EGEMENLİK PAYLAŞILAMAZ!
Millî Mücadele’nin meşruluğu “Hâkimiyet bilâ kayd u şart milletindir.” ilkesine dayandırılmıştır. Millet, istiklalini ve hâkimiyetini bizzat kendi azim ve kararıyla kurtarmıştır. 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 1. Maddesi: “Hâkimiyet bilâ kayd u şart milletindir.” diyor. Evet “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.”
Hangi milletin? Kurucu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o milleti kendi el yazısıyla belgeleyerek “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” biçiminde açıklamıştır. Devleti kuran iradenin millet anlayışı, kuruluş ayarları olan 1924 Anayasa’sında “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk denilir.” denerek ifade edilmiştir. Sosyoloji, siyasal bilimler, insan hakları, etik değerler açısından en doğru, en hakkaniyetli vatandaş ve millet tanımı.
1961 Anayasası’nın 54. Maddesinde ve 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” denerek Türk’ün ve Türk milletinin en kapsayıcı tanımı yapılmıştır. Her türlü dışlayıcılığı, ayrımcılığı reddeden bu tanım, kişinin “Ben filan aileden, falan köyden, şu aşiretten, feşmekan etnik kökendenim.” demesine engel değildir. Ancak kişi bu farklılıklarını ileri sürüp kendini kapsayıcı millet tanımının dışına çıkarıyorsa, ayrıcalıklar istiyorsa vatandaşlık hakkını yitiriyor, ucu ihanete, bölücülüğe uzanan bir yola giriyor demektir.
“EGEMENLİK KAYITSIZ, ŞARTSIZ TÜRK MİLLETİNİNDİR.” ifadesinde “KAYITSIZ, ŞARTSIZ” sözcükleri, bu konuda hiçbir tartışmanın olamayacağını, hiçbir sınırlama getirilemeyeceğini, en açık biçimde, tam bir kesinlikle vurgulamaktadır. Tartışmaya kalkan siyasilere hatırlatalım.
Tarih; bize egemenliğin paylaşılamaz olduğunu, paylaşıldığında yitirildiğini gösteriyor. Sadece Türk tarihi değil, dünya tarihi de bunun örnekleriyle doludur. Kıtalara sığmaz büyük devletlerin, hükümdar öldükten sonra oğulları arasında çıkan taht kavgalarıyla önce bölündüğünü ve kısa süre sonra tarihten silindiğini biliyoruz.
Taht kavgalarının temelinde egemenliği ele geçirip kimseyle paylaşmamak vardır. Babaları ölünce kardeşler ülkeyi birlikte yönetseler yahut dört kardeşseler her biri sırayla üç ay başa geçse ne iyi olur (!) değil mi? Ama olmuyor. Şu da olabilir: Ülkeyi dörde bölerler, kura ile her birinin başına bir kardeş geçer (!) Sana düşen parça, daha güzel kavgası çıkmaz mı dersiniz?
Tarih boyunca bunların her biri denenmiş, hiçbiri başarılı olamamış, devletin yıkılışıyla son bulmuştur. Bunu bilen devletler hasmı oldukları devletlerde egemenlik tartışmalarını, kavgalarını körüklerler.
Türkiye, son dönemde bu egemenlik paylaşımının büyük acılarıyla çok ağır biçimde sarsılmıştır. Resmî literatürde “PARALEL DEVLET YAPILANMASI” adı verilen Fetullah Gülen cemaati, iktidar ile egemenliği paylaşmaya cüret etmiş, iktidar buna göz yummuştur. Bu egemenlik paylaşımı devleti uçurumun eşiğine getirmiştir. 15 Temmuz kalkışması, egemenliği paylaşmakla yetinmeyip diğerini alt ederek egemenliği tümüyle ele geçirme girişimidir.
Egemenlikle ilgili risk oluşturan bir konu da sığınmacılarla ilgilidir. Ülkelerin çok büyük göçlerle nüfus yapılarının (demografik yapılarının) çok kısa sürede aniden değişmesi, sığınmacı gettolarının oluşması, hatta sınır boyunda bazı şehirlerde sayıca yerli nüfustan fazla olmaları, hazmedilmelerini imkânsızlaştırır ve eninde sonunda beraberinde bir egemenlik sorunu doğurur.
Ülkelerin göç yoluyla aldıkları kitleleri kendine benzetme; kendi kültürü, ülküleri ve yaşam tarzına uyumlu hale getirmeleri; kısaca hazmedebilmeleri için kendi nüfuslarıyla orantılı olmak, aşırı olmamak zorundadır. Çok sınırlı sayıda göçmenle bile bu hazım ancak çok uzun bir süreçte başarılabilir. Burada “süreç” sözcüğüyle önceden yapılmış hazırlıklar, planlar, etkili programlar ve zaman ifade edilmiştir. Bunlar olmadan kabul edilen göç daha ilk gününde felakete dönüşür. Göçmen kabul eden ülkede doğum oranları nüfus varlığının idamesini sağlayamayacak kadar düşükse, aksine göçmenlerin doğum oranları çok yüksekse gelecekte egemenlik kavgası kaçınılmazdır.
Son günlerin tartışmalarına bakınca siyasetçilerin akıllarını başlarına alacaklarından hiç emin değilim. Gayret, Anayasa’nın 66. Maddesi’nde tanımlanan Türk milletine düşmektedir. Millet, tez zamanda aklını başına almalı ve oylarıyla siyasete doğru yolu göstermelidir.
06.11.2024
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist