Tarih: 01.10.2022- Yazar: Sadık SOFTA
Yanlış hatırlamıyorsam, Mustafa Çağlar’ın yıllar önce şiirlerini toplayarak bir kitap haline getirişi vardı. Yıllar geçmesine, hala şiirle haşır neşir olmasına rağmen bu dosya bir türlü kitaba dönüşmedi. Mustafa Çağlar’dan çok daha önceden bu dosyayı kitap yapacak diye umuyordum; ama olmadı. Nedenini bilemiyorum ama, şu sıralarda da yine böyle bir düşüncesi var gibi gözükmüyor. Yalnız şiir yazmaya devam ediyor demekle yetinelim.[1]
Mustafa Çağlar, “Akşamlar” şiirinde genelde çevremizde gördüğümüz ve bize hiç de yabancılık çektirmeyen bir konuyu işliyor. Şiirde “akşamları” kendisi ile özdeşleştirerek sunuyor ki, bu öteden beri Türk şiirinde de var olan bir konu. Akşamlar, bilindiği gibi, yalnızlığı da beraberinde getiren bir özelliğe sahiptir. Çağlar’ın şiiri, temaya uygun olarak algılayabildiğimiz bir yapı da sergiliyor. Tam zamanın ruhuna uygun olarak;
“Akşamlar bana benziyor.
Yalnız, garip ve sessiz.
Hatta suskun,
Belki de küskün.
Kim bilir?”
Derken, akşamın yalnızlık ve gariplik hissini veren suskunluğunu dile getiriyor; el ayak çekilmiş, kişi kendisi ile baş başa kalmıştır. Dış dünyayla kesilen alaka, kendi içine yönelmiştir. Kendi dünyası içinde gelgitler arasında ruhun, hayalin ve düşüncenin derinliklerinde yürümektedir. Yalnız, burada benim dikkatimi çeken “suskunlukla” küskünlüğü bir arada kullanması, şairdeki duygu ağırlığını çok güzel vermekte, şiirde de bir derinlik sağlamaktadır. Ayrıca “Kim bilir?” burada belirsizliği biraz daha artırırken, bizi bu mihver etrafında biraz daha geniş kapsamlı düşünmeye sevkediyor gibi.
“Akşamlar bana benziyor,
Mahzun ve üzgün.
Gönülden yorgun.
Biraz soğuk,
Biraz ürkek.
Belki de hasta.
Kim bilir?”
Burda, mahzun ve üzgün, gönülden yorgun, biraz soğuk, biraz ürkek, beklide hasta” olan yine “Kim bilir?” sorusuyla tekrar belirsizliğe bürünüyor. Bu durumda olan akşamlar mı, yoksa şairin kendisi mi? Her ne kadar akşamlara isnat edilerek verilse de buradaki tarifin, akşamlarla özdeştirilerek şairin kendisinden bahsettiğini görüyoruz.
“Akşamlar bana benziyor.
Belki de benzeyen benim
Akşamlar benim kederim.
Kaderim…
Benim yalnızlığım gibi yalnız akşamlar.
Efkârlı,biraz da başı dumanlı.
Akşamlar…
Akşamları iyi bilir,
Benim gibi yaşayanlar.”
Son dizelerde akşamlarla kendisini özdeştirilerek verilen, baştan buyana şairin kendisine benzettiği akşamların kendisine değil de belki akşamlara kendisinin benzediğini söyleyerek, yukarıda da söylediğimiz gibi, akşamların insana vermiş olduğu o ruh halini ve yalnızlığını açığa çıkarmış oluyor. Burada ise kendisinin ve akşamların aynı kaderi, aynı kederi paylaştığını vurgulayarak bitiriyor. Bitirirken de bir gönderme yaparak, “Akşamları iyi bilir, / Benim gibi yaşayanlar.” Diyerek son noktayı koyuyor.
“Ben…” şiirinde yine kendisinin yalnız sokaklarda olduğunu görüyoruz. Tek başınadır ve yağmur yağmaktadır. Aldırmaz. “Sokak ağacına yuva yapmış” bir “saka kuşu” dikkatini çekiyor. O da yalnızdır. Sonra pencereden bakan ihtiyarı görüyor. Eşini kaybeden yaşlı ihtiyar, o da şair ve saka kuşu gibi yalnızdır. Burada bir üçleme kuruyor. Yalnızlık içinde sokakta, tek başına yürürken, saka kuşunun yalnızlık çektiği halde, yavrularına kol kanat germek için yağmur altında ıslandığını ve bu haline devam ettiğini verirken, yalnız ihtiyarın evinde bile yalnızlık çektiğini dile getiriyor. Saka kuşu ve kendisi sokakta olduğu halde o evinde, pencerenin arkasındadır. Birisi sokakta bu ruh halini yaşarken, diğeri evde yaşamaktadır. Onun için yalnızlık her yerde hüküm sürmektedir. Belki saka kuşu dahil üçü de birbirlerini görürler, buna rağmen her üçüde yalnızlık içindedir. Oysa üçü de sokakla ilgilenmekte, o sokakta yaşamaktadır. Fakat üçü de aynı kaderi ve aynı anı yaşamaktadır; yalnızlık. Burada yaşantının bazı gizli yönlerini, ip uçlarını da veriyor. Saka kuşu kendi durumunu unutmuş, yavrularına kol kanat germekle meşguldür. Kendi derdinin, yalnızlığının yanında o başka şeylerle de uğraşmak zorundadır. Bundan da anlaşılacağı gibi, her ne kadar yalnızlık çekilse de sosyal hayattan kopamama, kopamama vardır. Ama yine de zaman zaman o yalnızlığını yaşamaktadır. Kendi yalnızlığı içerisinde, ona bağımlı, ya da gerçek hayatta kendisini ilgilendiren, kendisini bağlayan, kendisini hayatta sıkıca saran bazı yaşanması gerekenleri de görmezlikten gelemez ve üstüne vazife olan şeylerin de yapılması gerektiğini unutmamak gerektiğini vurgular yada gösterir. Nihayet sonucunda onları ve kendisini yalnızlık içerisinde bırakır ve yalnızlığında, yalnız sokakta yürür gider.
