TÜRK ERGENEKON BAYRAMI (NEVRUZ)
Ergenekon yurdun adı;
Börteçine kurdun adı,
Dört yüz sene durdun, hadi,
Çık, ey yüz bin mızrağımız.
Ziya GÖKALP
Bu bizim bayramımızdı, unuttuk mu? vaz mı geçtik? Birçok kültürel değerimizi unutup vazgeçtiğimiz, dahası birilerinin isteğiyle birilerine kaptırdığımız gibi. Türk milleti beş bin yıldan öteye bir zamandır var olduğu, yaşadığı, hükmettiği Çin Seddi’nden, Adriyatik’e, Rusya Steplerinden Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada bu bayramı kutlamış ve kutlamaktadır.
Asya Hunları, Tsı-mach’nin Tarihî Hatıralar isimli eserinde belirttiğine göre “Her yılın birinci ayı olan yılbaşında (Mart ayı) Hun beyleri Tan-Hu ordugahında toplanmakta, kendi adetlerine göre kutlamalar yapmakta, ibadetlerini yerine getirmektedirler.” Fan-Ye’nin Sonraki Han Sülalesi Tarihi (M.S. 25-200) adlı eserinde “Hunlar örf ve adetlerine göre Mart, Ağustos, Aralık olmak üzere yılda üç defa toplanıp Tanrı’ya kurban sunup törenler yaparlardı.” denilmektedir.
Tabagaçlar (315-557), Kök-Türkler (552-774), Uygurlar (745-840), Kırkız Kağanlığı (840-920) ve İlhanlılar (1220-1350) da bu geleneğin devam ettiği eski Türk takvimine göre birinci ay olan Mart ayında yeni yıl, yılbaşı, ilk bahar bayramının törenlerle kutlandığı tarihi kaynaklardan görülmekte ve bilinmektedir.
Ebulgazi Bahadır Han, Türk Şeceresi adlı eserinde şöyle anlatır:
“Türk illerinde Kök-Türk oku ötmeyen, Kök-Türk oku ulaşmayan yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek, Kök-Türkler’den öç almak için yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yerde topladılar; çevresinde hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular. Kök-Türkler üstün geldi. Bir gün düşman bütün iller hanları ve beyleri av yerinde konuştular. Kök-Türklere hile yapmazsak işimiz yaman olur dediler. Tan ağarınca baskına uğramış çeriler gibi, ağır yüklerini kötü mallarını bırakıp kaçtılar. Türkler, bunların vuruşma güçleri gitti, kaçıyorlar diyerek arkalarından varıp yetiştiler. Kök-Türkler’i görünce düşmanları birden geri döndüler. Tekrar ikisi vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Kök-Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını mallarını aldılar. Yağmadan hiçbir yurt kurtulamadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip herkes birini alıp gitti.Kök-Türk Hanı İl-Han’ın oğullar çoktu, savaşta hepsi öldü. “Kılan/Kayan” adlı küçük bir oğlu vardı, o yıl evlenmişti. İl-Han’ın “Negüş/Tukuz” adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular.Eğer, İle varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. İyisi odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler.Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Oda öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü. Eğer ayağını yanlış bassa parça parça olurdu.Vardıkları yerde akar sular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar. Hayvanlarının, kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler. O yere Ergenekon adını koydular. Burada bu ikisinin çocukları çoğaldı, Kıyan’ın evladı çok oldu, Nögüş/Tukuz’un ki ondan daha az oldu. Kıyan’ın çocuklarına “Kayat/Kıyat” dediler. Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine “Tukuzlar” dediler. Bir nicesine “Türülken” dediler. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konuştular. Dediler ki, atalarımızdan işittik. Ergenekon’un dışında geniş yerler, güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerler imiş… dağların arasında yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım, her kim bize dostum derse onunla görüşelim. Düşmanlarla görüşelim dediler Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar. O zamanlar bir demirci derdi ki: burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu. Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerden kurdular. Ateşleyip körüklediler.Tanrının gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akı verdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir. O günü “bayram” sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bu günü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlardı. Ergenekon’dan çıktıkları zaman Kök-Türkler’in Kağanı Kıyan soyundan “Börte-Çine” idi. Börte-Çine, bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler. Kök-Türkler, eski düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler. Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.”
