BAZI ÜLKELERDE ÜST DÜZEY YÖNETİCİ VE BÜROKRAT HAKLARI
Katı ideolojik rejimlerin uygulandığı ülkelerde, baskıcı yöntemle yönetilen (teokratik) ülkelerde ve demokrasisi gelişmemiş, geri kalmış, ekonomisi güçsüz, fakir ülkelerde devletin üst kademelerinde yer alan yöneticiler ve bürokratların maaşlarının çok düşük olduğu görülür. Devletin daha fazlasını vermeye gücü yoktur. Gücü olsa da daha alt kademelerdekilerle aralarında astronomik farklar olması hoş görülmez. Örnek olarak SSCB’nin son başkanı Gorbaçov’un maaşı 40 dolardı. Bugünün kuruyla yaklaşık 1300 lira. İnsanın acıyası gelir. Elbette devlet başkanının maaşı bu kadar olunca aşağıya doğru ne olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Aslında durum hiç de acınacak gibi değildir. Gelişmiş, zengin ülkelerde yöneticilerin, bürokratların maaşları yüksektir. Maaşları lüks ihtiyaçlarını rahatça karşılar. Onlar, işe kendi araçlarıyla, bisikletle gider, kendi evlerinde otururlar. Aşağı kademedekilerle aralarında büyük farklar yoktur. Yukarıda sayılan türdeki ülkelerde ise fazla maaş verme imkanı olmayınca başka imkanlar sağlanarak durum telafi edilir. Bazı yönetici ve bürokratlara birkaç yerde görev verilerek birkaç maaş almaları sağlanır. O yönetici ve bürokratlar öyle hak, ayrıcalık, imkanlarla donatılmışlardır ki dolar milyarderi olunsa bunlar karşılanamaz. Devletin, yönettikleri kurumun bütün imkanlarını kişisel zevkleri refahları, çıkarları için kullanabilirler. Bunu yaparken aşırı israftan kaçınma sorumluluğu duyma kişinin insafına kalmıştır. Akşam içki sofrasında canının çekeceğini düşündüğü özel bilmem nenin getirilmesi için bilmem nereye uçak göndermekten çekinmeyenler görülür. Kullanımlarına verilmiş herhangi bir şeyi beğenmeyerek yıktırabilir, yaktırabilir, büyük masraflarla keyflerine göre yenisini yaptırabilirler. Bazıları tüm ihtiyaçlarını kamu imkanlarından karşılarlar, maaşlarının kuruşuna dokunmaz ya da konumlarını kullanarak özel kuruluşlardan bile ücretsiz yararlanırlar. Yapabileceklerini sınırlayacak hiçbir yaptırım yoktur. Olsa da bir biçimde yan yollar kullanılarak aşılır. Kimse de sorgulamaz. Aylar önce rezervasyon yaptırılmadan gelinemeyen çok lüks bir restorana aniden gelip, grup halinde yiyip içtikten sonra çekip gidildiğinde kim hesap uzatabilir ki?
Monarşiler bu konuda tersine başka bir aşırı ucu oluşturur. Monarşinin geçerli olduğu birçok ülkede her şey hükümdarın malıdır. İstediğini istediğine verir. Dolayısıyla hükümdarların yakın çevresi ve devletin üst yönetimi akıl almaz servetlere sahip olur. Mesela bizde Tanzimat sonrası Osmanlı döneminde paşa ve paşazadelerin servetleri dönem romanlarının vazgeçilmez temasıdır. Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” romanının kahramanı paşazade Bihruz Bey, babasından kalan hanları, dükkanları, köşkleri kumarda, sefahatte yiye yiye bitiremez. “Sergüzeşt” romanının yazarı Samipaşazade Sezai, adı üzerinde kendisi bir paşazadedir. Dönem aşkları paşa konaklarında yaşanır. Daha yakın dönemde Hüseyin Rahmi’de Reşat Nuri’de, Halife Edip’te de görülürler.
İstanbul’un en seçkin yerlerinde birbirinden görkemli bir çok bina, bilmem ne paşa köşkü, yalısı, hanı, apartmanı, çiftliği diye bilinir. Sultan II. Abdülhamit’in saltanatı boyunca mabeyn başkatibi olan Eğribozlu Sarıca Ragıp Paşa’nın Beyoğlu’nda İtalyan mimarlara yaptırdığı apartman ve hanlar (pasajlar) bunlara iyi bir örnektir. Günümüzde Anıtlar Kurulunun korumasında olan Ragıp Paşa Apartmanı, Afrika, Anadolu, Rumeli Hanları (pasajları) Beyoğlu’nun çok görkemli mimarileriyle ilgi çeken binalarıdır. Büyükparmakkapı Sokak ile Küçükparmakkapı Sokağı bir geçitle birbirine bağlayan 10 katlı Rumeli Hanı’nın ilginç bir özelliği, geçitte gökyüzüne bakıldığında dört bloğun orijinal bir haç oluşturduğu görülür. Hanın 30 dükkanı, yüksek tavanlı 100 ila 300 metre karelik 52 dairesi vardır. Bu hanların büyüklüğünü, o zaman şehrin en pahalı bölgesi Beyoğlu’nda bunların ne kadar değerli olduğunu düşünün. Yurdun başka yerlerindeki dükkanlar, çiftlikler vb. ayrı.
Demokrasilerde şeffaflık, hesap sorulabilirlik ve hesap verilebilirlik vazgeçilemeyecek çok önemli değerlerdir. Düşünce ve düşündüğünü açıklama özgürlüğü, basın özgürlüğü, gibi özgürlükler; hukuk devleti, bağımsız ve adil yargı yoksa onlardan zaten söz edilemez. Dünyanın pek çok yerinde devlet adlarında rejimlerini belirten “demokratik, cumhuriyet” sözcükler geçer. Bazılarının adlarında “krallık, prenslik, sultanlık, emirlik” sözcükleri kullanılmıştır. Devletin adı ve rejimi ne olursa olsun gerçek demokrasilerin ayırt edilmesinde diğer değerlerin yanında bu değerlerin önemli yeri vardır.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist