İnsanoğlu için aranan birinci özellik, kendini güvende hissetmek mi, yoksa karnını doyurabilmek mi? Veyahut da her alanda hükümdar olmak, güçlü olmak mı? Tartışılır…
Kanaatimce, insanın dünyadaki temel arzusu, HUZUR’dur. Huzur; yanlış araçlarla, genel kabulün dışında arandığında, belki insanın kendisi huzurlu olabilir, belki de var olan huzurunu bozabilir, hatta yok edebilir. Denenmiş toplum yasaları, akıl ve bilim yöntemleriyle huzur arandığında çevresindekilere huzuru verse, yaşatsa bile, insan kendinde huzuru bulamayabilir. Oysaki HUZUR; insanın hem kendinde, hem de sevdiklerinde, sevenlerinde, yaşadığı toplumda bulunsa, ne güzel olurdu. Tarih incelemelerimde, belki vardır; ama böyle bir tabloyu hiç görmedim.
İNSANLIK TARİHİ; çatışmalar, savaşlar, rekabetler, istilalar, sömürgeler tarihi olarak görülmektedir. Böyle bir tarih oluşumunun temelinde de insana özgü kusurlar baş aktördür. Kıskançlık, nemelazımcılık, dedikodu, ihtiras, nefis ve şehvet düşkünlüğü, bencillik, vurdumduymazlık, tembellik, cimrilik, iki yüzlülük, çıkarcılık… Ve CEHALET…
Kötülüğe, kötü olmaya yönlendiren bu türden niteliksiz nitelikler; çoğaldığında, toplum hayatında, özellikle toplumu yöneten ve yönlendirenler bünyesinde baskın olduğunda kişisel ve toplumsal sorunlar da katmerleşerek çözülemez duruma geliyor. Doğal olarak, mahallede, şehirde, ülkede ve bütün coğrafyalarda çatışmalar, savaşlar, rekabetler, istilâlar, sömürgeler kendini gösteriyor. Varoluşunda, doğasında, ruhunda, yüreğinin bir köşesinde her insan huzuru arzulasa da, hayatında aradığı huzuru her zaman istenilen ölçüde bulamıyor. Yüksek ruh olgunluğuna sahip kılacak deneyimleri ve nasibi yoksa… Yüksek ruh olgunluğuna ve liyakat deneyimlerine sahip insanların sayısı da, hangi zamanda ve coğrafyada olursa olsun, toplam nüfusun % 1’ine bile tekabül etmiyor, kanaatindeyim.
Nüfusun % 1’ine bile tekabül etmeyen liyakatli, ârif, âlim ve kemâl nitelikli insanların toplum ve ülke yönetiminde etkin ve yetkin bulunduğu zamanlarda, insanlar; huzuru bulmada, huzurlu olmada daha başarılı oluyor. Kişisel ve toplumsal kusurlar, en alt düzeye düşebiliyor. Çatışmalar, rekabetler topluma zarar vermeyecek boyutta görülüyor. Mülkün temeli adalet hakim kılındığı için hukuksuzluk, görülmüyor. Toplum dinamikleri güçlü olduğu için, savaşları önleyici ön tedbirler alınabiliyor. Yüksek nitelikli insanların toplum ve ülke yönetiminde söz sahibi olması; ekonomiyi canlandırıyor, geçim sıkıntısı çekilmiyor. HUZUR, toplum ve yöneticilerin birlikte düşünmesi, birlikte gayret göstermesi ile BİRLİKTE BULUNUYOR. Osman Gâzi dönemindeki gibi, Fatih dönemindeki gibi, Atatürk dönemindeki gibi.
***
2019’un son aylarına girdiğimiz günümüz Türkiye’sinde HUZUR kaybolmuştur, diyebiliriz. Vatandaş da huzursuzdur, vatanı yönlendiren, yöneten bürokrat ve siyasetçiler de huzursuzdur. Doktor da huzursuzdur, hasta da… Fabrikatör de huzursuzdur, işçi de… Öğretmen de huzursuzdur, öğrenci de… Bakan da huzursuzdur, genel müdür de… Asker de, memur de, temizlik işçisi de, şoför de, gazeteci de, aşçı da, esnaf da, dernek başkanı da, sanatkâr da, yazar da huzursuzdur. Huzursuzluk artmaya bir başladı mı, ardı arkası gelmemektedir.
HUZURSUZLUĞUN TEMEL SEBEBİ; liyakatli, ârif, âlim ve kemâl nitelikli insanların ülke yönetiminde çok az sayıda bulunmasıdır. Yani, ÜLKEMİZ MAALESEF İYİ YÖNETİLEMİYOR. Toplumun ekserisi, bu gerçeği görmesine rağmen; beşerî kusurların baskısından kendini kurtaramadığı için bir gayret göstermiyor. Kıskançlık, bencillik ve çıkarcılık kusurlarının tazyiki altında umursamaz bir kılığa bürünüyor. Sorunlar yumağının içinde debelenip duruyor. Ta ki, sorun; ekonomiye gelsin…
***
Yıllarca güvendiğim, Devletimin Cumhurbaşkanı olduğu süreçte de yüksek saygımı kaybetmeyeceğim Sayın ERDOĞAN’ın partisi, HIZLI DÜŞÜŞE GEÇTİ. Kim ne kadar inkar ederse etsin, ilk genel seçimlerde sonuç görülecektir. Mevcut hükümetimizin milletle düşünmesi, milletle ortak hareket etmesi çok gerilerde kaldı, diye düşünüyorum. Millet; karnını, artık sadece dinî ve millî söylemlerle doyuramıyor. Artık, MİLLET; YENİ DOYURUCU, YENİ GÜVEN DUYURMA, YENİ UFUK GÖSTERME SÖYLEMLERİNE İHTİYAÇ DUYMAKTADIR.
***
SİYASAL İSLAMCILIK, toplum düzeyinde kaybedilmiştir.
Eğitim, kültür ve dinî tedrisattaki rahatsızlıklar ateistlerin çoğalmasını güçlendirmiştir. Dinî söylemler maske kılınarak rantiyecilik, münafıklık ve başka ilahlar arama moda haline dönüşmüştür. Tarihin belki de hiçbir döneminde olmadığı kadar din istismar edilmiştir, edilmektedir. 1940’lı yıllarda Millî Şef Dönemi’nde nasıl dindarlara zarar verilmişse; mevcut hükümetin yıllar içinde aldığı yanlış kararlar ile de dine zarar verilmiştir, inancındayım. Dindarlar ve din söylemcileri özgür bırakılmış; bununla birlikte dinin özü zedelenmiştir. Bilerek veya bilmeyerek…
Son birkaç yıl hariç, cuma hutbelerinde söylenen “Allah katında en son din İslam’dır.” ayet-i kerimesi çıkarılmıştır. Uzun yıllar, dinimiz İslam’ın TEVHİT anlayışını bozmak isteyen Fethullah Gülen Cemaati’yle (FETÖ’yle) işbirliği yapılmıştır. “Lailahe illallah Muhammedün Resullullah” demesek de olur, “Lailahe illallah” desek yeter, anlayışının güçlenmesine zemin hazırlanmıştır. Özellikle, 15 TEMMUZ DARBESİ’nden sonra, bu anlayıştan geri dönülür gibi duruş sergilense de, toplumda yansımalarının hâlâ devam etmesi, önemli bir huzursuzluk kaynağıdır.
FETÖ ve PKK ile mücadelede hükümetimizin başarılı olamadığı inancı, hâlâ toplum düzeyinde hakim bir anlayıştır. FETÖ ve PKK sevicisi kimi siyasetçilerin ve üst düzey bürokratlarının etkin ve yetkin kılınması, millet nezdinde ülkemiz geleceği için önemli bir tehlike olarak görülmektedir.
2011 yılının başından beri mevcut hükümetimizin SURİYE ve IRAK konusunda aldığı kararları doğru bulmuyorum. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı Harekâtları‘nı baştan sonuna kadar onayladım. Bununla birlikte, 2018 Ocak ayında yapılması plânlanan Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâtı, henüz görememekten toplumdaki pek çok insan gibi ben de rahatsızım. Kimi akademisyen ve yazarlar gibi, 2011 yılından itibaren konferans, kitap ve yazılarımda ifade ettiğim hal tarzlarının uygulanmayışını da ülkemizin geleceği açısından doğru bulmuyorum.
Medeniyet derinliğine sahip ve güçlü gelenekli büyük devlet niteliklerimizle, kendi millî kaynaklarımızla her türlü sorunun üstesinden gelebilecek toplumsal dinamiklerimiz bulunmaktadır. Bu dinamiklerimizden, ecdadımızdan ve ordumuzun sarsılmaz iradesinden güç alarak millî menfaatlerimizi her platformda ortaya koyabiliriz. Yeter ki, MİLLET-DEVLET ilkesine yeniden canlılık verilsin. Ve karar mekanizmalarının başına daha liyakatli yöneticiler atansın. Olmadığı takdirde, ülkemizin her alandaki sorunlarını çözebilecek beceriye sahip olmayanlar, tarih ve ilahî huzurda büyük vebal altındadır, inancındayım.
***
Mevcut hükümetimizin yanlış kararları var da, muhalefet partilerinin ve onların yöneticilerinin hiç mi yanlışları yok?
Toplumsal sorunlarımızın çözümünde, mevcut iktidar gibi olmasa da muhalefet temsilcilerinin de kusurları, eksiklikleri maalesef çok. Mevcut iktidar temsilcilerinin arasında nasıl PKK ve FETÖ sevicileri var ise, muhalefet parti temsilcileri arasında da bulunmaktadır. Huzuru arayan ve bulmak isteyen millet, olanları dikkatlice takip etmektedir. Hiçbir muhalefet partisi, bu yanlışlardan ayrı tutulamaz.
PKK taraftarı çizgisini bozmayan HDP ile flört etme özelliği, maalesef mevcut iktidar partisinde var da CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinde yok mu? En milliyetçi partiler olarak görülen siyasî oluşumlarda bile HDP ve PKK seviciliği söz konusu değil mi? Eşkıya başı ÖCALAN’ın mektubundan, Osman ÖCALAN’ın TRT’de konuşturulmasından siyasî çıkarım elde etmek isteyenler, ne kadar büyük hata içinde ise; Sayın Ekrem İMAMOĞLU’nun da Diyarbakır ve çevre illerde HDP seviciliği de o kadar hatalıdır, hatalı görülmelidir. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde şimdiden önemli bir aday olarak toplumda temayüz etmiş Sayın İMAMOĞLU’nun hanımının HDP’li hanımlarla fotoğraf vermesi, ülkemiz geleceği açısından ne kadar yararlıdır? Hepsi de yanlıştır ve huzur arayan vatandaşlarımız için, huzursuzluk sebebidir.
***
AK PARTİ, hızla düşüşe geçmiştir; ama, yükselen bir muhalefet partisi de henüz bulunmamaktadır.
Sayın Ali BABACAN ve Sayın Ahmet DAVUTOĞLU ekiplerinin kuracakları iddia edilen partilerin de yöntem ve yürüyüşlerinin millet düzeyinde çok da güven telkin etmediğini düşünüyorum. Yeni kurulacak partilerin sadece AK PARTİ’nin oylarını daha da çok düşüreceğine; tek başlarına iktidar olamayacaklarına; ilk seçimlerde iktidar olsalar bile, toplumsal hastalıklara pansuman tedaviler getireceklerine inanıyorum.
Böyle bir tabloda iki temel yol görünmektedir. BİRİNCİSİ; yepyeni bir siyasî oluşum. Ülkenin gerçeklerini, milletin sorunlarını iyi bilen ve çözebilen yetenekte yıpranmamış liyakatli insanlardan kurulu YENİ BİR PARTİ… İKİNCİSİ ise; ülke daha çok batağa saplanmadan, yol yakınken bütün mevcut parti temsilcilerinin, siyasetçilerin, bürokratların, yazarların, sanatçıların el birliği yapması… Etkin ve yetkin bütün siyasîlerin özeleştiri yeteneklerini geliştirerek, milletin tarihinden güç alarak, milletin geleceğini sağlamlaştırmak için kör dövüşten uzak durmaları…
Bunu, sadece ben istemiyorum. Türk tarihi, büyük Türk Devleti, zengin Türk kültürü ve onun sahibi aziz Türk milleti istiyor. Millet istedi mi, yapılır. Milletin istediği yapılmaz ise, tarih hükmünü verir ve gereğini yapar.
İnsan, ilanihaye değildir; insan ömrü, 70-80 yıldır. Ebedî saadet, bu kısa ömürdeki hizmetlerle kazanılır. En az 3000 yıllık geçmişe ve zengin kültürel mirasa sahip aziz Türk milleti ise kıyamete kadar yaşayacaktır. Kendisine hizmet edenleri de tarihin altın sayfalarında koruyacak ve saygıyla yâd edecektir.
Son söz: Millet, kaos istemiyor. Milletin istediği sadece, HUZUR…