NİMETE KÜFÜR, ONUN KESİLMESİNE YOL AÇAR
19 Mayıs haftasındayız. Her Türk genci, her vesileyle, 19 Mayıs 1919 – 11 Ekim 1922 (Mudanya Ateşkes Anlaşması) tarihleri arasında yaklaşık üç buçuk yıl süren Kurtuluş Savaşı’nı ayrıntılarıyla adım adım öğrenmeli, hatırlamalı, Cumhuriyetimize sahip çıkma bilinciyle kendini donatmalıdır.
Düşman çizmesinin ne olduğunu bugün en iyi GAZZELİLER anlar. Sadece düşmandan kurtulmadık; kulluktan, cehaletten, karanlıklardan da kurtulduk. Vatan on yıl içinde aydınlık bir çağa taşındı. Bu bize Yüce Yaratan’ın lütfuydu.
“Allah’ın (CC) izni olmadan yaprak kımıldamaz.” diyenler, Çanakkale’de Allah’ın gönderdiği yeşil sarıklılar sayesinde savaşın kazanıldığına inananlar, Atatürk’le arkadaşlarının bir nimet olarak bizi kurtarmaya gönderildiğine de inanmalılar. Günümüzde Atatürk’e, kurucu önderlere, Cumhuriyet nimetine küfretmek moda oldu. CAMİ KÜRSÜLERİNDE, MİNBERLERDE HER GÜN BİR BENZERİ GÖRÜLÜYOR.
İnananlar inançlarında samimiyseler nimete şükrün ne demek olduğunu iyi bilirler. Tasavvuf çevrelerinde çok anlatılır: Bir beldenin sofileri başka bir beldenin sofilerine konuk olmuşlar. “Ne yaparsınız?” diye sormuşlar. “Verirse şükrederiz, vermezse sabrederiz, ya siz ne yaparsınız?” denince konuklar “Biz verirse dağıtırız, vermezse şükrederiz.” demişler.”
Şükür doğru ve iyi anlaşılmalıdır. Şükretmek, miskin miskin oturup her şeye katlanmak değildir. Çalışmak, çabalamak, elinden gelen her gayreti göstermek ve sonunda ulaştıklarına razı olmaktır. Şükür; nimeti engelleyenlerle, kötülerle, haksızlıklarla mücadeleye aykırı değildir. Yukarıdaki kıssadaki gibi “verirse dağıtmak için” de çalışmak gerekir. Durduk yerde kimseye bir şey verilmez.
Bunlar rumuzlu hikayeler. Olmuş ya da olmamış önemi yok. Neyi vurguladığı önemli. Günümüzde verilmeyen nimete şükretmekten, verilene küfretme aşamasına gelenler, niçin nimetin kesildiğini de idrak etmeliler.
İçlerinden bir kurtarıcı gönderilen, onunla düşman elinde zebun olmaktan kurtarılan, karanlıklardan aydınlığa çıkarılanlar çok şükretmelidirler. Dönüp dönüp kurtarmaya gönderilene küfreden bir milletin iki yakası bir araya gelmez. Daha büyük belalara müstahaktır ve mutlaka onlara uğrayacaktır. Kurtarmaya gönderilene küfretmek, kurtarılmaya layık olunmadığını gösterir. Mazallah, “Öyle mi, o zaman alın layığınızı.” deniverir. Bu arada kurunun yanında büyük çoğunluğu oluşturan ve sessiz kalan yaşlar da sessiz kaldıkları için birlikte yanarlar.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist