ENTEGRASYON – ASİMİLASYON
Bize göre çok gelişmiş; çok zengin ülkeler sığınmaları engellemek için çabalar, çok özel önlemler alırken bizim, sığınmacıları bir tek kollarından tutup zorla getirmediğimizin kalması çok düşündürücü.
Dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesi olmamızla birlikte çok sık kullanılan iki sözcük “entegrasyon” ve “asimilasyon”. Ben kendimi bildim bileli iyi bir şeyde dünya sıralamasının önlerinde yer aldığımızı görmedim. Aksine kötü şeylerde hep ön sıralardayız.
Birbirine yakın anlamlı “entegrasyon ve asimilasyon” terimlerinin biraz üzerinde duralım. Sığınmacılar konusunda bu iki terimden daha yumuşak olan “entegrasyon” tercih edilmektedir. Bu kullanım, sığınmacıların kalıcı olacağını kabule dayanmaktadır. Kalıcı sığınmacıların Türk toplumuna uyum sağlayacaklarına, kader birliği ederek birlikte yaşama iradesi göstereceklerine, Türk toplumunun da onları benimseyeceğine inanılmaktadır.
“Entegrasyon”, demografik alanda “uyum ve bütünleşme” gibi anlamlara gelir. Farklı bir toplumun özde kendi kalmakla birlikte ana kitleye uyum sağlaması ve onunla bütünleşmesidir. Buna bir örnek olarak Almanya’daki Türk toplumu gösterilebilir. Türkler, Almanya’ya çalışmak üzere, entegrasyonları için her türlü hazırlık yapılarak davet edilmişler ve yıllar içinde aşamalı olarak gitmişlerdir. Büyük kısmı Alman vatandaşı olan Türkler, dillerini, dinlerini, kültürel varlıklarını korumayı sürdürürken Alman toplumuyla uyum içindedirler. Türklerin Almanya’ya entegrasyonu altmış yıllık bir süreçte kısmen sağlanabilmiştir. Yine de tam bir uyumun olmadığı pek çok örnek vardır. Aşırı milliyetçi, Neonazi Almanlar Türkleri istememekte, ağır saldırılar düzenlemektedirler.
“Asimilasyon”, entegrasyondan daha aşırı olarak bireyin veya toplumun kendi kültürel kimliğinden, kültürel geçmişinden, yaşam tarzından tümüyle sıyrılarak, başka bir kültürün içinde erimesi, kendi olmaktan çıkmasıdır. Bugünün Arap ülkelerinden Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Libya, Fas, Cezayir, Tunus, Moritanya, Sudan asimilasyon yoluyla sonradan Araplaşmışlardır. Osmanlı, hakim devlet olarak kendini Araplaşmaktan koruyabilse de pek çok alanda ciddi ölçüde etkisinde kalmıştır.
Tarih, bize Arapların hiçbir zaman asimile olmadıklarını, aksine fethettikleri ülkelerde uzun zaman içinde nüfus bakımından da hakim hale gelerek toplumları asimile ettiklerini göstermektedir. Bunda dinin önemli payı vardır. Arap dünyası, kendisini İslamın sahibi görmektedir. Halis Müslüman olmak ancak Araplaşmakla mümkündür (!) Dinin gerekleri Arapça ile yerine getirilir. Arap gibi giyinmek, çocuklara Arapça adlar koymak, sıradan geleneklerdir. Arap olmayan toplumlarda din adamları genellikle bilerek ya da bilmeden bu Araplaşmaya öncülük eder.
Devletlerin hayatında elli yıl, yüz yıl, çok kısa sürelerdir. Devletleri yönetenler, tarihten ders almak ve ülkelerinin birkaç yüz yıl sonrasını planlamak zorundadırlar. Çok yüksek (Türklerin üç buçuk katı) olan doğum oranları, sığınmacıların zaman içinde entegre olmak bir yana içine girdikleri toplumu asimile edebileceklerini göstermektedir. Sığınmacıları entegre edeceğini sanarken asimile olma riski çok fazladır.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist