KONJONKTÜR!
Konjonktür, bir ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal yaşamının yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği inişli ve çıkışlı hareketlerin bütününü ifade ediyor. Konjonktür, dört dönemden oluşuyor; çıkış, tepe, iniş ve dibi görmek… Bu arada belirtelim konjonktür, Fransızca kökenli bir kelime!
Hani derler ya bir şeyin olması için konjonktürün uygun hale gelmesi gerekir diye bence en iyi tarif bu!
Türkiye’de de Türk milleti lehine bir şeylerin olması için konjonktürün uygun olması gerekir. Eğer konjonktür uygunsa, bugün imkansız gibi gördüğünüz şeyler o konjonktürün uygun olması ile gerçekleşir.
Günümüzde Türk aydını olarak niteleyebileceğimiz insanların büyük bir umutsuzluk, bezginlik ve yılgınlık içinde, olduğunu görüyoruz. Ne dersek diyelim “Nuh diyorlar, Peygamber demiyorlar.” misali onlara pek bir şey anlatamıyoruz… Hal böyle olunca bulunduğumuz girdaptan kurtuluş için mücadele etmiyorlar ve sadece bahane üretiyorlar.
Atatürk, Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs 1919’tan önce Türk milleti 1912’den bu yana tam yedi yıldır savaşıyordu… Bizim nesiller savaşmak nedir bilmez! Türk milleti, o tarihten beri savaş görmedi ve insanlarımız yaşananları unuttu. Türk milleti, o yedi yıl boyunca binlerce evlâdını dünyanın dört bir köşesinde şehit vermişti. Bir o kadarı da uzuvlarını yitirerek “Gâzi” sıfatıyla evlerine dönmüştü. Hastalık, fakirlik, yorgunluk, yılgınlık memleketin üzerine çökmüştü.
Ancak İzmir ve İstanbul’un işgali, düşman askerlerinin Anadolu’ya çıkışı öyle bir konjonktürel ortam yarattı ki, öldü denilen, bitti denilen Türkler, Atatürk ile ayaklandılar ve üç sene süren bir İstiklâl Savaşı ile memleketlerini kurtararak adeta bir imkansızı başardılar.
Şimdi, olmaz diyen arkadaşlara bu olayı örnek almalarını salık veririm. Yeter ki, konjonktür uygun olsun bu memleketin yetişmiş kadroları yeniden imkansızı başarırlar!
Hem Atatürk “benim başbuğum” diyeceksiniz hem yılgınlık göstereceksiniz! Olmaz, değerli arkadaşlar…
Yapacağımız tek iş, sorunlarımızdan kurtulmak için hazırlık yapmak, örgütlenmek ve konjonktürel uygunluğu beklemektir.
Ancak bu şekilde davranarak ülkemizi ağır sorunlardan arındırabilir; yerli, millî, bağımsız, bağlantısız ve sivil bir yapı kurabiliriz.
Bunları yapabilmek için hiç bir eksiğimiz yoktur. Aksine Atatürk’ün Bandırma gemisi ile yola çıktığından çok daha fazla imkânlarımız mevcuttur. Tek eksiğimiz stratejik akıl noksanlığı ve konfor alanlarımızı terk edememek hastalığıdır. Bunları da, Atatürk’ü taklit ederek çok rahatlıkla aşabiliriz. Ne diyor Atatürk “Beni görmek demek behemal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.”
Yine devamla Atatürk; “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” demektedir.
Özellikle Türk milletine bir müjde vermek isterim ki, konjonktür uygun olunca Atatürk’ün yolunu takip eden önderler, Türk milletini çağlar ötesine taşımak hamlesi için gereğini yapacaklardır.
Yılgınlar, yorgunlar, bıkkınlar ve umutsuzlarla işimiz yok! Bunlar yoldan çekilsinler ve köstek değil, destek olsunlar.
09 Ağustos 2024 / İzmir
Av. Özcan PEHLİVANOĞLU
Hukukçu / Siyasetçi / Yazar