Şiirin devamında, masalımsı bir hava içinde şair karşısına yalnızlık çıkar. O tanıyamaz:
“Sokak başında bir elinde şemsiye,
Diğerinde tesbihi,
Eşgali bence belirsiz biri.
Bekliyor.
“Kimsin” diyorum?
Derin bir nefes alıp,
“Ben yalnızlık” diyor.
Burda görülen fikir, yalnızlığını unuttuğu halde, kişileşerek yalnızlık karşısına çıkmar ve şaire kendisini tanıtır. Bun rağmen şair;
“Sustukca susuyorum.
Bakışıp birbirimize, yürüyüp gidiyorum.”
Her ne kadar yalnızlıkla karşılaşıp, onunla göz göze bakışıp susuyor ve yalnızlığı yalnız bıraksa da kendi yalnızlığını da sürdürmüş oluyor. Zaten sonra yürüyüp gidiyor, ama o gitse de yalnızlık kendisini bırakmıyor.
Sokakta yine “hafiften yağmur yağmakta, zaman geçmektedir.” Köşesine “çekilmiş, bir şeyler yazmaktadır.”
“Hafiften yağmur yağıyor.
Ve…Geçiyor böylece zaman.
Odamda tek başıma,
Elimde kalem birşeyler yazıyorum,
Çekilmiş bir köşede.”
Burada yine bana o sokaktaki üçlemeyi hatırlatan bir durum vardır. Sanki sokakta gezen de, pencereden bakanda kendisi imiş gibi, hatta saka kuşunun bile kendi ruhunda oluşturduğu bir durum gibi geliyor. Çünkü sokakta kimseler yoktur. Yağmurlu havalarda olduğu gibi. Verilen tablo ile örtüşen bir durum vardır. Hata bir önceki “Akşamlar bana benziyor” diyen şairin bir akşam vakti bu gezintiyi tek başın, yalnızlığını yaşayarak yaptığını düşünüyorum. Çünkü:
“Dışarıda yağmur,
Sokakta sessizlik.
İnsanların ayak sesleri bozuyor
Kaldırımların mahmurluğunu.”
Diyor ve sokağın sessizliği, o sihirli havası birden bozuluyor. Çünkü sabah olmuş, hayat normale dönmüştür. Günün telaşı başlamış, gelen, giden, duran yürüyen ayak sesleri ile “kaldırımların mahmurluğu bozulmuştur.”
“Birini görüyorum karşı kaldırımda.
Duruyorum.
Kendi kendime,
“Kim bu adam” diyorum.
Bu adam ikinci defa karşısına çıkan adamdır. Bunu devamı olan dizelerle veriyor şair. Tam sabah olmuş, gelen giden ayak sesleri derken birini görüyor. Karşısına dikilen bu biri yine yalnızlıktır. Sabah olmuş kalabalık sokkalara dökülmüştür ama bu şaire bir şey vermez. Hatta gelip gidenleri bile görmez. Bunrların içinde yalınız bir tanesini görürü. O da biraz önce köşe başında gördüğü ihtiyar, yanı kendi yalnızlığıdır. Hem bu ihtiyar yeni birisi de değldir. Ounnla yaşantısını sürdürüp giden birisidir. Öyle olmasaydı bu kişi yada kişilik ihtiyar olmayacak, tam tersine genç birisi olarak karşısına çıkacaktı. Yeni tanışması bunu belki hatırlatır ama, sürekli yalnızlığı ve bu kişiliğin bir ihtiyar görüntüsünde verilmesi de bunu teyit etmektedir.
“Yağmura aldırmadan
Duruyor kaldırımda kımıldamadan.
Kimliği meçhul adam.
Hatırlıyorum.
Az önce köşe başında,
Gördüğüm ihtiyar,
Elinde tesbihi,beni bekliyor.”
Yalnızlık hala gitmemiştir. Gitmeyecektir de. Çünkü hala onu beklemektedir.
Ben o’na bakıyorum,
O, bana bakıyor.
Dışarıda yağmur,hafif hafif
Yalnızlığımın üstüne yağıyor…
Yalnızlığın üstüne yağan bu yağmur, bana kalırsa şairin kendi üstüne yağmaktadır. Onunla karşılaşan ihtiyar, yıllar yılı kendisiyle özdeşleşen yalnızlıktan başka bir şey değildir. O kendi kişiliği ve kimliği içerisinde o kadar benimsemiştir, tek bir kimlik altında bütünleşmiştir ki, artık yalnızlık denince şairin kendisi söz konusu olmuştur.
[1] Bu yazı yazıldıktan sonra, Mustafa Çağlar’ın “Bir Kış Günü Gelecek Vuslat” adlı bir şiir kitabı yayımlanmıştır.