Aynı mealde birçok efsane, destan, rivayet ve inkâr edilemez tarihi kaynaklar mevcuttur ve bundan dolayıdır ki, bütün Türk illerinde nevruz bahar bayramı olarak yüzyıllarca yıldır kutlanılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Ergenekon / Nevruz bayramı resmî bayram niteliğinde kutlanmakta idi. 1925 yılında Ankara’da nevruz münasebetiyle Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda yapılan bir resmi geçitte askeri kıtaların önlerinde “Gök sancaklar, Al sancaklar” olduğu halde törene katıldıkları bilinmektedir.
Ancak! Ne hikmetse biz bunları unuttuk daha doğrusu unutturmaya çalıştılar. Biz Nevruz’u kendi halimizde kutlamakta iken birileri her yıl 21 Mart’ta Nevruz geceleri düzenlemeye, gazete, dergi ve bildirileriyle yazılar ve şiirler yayınlamaya başladılar. Bu nevruz bildiğimizden başka bir nevruz idi.
Kurtuluş için ileri gazetesi, 30 Mart 1977. 5. sayılı nüshasında: “… Nevroz, Kürt ulusunun tarihinde zulme, baskıya, boyunduruğa karşı özgürlük, bağımsızlık mücadelesini simgeleyen bir içerik taşır. Ezilen bir halkın özgürlüğe susamışlığını yansıtır… Nevruz zulme, baskıya ve boyunduruğa karşı mücadelenin bir örneğidir. Nevruz, bir kürt bayramıdır… Nevruz sömürge ulus için bağımsızlık ve kurtuluş sembolüdür…”
Devrimci Demokrat Gençlik Gazetesi; 9 Mart 1978, 2 sayılı nüshasında; “Devrimciler, sömürgecilerin politikalarına karşı çıkmak ve kendi halkının tarihi geçmişine ve ilerici öz taşıyan değerlerine sahip çıkmak zorundadırlar. Hele bu değer, zulümden kurtuluşun, özgürlüğe, mutlu bir yaşama kavuşmanın ve yeni bir günün sembolü olan Nevroz gibi bir günse, ona sahip çıkmanın ve onu yaşatmanın değeri kat kat artar… Halkımızın yürütülen mücadelesinin (!) bir parçası olarak 21 Mart’ları kutlamak, onun anlam ve önemini kitlelere kavratmak zorundayız…”
1978 yılında Munchen (Münih)’te yayınlanan “Newroz ve Kürtler” adlı broşürde ise şöyle deniyordu: “Her sene Mart ayının 21’inde Kürtler Newroz’u kutlar… Bundan 2589 yıl önce zulüm ve baskı altında olan, zalim despot bir tiran tarafından ezilen halk, ayaklanmış ve tiranı devirmiştir. İşte Newroz bu ayaklanış ve kurtuluşun sembolü olarak her sene kutlanıyor… Bu olay, MARKSİST tarih anlayışına uygundur… Devrimci Kawa’lanın başlattığı mücadele çağımızda yeni boyutlar kazanarak dünya devrimci hareketinin bir parçası olarak devam ediyor.Kürt yurtseveri, MARKSİST-LENİNİST Örgütte birleşin. Bizim yüreklerimiz, önümüzdeki Newroz bayramlarımızı… Kutlamak umuduyla dopdolu. Munchen (Münih) Newroz Tertip Komitesi.”
O yıllardan bu güne yüzlerce bu ve buna benzeri yazılar var. Peki! Kim bu devrimci Kawa, tiran? İran’ın milli şairi Firdevsi’nin otuz yıl emek vererek XI. yüzyılda hazırladığı atmış bin beyit tutarındaki Şehname adlı eserinde bu devrimci Kawa efsanesini bulabiliriz. İşte, bu efsaneyi Marksist görüşe uygulayıp yazdılar, anlattılar, benimsettiler ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’mun öz be öz Türk evladı on binler Kürt diye ayrı bir milletten olduklarına inanıp ilkbahar bayramını, kurtuluş, başkaldırı v.s. düşüncelerle, eğlencenin ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletine başkaldırı şeklinde, yakıp yıkarak, güvenlik güçlerine saldırarak sözde kutlamaktadırlar.
Bilge Kağan’ın Orhun yazıtlarında net olarak belirttiği üzere ”EY TÜRK, TİTRE, KENDİNE DÖN!” Ulu önder Atatürk’ün dediği üzere ”MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR.” ve ”TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMELİ MİLLİ KÜLTÜRDÜR.”
M. Yavuz ELBİRLER
Em. Gn. Md.lüğü E. İsth. D. Bşk.