Açıklama: Bozkır Köyü’nde Özel Gün ve Kutlamalar
Sadık SOFTA
Davar yüzü gezme, çevre köylerde de özel gün olarak kutlandığını bildiğim günlerden biri. Ama Benim çocukluğumda Bozkır Köyü’nde kutlamaları çok güzel olurdu. Duyduğuma göre, pek çok güzelliklerin yok olduğu gibi bu çeşit kutlamalar da yok olmuştur.
Bilindiği gibi davar yüzü gezmeleri koç katımından yüz gün sonra yapılan bir etkinliktir. Aslında derler ki, kasımdan itibaren yüz gün içinde, tabiatın canlanmaya başlamasının işaretidir ve davarların kuzulamaya başladıkları zamanın belirtilmesi, onun sevincinin yaşatıldığı bir zaman dilimidir. Tarihin derinliklerine dalınırsa bu eğlenceyi çobanların yaptıkları söylenir.
Davar Yüzü Gezme zamanı gelince, köydeki delikanlılar bir araya gelirler. Bir görev paylaşımı yaparlar. Aslında bu görev paylaşımı önceden bilinen rollerle de örtüşür. Çünkü önceden yapılan düğün ve benzeri eğlencelerde, kimin ne marifeti vardır bilinir. İş böyle olunca da, böyle bir günde en iyi kim hangi rolü üsleniyor bilindiği için o rolü onlar alır ve de onlara verilir.
Benim en son gördüğüm üç beş kutlama veya eğlencede, def elinde, güzel sesiyle oyun türkülerini ve manilerini çalıp, söyleyen bir delikanlı, yine çok güzel onayan delikanlılardan bir kaçını kadın kılığında oyunlar sergileyerek bu günleri neşe işinde geçirirlerdi. Benim erişebildiğim bu kutlamalarda rol alan gençler çok güzel oyunlar oynarlardı ve oyunları çok beğenilirdi.
Defçiler, normal elbiseleriyle ve boynuna bir yağlık bağlayarak katılırdı. Bunların def eşliğinde çalıp söyledikleri türkülerle oyunlar oynanırdı. Zamanında televizyon ve radyo olmadığından çevrede söylenen türkülerden, oyun havalarından oluşurdu.
Öte yandan köyde davul – zurna olmadığı için -düğün zamanı başka köylerden davul zurna ücretle tutulurdu- bunu bir yerde mecburiyetten dolayı yaparlardı. Düğün zamanları kadınların kına gecelerinde yaptığı gibi bu özel günlerde bunların görevleri çok önemli idi.
Defçiler, defi ellerine alıp çalmaya başladılar mı, oyuncular hemen oynamaya başlarlar ve def ile rahatlıkla ritim tutabildikleri için oynanan oyunlarda da çok çok başarılı olurlardı. Bir de def çalanlar zaten oynanan oyları da iyi bildikleri için oyuncuların ritim tutmada daha da bir başarılı olmasına altyapı sağlamış olurlar.
Köse, en korkunç görünen, en heybetli ve çirkin yüzlü bir görünümle sahne alırdı. Kösenin başına bir leğen -el leğeni diye adlandırılır-, sırtına bir palto ve paltonun içine, aynı zamanda sırtına müthiş bir kambur oluşturmak işin bir yün yastık, ya da çul doldurulur, belinden de örken veya urganla bağlarlar. Bu bağlara değişik büyüklükte bir sürü çan, zil, tokurdak ve koza bağlarlardı. Suratını da kara boya ile süslerlerdi ki, en çok boya bunun suratında olur ve çok korkunç görünürdü. Eline sağlam bir sopa alır, geziye bu görüntüyle çıkardı. Bu sopayı gezi boyunca çok kullanır ve çok da eli ağır olduğu için çok can yakardı. Bu yönüyle bakıldığında oyuncuların bile çekindiği bir kişilikti.
Köse bütün ekibin lideri durumundaydı.
Ekipte bulunanların tamamı köseyi dinlerlerdi.
