KÜRT RAPORU VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN
Seçimlerin sathı mahallinde bulunduğumuz bu günlerde, bölücü siyasal kürt hareketinin faili Recep Tayyip Erdoğan değilmiş gibi, DEM – CHP işbirliği varmış gibi siyasî popülizm peşindedirler. Asıl mesele ise bakın nasıl gelişmiştir;
Recep Tayyip Erdoğan, bundan tam 21 yıl önce Refah Partisi il başkanı iken önemli sayılacak bir rapor hazırlattı. “Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri”
Çok uzun zamandan beri sürdürülen Kürt siyasî hareketi, Türkiye Cumhuriyeti devletini idare eden şahsiyetlerin sergiledikleri tutum sebebi ile ivmelenerek büyütüldü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eski ANAP lideri Mesut Yılmaz, son olarak Recep Tayyip Erdoğan, “Kürt sorunu vardır, benim sorunumdur.” dedi.
Ülkeyi çeyrek asırdır muhalefetsiz olarak yöneten AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan 2005 yılında Norveç’te yaptığı bir konuşmada sorunun “sanal” olduğu ve “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur.” gibi bir ifade kullandı. Aynı yıl, Diyarbakır’da, cesurca ifadelerin aksine çok korkunç manzaralar yaşandı. Devlet adına özür dileyen Recep Tayyip Erdoğan, önce “Kürt açılımı” dedi sonra da “demokratik açılım” diyerek çark etti. Habur rezaletinden sonra güvenlik endeksli politikalara geri dönmek durumunda kaldı.
Erdoğan’ın, AKP Adıyaman milletvekili olan Mehmet Metiner’e (Aslında bu şahıs, aynı zamanda, ayrılıkçı Kürt siyasetinin merkezinde bulunan bir şahıstır. Gerek HADEP gerekse PKK çevrelerinin organizasyonunda bulunduğunu belli vesilelerle kendisi de kabul edip ifade etmiştir. Halen AKP’nin temsilcisi olarak, AKP’nin siyasî tezlerini yazan ve konuşmalarına devam eden biridir.) hazırlattığı 18 Aralık 1991 tarihli raporun çarpıcı bölümleri şöyle:
“Bugün ‘Doğu’ veya ‘Güneydoğu Sorunu’ olarak adlandırılan sorun, aslında bir ‘Kürt Sorunu’dur…
Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde ‘Kürdistan’ olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir…
Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir…
Türkiye’nin Güneydoğu’su bugün hâlâ geri kalmışlık sorunuyla yüz yüzedir. Bölgede ‘Kürt Sorunu‘ dolayısıyla olağanüstü yasalar uygulanmakta ve bölge geniş yetkilere sahip olan genel bir vali tarafından idare edilmektedir.
1985’te başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır. Bölge halkı, PKK’ya bir biçimde arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim’in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde ‘bok‘ bile yedirilmektedir.
Demokratikleşme ve insan hakları noktasında Güneydoğu son derece geridir. Yakın bir zamana kadar anlamsız ve çağ dışı Kürtçe yasağı dolayısıyla bölge insanları baskılarla yüz yüze gelmiştir.
Bu husus açıklanmaya ihtiyaç duyacak kadar önemlidir. Eğer ‘Kürt sorunu’ olarak ifade edilecek ise, siyasî çözüm gerektirecek bir özelliği vardır. Eğer ülke bütünlüğü içinde, sosyal ve ekonomik mesele ise, o zaman adalet ve bölgesel kalkınma politikaları ile çözüme kavuşması gereken meseledir.”
Raporda bahsedilen meselelerle, Sevr’de iddia edilenler arasındaki benzerlikten hareketle, ‘Kürt meselesi‘ diye ifadesini bulan yargı, aslında ‘Şark meselesidir.’ ve batı ile aramızda, 1912 de Wilson Prensipleri’nin uygulama bulması için bizzat kendisidir.
Doğu ve güneydoğuda, oportinist siyaset takip eden Millî Selamet Partisi ve türevi yapılanmaların, batı emperyalizminin kontrolündeki bölgesel Kürt siyasî hareketine sahip çıkarak, ‘saçak altında yürürken‘ kamuoyunda tartışmaların merkezi, tarafı haline geldiler. Hatta Marksistlerin dahi cesaret edemedikleri konuları, milletin ‘dinî hamiyetlerine’ sığınıp maneviyatımızı istismar ederek siyasî arenaya taşınmış oldu. Bugün dahi, Kürt ayrılıkçı siyasî hareket, radyo ve dil meselesini, ‘Melle’lerin‘ din görevlisi olarak atanması bu politikaların gereğidir. Bu politikaların faili, Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Bugün CHP’nin DEM ile siyasî birliktelik üzerinden siyasî rant devşirmeye çalışan AKP ve Recep Tayyip Erdoğan, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde, PKK’nın temsilcilerini başkan adayı olarak göstermesi, KCK’nin şehir yapılanmalarında görevli komiserlerinin AKP ile işbirliği içinde vatandaşlarla devlet arasında olması, Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner, Ensarioğlu, Abdurrahman Kurt gibi fikrî şahsiyeti “ikircikli” olan şahsiyetlerin hem DEM de hem AKP’de olmaları durumun anlaşılması bakımından çok önemlidir.
Umarım 31 Mart seçimlerinde çıkacak netice, yeni aydınlık ufukların doğmasına vesile olacaktır. AKP, bu konuda, nihaî hareketi anayasal temelde oluşmasını sağlamak üzere, ayrılıkçı Kürt hareketi ve kendi kontrolündeki siyasetlerle, yeni anayasa hazırlığı mücadelesini verecek ve siyasetinin finalini ilân edecektir.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım Antrenörü