
LOZAN
Lozan Anlaşması konusunda saçmalayanları bir yakınıma benzetirim. Sülaleyi ilgilendiren bir konu bana yıkılır, elimden geleni yapıp sonuçlandırırım. Bir şeyler alınmış, bir şeyler verilmiştir. Hiçbir gayreti olmayan o yakınım “Niye şunları, şunları da almadın, niye şunu verdin?” diye hesapsız sözler söylerdi. Sanki karşımızdaki ben ne istersem itirazsız verecekmiş de ben istememişim, hatta o vermiş de ben almamışım gibi.
Lozan, bizimle İtilaf devletleri arasında I.Dünya Savaşı’nı bitiren anlaşmadır. Biz, Lozan’da masaya I. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak oturduk. Bize Anadolu’nun ortasında 200.000 km. kare toprak bırakan Sevr dayatmasını kabul etmemiş, Sevr’i zorla uygulatmak üzere üstümüze salınan Yunan’ı yenmiştik. Mondros Anlaşması, bir ateşkesti. İtilaf devletleriyle savaş bitmemiş, ara verilmişti. Mudanya, ikinci bir ateşkesti. İstanbul ve havalisi, Boğazlar işgal altındaydı. Savaş, ancak bir barış anlaşmasıyla bitecekti. Barış anlaşması olarak önümüze sürülen ve İstanbul hükümeti tarafından kabul edilen, kabul edilemez Sevr’in yerine geçecek bir anlaşma yapılacaktı.
Bir barış anlaşması yapılamazsa, savaş bir biçimde sürdürülecekti. Adil ve onurlu bir barış anlaşması istiyorduk. Bu olmadığı takdirde “Ya istiklal ya ölüm.” anlayışıyla ölümüne direnilecekti. Bu azim, galiplerin Anadolu’ya sürdükleri Yunan denize dökülerek gösterilmişti.
Ancak, 1912’de Balkan Harbi ile başlayan, 9 Eylül 1922’de noktalanan on yıllık savaş ülkeyi çok yıpratmıştı. 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz son atımlık barutumuzdu, büyük fedakârlıklar gerektirmişti. İtilaf ülkeleriyle savaşa yeniden başlamak büyük riskti. İtilaf ülkeleri de uzun süren savaşlarda çok yıpranmıştı. Anavatanlarından uzakta yeniden savaşa başlamakta isteksizdiler. Demokrasinin hakim olduğu bu ülkelerde halk, evlatlarını yeni savaşlara göndermek istemiyor, barışı arzuluyordu.
Lozan’da karşımızda Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı vardı. Yunanistan hariç, hiçbiri de kılıncımız altında boyun eğmiş, her dediğimizi kabullenecek durumda ülkeler değildi. Özellikle İngiltere, Türk düşmanı Başbakan Lloyd George eliyle Sevr’i pek az değişiklikle yeniden önümüze sürüyordu. Konferansı bir kere kesintiye uğratan çekişmeli müzakereler sonucunda adil bir barış anlaşmasına varılmıştır. O günün dünya basını, Lozan’ı Türk’ün çok büyük başarısı olarak yorumlamıştır.
Günümüzde Lozan konusunda gerçeklere aykırı pek çok iddia ortaya atılmakta; okumayan, araştırmayan insanları etkilemektedir. Bazı yalanlar akla aykırıdır, duyan irfan sahibiyse araştırmadan da yalan olduğunu kolayca anlar. Bu yalanlar karşısında öyküdeki çoban kadar basiret göstermek gerekir. Çobana “Dünya öküzün boynuzunda duruyor.” demişler. “Suyunu, otunu kim, nerden veriyor?” demiş. Bu yalanlardan en ünlüsü Lozan’ın gizli maddeleri olduğu; madenlerimizi, petrolümüzü anlaşmanın yüzüncü yılı dolmadan çıkaramadığımız yalanıydı. Yüzüncü yılın tamamlanmasıyla bu yalan çöktü. Zaten maden de petrol de çıkarıyorduk. Ne bu yalanı kullananlar ne de inananlar utandı.
Şu da çok çelişkili. Lozan Anlaşması’na eleştiri getirenler, Padişahın Saltanat Şurası’nda kabul ettirdiği Sevr Anlaşması’ndan hiç söz etmezler. Padişah ve Sevr’i imzalayanlar yüceltilir. Sevr’e göre İstanbul, başkent olarak kalacak; fakat anlaşmaya aykırı bir durum görülürse elimizden alınacaktı. Yani, İstanbul Demokles’in kılıcı gibi bir tehdit unsuru olacak ve sonunda mutlaka elimizden alınacaktı. Bu durumda Orta Anadolu’da Türklüğün daha kaç yıl ayakta kalabileceği meçhuldü. Bu konularda söz söyleyecek herkes, önce önüne iki anlaşmayı ve haritaları koymalı.
Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Millî Mücadele Lozan’la hedefine ulaşmıştır. Sevr’i kabullenenleri ululayanların, Sevr’i paramparça eden Lozan’a laf etmeleri hezeyandan ibarettir.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist

Emeğinize sağlık.