Köse çirkin görünümü kadar da acımasız bir durum sergiler. Köylerde çocukların ve hatta belli bir yaşa gelmiş olanların bile korku duyduğu bir kişiliktir. Çoğu yetişkinler bile oyun alanının dışından seyretmeyi tercih eder. Yaklaşmaya bile korkarlardı.
Alabacak, normal giysilerinden sadece ceketi çıkartılır, pantolonuna beyaz kuşaklar dolayarak ve belinin etrafına ziller ve kozalar takarak kıyafeti oluşturulur, aslında kösenin yardımcısıdır ve bol bol köseden dayak yer, gezme âleminde kızların kaçırılmasına engel olmakla görevlidir. Uyanık olmadığı zaman kösenin sopasından bol bol nasibini alır. Buna rağmen o yine de seyircileri kışkırtır. Hatta yapması gereken hareketleri yapmamak ya da görmemek için arkasını döner, birinci görevi olan kızların korunmasını bile askıya alır ve ortalık bir karışır; tabi bu duruma çok sinirlenen kösenin homurtusu ve elindeki sopasından seyirciler, çingene kızı ve alabacak da nasiplerini alırlar. Bu nasiplenme işi tabi kızları kaçıranlarda biraz daha bol ve bereketlidir.
Çingene Kızı, boydan, fistan ya da entari denilen giysi, zayıf bir delikanlıya giydirilir. Başına bir eşarp bağlanır. Giyiminde çok kaba ve kendisine bakmayan, zayıf ve kirli, pasaklı bir görüntü çizen, etrafına pek dönüp bakmayan bir tiptir. Eline boyundan uzun bir sopa verilir. Diğer eline kabaca dürüm yapılmış bir yufka ekmek alır. Bazen kösenin yaptığı gibi yüzüne çizgiler çekerek boyar.
Oyun boyunca, sahnenin etrafında sakin sakin dolaşır durur. Etrafta olanlar sanki onun hiç ilgisini çekmez. Oyun boyunca elindeki yufka hiç bitmez. Fakat batığınızda sanki bir yufkayı bir seferinde bütünce yiyecekmiş gibi iştahlı iştahla yufkaya sürekli saldırır. Arada bir etrafı sakince süzer ve beklenmedik bir anda, sopasını öyle bir vurur ki, sopayı yiyen sanki bacağının o kısmını koptu zanneder. Sonra yine eski sakinliğin, bir şey olmamış gibi ekmeğini yemeye devam eder.
Oyuncular, ya da oyuncu kızlar, aslında köyün kadın oyunlarını çok iyi oynayan erkeler / delikanlılar tarafından, köyün eskiden giydiği ve günümüze yakın zamanlara kadar düğünlerde giyilen özel üçetek elbiseler giyerek kadın kıyafetine bürünürler. En dikkat ettikleri durum, saçlarını alnından döker, kurduğu yaşmaklarla da erkek oldukları izleri tamamen kapatarak, oyun oynadıkları süre içinde, yani rolleri sürdüğü müddetçe kendilerinin tanınmamasına, hatta öyle ki yakın akrabalarının bile tanımasına imkân vermeyecek şekilde hazırlanırlar. Genelde oyuncular dört kişilik, iki takım kız ekiplerinden meydana gelir.
Meydanda oynarken zaman zaman dörtlü, genelde ikili karşılama türünde kadın oyunları oynarlar.
Heybeci, normal kıyafetleri içinde, boynuna bir heybe alarak kafilenin gezdiği evlerden verilecek hediyeleri toplar.
Davar Yüzü Gezmesi, Akşamın ilk saatlerinde, bu saydığımız roller verildikten sonra herkes aldığı role göre makyajını yapar ve giyinirlerdi. Makyaj daha çok tava ve tencere gibi mutfak eşyalarından elde edilen karaboya olarak kullanılan, yüzlerini değişik şekillerde boyamalarla yapılırdı. Bunu tabi kadın kıyafeti / üçetek giyenler yapmazdı. Daha çok köse, alabacak ve bazen de çingene kızı boyanırdı.
