marksist yönlendirme hızı arttıkça radikal öğrenci hareketleri de güçlenmiştir.” diyordu.
Ülkemizde 1960’lardan sonra başlatılan ve gittikçe hızlandırılan Marksist şartlandırma operasyonu, hemen hemen tüm Marksist klasikleri Türkiye’ye kazandırmıştır. Eskiden 3-5 kişi tarafından gizlice okunabilen kitaplar, fakültelerde yardımcı ders kitabı olarak okutuluyordu. O yıllarda 60 kadar sol yayın yapan ve dağıtan yayınevi her biri 5000 civarında basan birçok kitap ve 30 civarında dergi, işportalara kadar yayılıyordu. Bugünde durum o günden pek farklı değildir. Yapılan kültürel yozlaşmayı ve değişimi sağlamanın yanında yazanı-çizeni, yayınevi, dağıtımcısı, satıcısı ve diğerleriyle iktisadi bir faaliyettir de.
Türkiye’de terörizmin 30 yılı aşan çıkışları esasta psikolojik bir tahlile tutulmuş değildir. Batı’da, Millî Hükümet komisyonları tarafından yürütülen araştırmalar ciltler dolusudur. Birleşmiş Milletler Sosyal Savunma Enstitüsü, toplum şiddet olaylarını inceleyen Avrupa Konseyi ilgili dairesi, bu tür çok uluslu örgüt ilişkilerinin ürünüdür.
Bir örnek olarak Fransa da, 1976 da başkan Gıncard Destaing tarafından yönetilen Şiddete Tepkiler adlı, on üye tarafından 65 genel toplantı ve 7 seminer sonucu tamamlanan raporda; şu konular incelenmiştir:
Şiddetin psikolojik ve biyolojik görünümü,
Kentleşme, çevre ve kültür değişimi,
Şiddet ve ekonomi,
Gençliğin korunması,
Cezaî görünüm ve ıslah evleri
Batı’da, sosyal şiddetin yoğunlaşması üzerinde yürütülen sosyal incelemelerin hemen hepsinin ortak noktası yapısal sorunlarda düğümlenmektedir.
Türkiye’de 1923-1950 arası statükocu durgun bir sosyal yapıya sahipti. 1950’lerden itibaren siyasi özgürlükler, zirai makineleşme, köyden şehre göçler sosyal yapıda devam eden dalgalanmalar meydana getirdi. Büyük kentlerin marjinal alanlarında meydana gelen gecekondulaşma, hızlı sosyal değişme, teknolojik ilerleme, bunlara bağlı olarak geleneksel millî ve manevî değerlerin bozulması ve toplumun maddî hareketlilik yönünde motive edilmesi, demokratikleşme atılımları, İbn Haldun‘un deyimiyle toplumun ”Asabiyesini” gevşetmiş, dokusunu zayıflatmış, ”Haderi” bir toplum yapısıyla karşı karşıya gelen Türkiye’de terör ve sosyal şiddet normları kurumlaşmıştır.
Bu dönemde; Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlâk ve fazileti, muasır medeniyet seviyesine çıkmak gibi ideal sloganlar bırakılmış, Büyük Türkiye yerine ”Türkiye Küçük Amerika olacaktır.” tezi ileri sürülmüştür. Maddeci toplum yapısı geliştirilerek, alım ve satım hırsı sosyal dengenin bozulması sürecini hızlandırmıştır.
Bugün Amerika’daki gibi organize suç örgütlerimiz var. Dallas dizisini aratmayacak olayların yaşandığı ve oradaki karakterleri aratmayacak insanların bulunduğu iş dünyası ve sosyetemiz var. Latin Amerika tipi terör örgütlerimiz ve tarihin karanlıklarından çıkıp gelen Marksist aydınlarımız var. Yasaları bilmeyen veya bilmezlikten gelen, hukukun üstünlüğünü savunan ancak şahsî çıkarları veya egoları doğrultusunda her türlü ahlakî, manevî değeri ve kanunları kenara koyabilen birileri var.
Bütün bunlar var da; PKK’ya karşı yürütülen operasyonda ayağını kaybettiğinde, ”Vazife ahlâkı ecdattan bize miras, bunu omuzlarımızda taşımaya mecburuz. Bizden sonrakileri devretmeye mecburuz. Vazife ahlâkının şekli bir tane, ikinci bir alternatifi yok. Dürüst, şeref ve haysiyet dairesinde görev. Dolayısıyla biz de gücümüz, kudretimiz oranında bu mirası omuzlarımızda taşımaya gayret ediyoruz. Ayağımızı kaybettik. Mülkü veren, iradını geri alır, o kadar, mülk bizim değil, Yaradan’ın olduğu için iradını almıştır” diyebilen Gâzi Yzb. Ömer BULAL var. Ebed-Müddet Devlet inancını kaybetmemiş vatan evlatları var. Askere gitmemek için her türlü yolu deneyen ve onlara tavassut eden zavallıların yanında her gün mübarek kanını bu topraklar için bu toprağa akıtan Mehmetler var ki, onlara RAMBO diyenlere acıyorum.
O halde! Ne yapmalı?
Türk milletinin temeli sağlamdır. Bu toplumun içinde bıkmış, yorulmuş; ama ahlâk, fazilet, dürüstlük gibi kavramları unutmayan milyonlarca insan var. Zengin-fakir, sağcı-solcu, aydın-cahil, işçi-köylü, sunî-alevî, köylü-şehirli, Sessiz bir çoğunluk. Ümit ediyoruz ki bu insanlarımız vermesini ve ölmesini bilen bu insanlarımız; riyasız, menfaatsiz, hasbi bir toplumsal yenileşme hareketi başlatacaklardır. Çünkü Türk insanının kaderi, yaşanan olumsuzluk değildir. Yükselen yeni değer, ahlâkî değer olacaktır.
Bugün; milletimizin refah ve güveni, memleketimizin selameti, rejimin sıhhati ve istikbali için aydınlarımıza ve alın teri ile kazanmış olan iş adamlarımıza, esnafımıza, memurumuza, üniversite öğretim üyelerimize ve öğretmenlerimize kaçınılmaz vazifeler düşmektedir. Ateş bacayı daha çok sarmadan, yükü omuzlarımıza olmayı bilirler ve gereken fedakârlıktan kaçınmazlarsa; herkes şahsen kendi hayat ve servetini de teminat altına almış olur.
Geliniz; örf ve âdetlerine sadık, dinine ve inancına bağlı, vatan ve millet sevgisiyle meşbu, ahlakî nizama ve dürüstlüğe dayalı, itidal ve muvazeneyi şiar edinmiş; milletin refahını sağlayabilecek ve vatanın bütünlüğünü muhafazaya muktedir, dürüst, güçlü, bilgili yükselen bir millet yaratalım.
Sözlerime Yüce Peygamberimiz (S.A.V.) ‘in bir hadisi şerifi ile son vermek istiyorum. ‘‘Vatan sevgisi imandandır ve kişi kavmini sevmekle kınanmaz.”
Selâm ve Dua İle!
M. Yavuz ELBİRLER
EGM E. İsthb. D. Başkanı
