Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan- Milli Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikayesi adlı kitabının 222. sayfasında şunları yazıyor.
“Mustafa Kemal’in, Şişli’de Madam Kasapyan’dan kiraladığı üç katlı ev, Goethe’nin Werther’inde anlattığı Mıknatıslı Dağ‘a benziyordu. Gemiler, bu dağa yaklaşınca hemen bütün demirden olan parçaları koparak ona doğru uçar gidermiş. Dikkat ediyor musunuz? Mıknatıslı Dağ, tahtadan, çerden, çöpten şeylere dokunmaz, sadece demirleri çekermiş. Mustafa Kemal; mütarekenin korkunç bataklığında bir pırlanta gibi ışılıyor, gerek dostları, gerekse düşmanları üzerinde büyüleyici bir etki yapıyordu. Bu yüzden de düşmanları onu kaygı ile gözetleyerek ayağını kaydırmaya çalışırken, dostları da bu Mıknatıslı Dağ’ın altın saçlı ve deniz gözlü sahibine demir parçaları gibi koşarak seyirtiyor, onunla yapacakları dayanışmanın çok hayırlı sonuçlar vereceğini seziyorlardı. Bunların hemen hepsi de korkudan sinmiş veya umutsuz düşmüş aydın yığınlarının çelik dirençli temsilcileri durumundaydı.”
Sevgili dostlar, bugün de benzer bir durumda değil miyiz? Milliyetçilik gemisini oluşturanların tahtadan, çerden çöpten olanları; tatlı, ılık, tehlikesiz günlerde en yüksek hamaset duygularıyla nutuk atıp seyrüsefer ederken, fırtınalı günlerde gücün önünde büyülenmişçesine secdeye vardılar. Eğilmeye, bükülmeye müsait olmayan demirleriyse o Mıknatıslı Dağ‘ın manevi kucağına sığındılar. Oradalar. Önce Allah’a olan tam iman ve teslimiyetleri sonra milli davasından başka hiç kimseye ve hiçbir şeye boyun eğmeyen fıtratlarıyla Mıknatıslı Dağ’ın her yanına serpilmişler. Çelikten bir Bandırma Vapuru bekliyorlar. O yüzden Türk’ün iç ve dış düşmanları pek de sevinmesinler. Hüsrana uğrarlar. Cumhuriyetin 100. yılına girerken bu kıymetlerin değeri bilinse de bilinmese de çok şey başaracaklarından eminim. Zaten kıymetleri bilinmese de ne gam… Işıltılarının sönmesine engel değil ki.
Emine ÖZGENÇ