Yatsı zamanı gelince, köyün belli bir yerinden gezmeyi başlatmak üzere harekete geçerler. Köyün de müsait olmasından olsa gerek, ilk gidilecek ev daha çok dere kenarlarına yakın olan evlerden herhangi birisinden başlar. Eve yaklaşılasıya kadar sessizce hareket edilir. Hedeflenen mesafeye gelince başta köse ve diğerleri çok hareketli bir duruma geçerler. Kızların – oyuncuların etrafını sararak ve kızların yakınına gelenlere hızla saldırarak çevrelerinde hoplayıp, zıplayarak, koşarak, ani dönüşler yaparak ve dahası bellerinde asılı olan çanların da olabildiğince seslendirilmesine dikkat ederek, bir velvele bir curcuna içinde eve varılır.
Hemen evin kapısı önünde bir daire çizilir ve dairenin ortasında defçi, türküsünü def eşliğinde söylemeye başlar. Kızlar alanın tam ortasında oyun oynarlar.
Köse bütün hırçınlığını takınarak oyun alanının tümüne hâkim olur. Alabacak da ona yardım eder. Eğer meydandaki oyun uzarsa, köse gittikçe daha da çok hırçınlaşır ve daha çok, alan çevreleyenlerin ayaklarına sopası ile dokunarak can yakar. Alabacak bunun tam tersine, mahsustan dalgınlığa getirir ve seyircilerden birinin kızlardan birini meydandan alıp kaçırmasına müsamaha gösterir. Bunu yapan genç de tabi kösenin sopasından bol bol nasiplendirilir. Bu sırada çingene kızı, sanki kıtlıktan çıkan birinin açlıktan ölecekken son anda ekmek bulmuş gibi, abartılı bir şekilde ekmeği yemekle meşguldür. Sürekli bu şekilde ortalıkta dolaşır durur. Öyle bir tavır takınır ki, etrafta sanki hiç kimse yokmuş da, aşırı şekilde acıkmış birisinin kendi elindeki ekmeğe saldırdığını zannedersiniz.
Kızlar bir araya toplanıp, gerekli asayiş sağlanınca köse birden düşüp bayılır. “-Köse öldü!.. Köse öldü!..” diyerek kızlar başına toplanır ve bir yandan dizlerine vurarak, çırpına çırpına, ağlamağa, bir yandan da Köse için yas etmeye (ağıt yakma) başlarlar. Bu öyle bir ağıttır ki, orada seyredenlerin ve dinleyenlerin kahkahalar atmasına sebep olur. Belirli bir hediye aldıktan sonra köse doğrulur, ayağa kalkar ve evin sahibiyle tokalaşarak -müzip ev sahipleri, köse ile kucaklaşır- diğer eve yönelirler.
Köyde evler biri diğerine çok yakın olduğu için, komşu evdekiler sıranın kendilerinde olduğunu bilirler. Onlar da zaten korku ve heyecan içinde beklemektedirler. Korkuları, hem kösenin insanları ürperten çirkinliği, hem de kafası eserse eve dalıp girerek, büyük küçük demeden saldırması ve rastladığının canını yakmasıdır. Hatta telaşlı telaşlı kapıyı vurması ile bazan kendisiyle pazarlık etmeye çalışanlara tam tersi davranması gibi sebepler yatar altında. Köseyi gören çocuklar korkudan ağlamaya başlarlar.
Bütün koy böyle böyle dolaşıldıktan sonra, önceden kararlaştırılan mekâna geri dönülür. Bu mekân daha çok köy odasıdır, fakat bazen şahıs odalarında da toplanıldığı olur. Gecede rol alanlar normal kıyafetini giyerler. Köyün dolaşılarak alınan bütün hediyeler bulundukları odanın ortasına getirilerek tespit edilir. Yiyecekler ve köy bakkalına satılacak olanlar ayrılır. Sonra köyün bütün gençleri eğlenceye başlarlar. Bazen sabaha kadar bu oyunlar ve şakalaşmalar devam eder.
Sadık SOFTA