HİLAFET VE HANEDAN
Halifelik, bütün İslam topluluğunun tek bir devlet çatısı altında toplandığı dönemde İslam devleti başkanlığıydı. Ortaya farklı İslam devletleri çıktığında hepsinin tâbi olduğu bir halifelik kurumu (devlet başkanlığı ya da dinî önder) hiçbir zaman olmadı. Hilafetin ne olduğu, işlevi, tarihi üzerinde çok duruldu. Tekrara düşmemek için burada yeniden tartışmanın gereği yok. Ancak şu noktayı bir kez daha belirtmekte yarar var:
Hilafet ve halifelik ilk dört halifeden (Hulefa-yı Raşidin) sonra şekil değiştirmiş ve saltanata dönüşmüştür. Başlangıçta Resulullah’ın halefleri, cennetle müjdelenmiş (Aşere-i mübeşşere) dinî yönden de toplum önderleriyken sonra tam bir siyasî hüviyet kazanarak devlet başkanlığına dönüşmüştür. Dört halifede görülen dinî yetkinlik ve imamet, gitgide hükümdar olanların otoritelerini topluma kabul ettirme ve siyasî güç aracına dönüşmüştür. Devlet başkanı halifenin oğlu, fasık da mülhit de olsa babasının tahtına oturup ardından halife olmuştur. Beşinci halife (Bazıları Hz. Ali’nin halifeliğini saymayıp üçüncü kabul eder.) Muaviye’nin ardından halife olan oğlu, Kerbela’da Resulullah’ın torunlarının katili Yezit iyi bir örnektir.
Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı padişahlarının (çocuk yaştakiler ve aklî dengesi bozuk olanlar dahil) ünvanı olmuş, Osmanlının güçlü olduğu dönemlerde İslam dünyasında hatırı sayılır bir otorite olarak görülse de güç kaybıyla birlikte zamanla etkisini yitirmiştir. Birinci Dünya Harbi döneminde Osmanlı devletine bağlı İslam toplulukları açılan hilafet bayrağı altında toplanmaya itibar etmemiş, Hristiyan düşmanla birleşerek devlete isyan etmişlerdir.
Halife ünvanlı Osmanlı padişahları en üst düzeyde dinî önder görünmekle birlikte yaptıkları işlerin dine uygun olduğuna dair şeyhülislamlardan fetva almışlardır. Bu durum aslında çelişkidir. “Zıllulah-ı âlem” (yeryüzünde Allah’ın gölgesi), Resulullah’ın halefi olduğuna inanılan hükümdarın, dini en iyi bilen kişi olması, başkasından dinî öğüt almaya ihtiyacı olmaması gerekmez mi? Halife kendi atadığı şeyhülislamdan fetva alır mı? Almış. Dinî otorite padişah mı, şeyhülislam mı?
Bütün Katolik Hristiyan dünyasında dinî görevlendirmeler Vatikan tarafından yapılmaktadır. Amerika’daki kardinali de Fransa’dakini de diğerlerini de Papa atar. Halifeliğin, Katolik Hristiyan dünyasındaki papalığa benzer bir yapılanması hiçbir zaman olmamıştır.
İtilaf devletlerince Lozan Konferansı’na TBMM’nin yanında İstanbul hükümeti de davet edilerek bundan yararlanılmaya çalışılmıştı. Bunun üzerine karşı bir hamleyle 1 Kasım 1922’de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrılıp, saltanat kaldırılmıştır. Ortada İstanbul hükümeti diye bir şey kalmamış, Vahidettin’in halifelik ünvanına dokunulmamıştır. Ancak Vahidettin’in 17 Kasım 1922’de bir İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk ederek İngilizlere sığınması üzerine halifelik makamı boşta kalır. 18 Kasım’da ise TBMM, veliaht şehzade Abdülmecid Efendi’yi halife ilan eder, o da 24 Kasım’da İstanbul’da halifelik makamına oturur.
Halifelik, ya devlet başkanlığı görevinden arındırılarak sadece dinî hüviyetiyle bir şahsa devredilecek ya yeni devlet başkanınca temsil edilecek ya da tümüyle kaldırılacaktı. Başlangıçta henüz hanedan mensupları yurttayken onlardan (birkaç Batı dilini iyi bilen, nü resimler yapan bir ressam da olan, Batı kültürüyle yetişmiş) veliaht şehzade konumundaki birine tevdi edilmesi uygun görülmüştü. Bu çözüm hanedanın bir biçimde sürdürülmesi anlamına geliyordu ki bu yeni rejimin bekası için büyük sakıncalar taşıyordu. Osmanlı padişahları geçmişte bu gibi sorunlardan kurtulmak için bütün kardeşlerini, hatta hamile cariyelerini bile katlettirmişlerdi. Diğer taraftan İngilizlere sığınarak yurdu terk eden padişahın halen halife ünvanını kullanması da ikiliğe yol açıyordu.
Cumhuriyet kurulalı bir yıl bile olmamış, henüz bütün kurumlarıyla yerleşip oturmamıştı. Ülke savaşların yıpratmasıyla perişan haldeydi. Eğitim düzeyi çok düşüktü. Yurdun pek çok yerinde padişahlığın sürdüğünü sananlar çoktu. Halifelik gibi dinî anlamı olan bir kurumun şehzadelikle birlikte hanedanın tekelinde sürdürülmesi yeni rejimin yerleşmesi için önemli bir engeldi. Günümüzde bile hanedanla çok uzaktan ilintili bazı kişilerin çeşitli iddialar ve taleplerle ortaya atılmaları duyulan endişenin hiç de haksız olmadığını göstermektedir. Avrupa’da ve dünyanın her yerinde köklü rejim değişikliklerinde eski hanedan üyeleri ya tümüyle ortadan kaldırılmış ya yolunu bulabilenler yurt dışına kaçmış ya da sürgün edilmişlerdi.
Halifeliğin tayin edilen kişinin elinden alınarak yeni devlet başkanına verilmesi, işlevini yitirmiş bu kurum için uygun görülmedi. Tek çözüm yolu halifeliğin kaldırılması, TBMM’nin manevi varlığında temsil edilmesi olarak görüldü. 3 Mart 1924’te çıkarılan bir kanunla halifelik kaldırıldı ve hanedan üyeleri yurt dışına çıkarıldı. Yeniden canlandırılması mümkün olmayan, diğer İslam ülkelerince hiç itibar edilmeyeceği çok açık bu kurumun tartışmaya açılması, gerilimlere yol açacağı gibi hiçbir yarar da getirmeyecektir.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist