![](https://www.etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/Yaren-Ahmet-Kiymaz-1-1024x768.jpg)
ÇANKIRI YÖRESİ YÂREN MECLİSİ ve TÜRK KÜLTÜRÜ RİTÜELLERİ
G İ R İ Ş
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.02.jpeg)
Her milletin kendine özgü karakteri, maddî ve manevî özellikleri vardır. Kültür; millîdir. İlgili milletin millî özelliklerini yansıtır. Dil, din, tarih, el sanatları, mimarî, musikî, etnografik unsurlar, mutfak, halk oyunları, bilmeceler, mâniler, destanlar, halk hikâyeleri, halk tiyatroları (orta oyunu, meddah, karagöz), halk oyunları vb. ögeler; millî kültürün birer parçasıdır.
Millî tarih ve millî kültür bilgisi ve bilincine gerçek anlamda sahip bulunmayan bir aydının; milletin yönlendiricisi ve aydınlatıcısı olamayacağı zat-ı alilerinizce bilinmektedir. Aydınımız; kültürü, uygarlık kavramının bir parçası olarak gördüğünden; her iki kavramı birbirinden ayırmadığından, diyebiliriz ki, belki son iki yüzyıldır (münferit dönemler ve şahsiyetler hariç) ülke ve toplum sorunları karşısında âciz kalmıştır. Uygarlık değişimlerinde millî kültür, birdenbire ve yapay olarak değil; uzun zaman içinde ve kendiliğinden farklılık göstererek değişmelidir.” anlayışı; maalesef etkili ve yetkili pek az aydınımızda vücut bulabilmiştir.
***
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.03-1.jpeg)
Her disiplinli toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kökü çok eskilere dayanan ritüel (sembolik) davranışlar görülmektedir. Sosyolog ve antropolog gözüyle bu tür ritüel davranışların; toplumları canlı ve dinamik tuttuğu bir gerçektir. Ritüellerin, yani kurallar bütünü içinde ortaya konulan sembolik davranışların; sosyal ilişkileri olumlu yönde etkileyen, kuvvetlendiren, teşvik eden; yaşatıldığı toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısına hız ve hareketlilik veren bir özellikte olması gerektiği unutulmamalıdır. Yalnız; kimi kurum, kuruluş ve toplumlarda görüldüğü gibi, ritüellere esir olmak, ritüeller sayesinde dışa kapalı, yalnız bir dünya oluşturmak da yararsız, hatta statik ve güvensiz bir yapılanma doğurur.
***
Bu özellikler dikkate alındıktan sonra şunları söyleyebiliriz:
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.04-1.jpeg)
Yâren Meclisleri; Yâren’in kuruluş aşamasından, Yâren Odaları’nın donanımına, Yâren Odaları’na giriş kurallarına, yemeklerin yenilmesine, oyunların oynanmasına ve mahkemenin kurulmasına kadar ritüellere büyük önem vermiş bir sosyal kurumdur.
Yâren: İnsan yetiştirme; insanı hayata hazırlama; sosyal düzeni ve güvenliği sağlama; halk müziği, halk mutfağı, halk tiyatrosu, halk edebiyatı gibi ulusal kültür değerlerini yaşatma ve yeni kuşaklara aktarma görevlerini yüzyıllardır yerine getirmiş bir sosyal kurumdur.
Yâren; bizi biz yapan maddî ve manevî ürünlerimizin ahenkli bir manzumesi olan zengin ve köklü Türk kültürünün yöresel bir yansımasıdır.
Ulusal kültürümüzden yoksun insanlarımızın yabancı kültürleri taklit ederek yabancılaştığı günümüzde, kendi kültürümüzü yansıtan halk biliminin önemle ele alınmasının lüzumu daha çok hissedilmektedir. İşte, biz bu araştırmada millî kültürümüzün önemli bir parçası, hatta kendisi olan Çankırı yöresindeki Oğuz Türklerince yaşatılan Yâren Kültürü’nde bulunan ritüelleri ortaya koyacağız.
***
Kayı, Kayıçivi, Yaka Kayı, Bozar Kayı, Yukarı Kayı, Aşağı Kayı, Asarcık Kayı, Hisarcık Kayı, Gölez Kayı, Büyük Kayı, Küçük Kayı, Kayılar, Kayı Ören, Çapar Kayı, Kınık, Kınıkçık, Kara Kınık, Kargı, Kargın, Korgun, Avşar, Büğdüz, Bayındır, Dere Bayındır, Orta Bayındır, Tutmaç Bayındır, Bedil, Beğdil, Çavundur, Dodurga, Eymir, İğdir, Salur, Yuva, Yuva Deresi, Yuva Saray, İnallı Balı, Yazır, Yazırlı, Kara Keçeli, Kızıl İbrik, Karaşar, Kutlu Şar, Alayuntlu, Bozoklu, Kıvçak, Ceceli, Ak Ceceli, Kara Ceceli…
Bunlar; Çankırı yöresinde bulunan ilçe, köy, mahalle ve bölge adlarından bazılarıdır. Bu adlardan da anlaşılacağı gibi, Çankırı yöresi; Oğuz Türkleri ağırlıklı bütün Türk ulus, boy ve aşiretleri bağrında barındıran Türk coğrafyasından önemli bir yerleşim yeridir. YÂREN MECLİSLERİ, yabancı kültürlerle münasebeti olmadığı veya en asgari düzeyde olduğu için özünü, öz değerlerini yitirmeyen bu Oğuz Türkmen toplulukları tarafından yüzyıllar boyunca yaşatılmıştır.
Şüphesiz ki, Türk kültürünün teneffüs edildiği her coğrafyada Yâren Kültürü’nden izler bulunmaktadır. Biz, bu bildirimizde, Çankırı yöresinde Oğuz Türkmen toplulukları tarafından hâlen yaşatılmakta olan Yâren Meclisleri hakkında değerlendirmeler yapacak ve bu meclislerdeki Türk kültüründen yansıma ritüeller üzerinde duracağız.
***
YÂREN’İN KAYNAKLARI nedir?
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.03-3.jpeg)
Yâren Kültürü’nün üç temel kaynağı bulunmaktadır. Bunlar:
- Ulusal Kaynaklar (veya Değerler): Adalet, eşitlik, misafirperverlik, hoşgörü, yardımseverlik vb. (Eski Türk gelenek ve görenekleri dahil)
- Dinsel Kaynaklar (veya Değerler): Özellikle İslâmî inanç sistemi. (Fütüvvetçilik ve Ahilik Kurumu’ nun etkileri dahil)
- Evrensel Kaynaklar (veya Değerler): Güzel, rahat ve güvenli yaşama ideali.
Yâren Kurumu; 12’nci yüzyıldan itibaren varlığı hissedilen Ahilik ve Fütüvvet Kurumları (Arap Gençlik Kurumu) ile münasebetleri görülmesine rağmen, onlardan farklı, kendine özgü millî bir kimliği bulunan sosyal bir kurumdur.
Kökü Arap toplumuna dayanan ve Anadolu’da yeni bir çizgiyle ortaya çıkan Fütüvvet ile çıkış noktası daha çok Türk kültürü olan Ahilik ve Yâren Kurumları birer tarikat değildir.
Bu kurumların; dinî, ahlâkî, iktisadî ve sosyal prensipleriyle öz kaynaklarından biri din’dir. Tarikatların özünün de aynı kaynak olması, benzer çizgilerin görülmesine sebep teşkil eder.
Fütüvvet, Ahilik ve Yâren Kurumları’nın arasındaki en önemli benzerlik şudur:
“Sofra, el ve kapı açık;
Göz, dil ve bel kapalı.”
Yâren (=Yârân) kelimesinin etimolojik anlamlarını şu şekilde verebiliriz:
Bu kelimenin kökeni olarak iki farklı görüş ortaya atılmaktadır. Bunlardan biri, kelimenin Farsça kökenli olduğu üzerinedir. Diğeri ise Türkçe kökenli olmasıdır. Şimdi, bu iki görüş hakkında bir değerlendirme yapalım:
1. Yârlar, sevgililer, dostlar, arkadaşlar (Farsça kökenli)
2. Erkekler, Yiğitler (Türkçe kökenli)
Farsça kökenli Yâren kelimesi, sevgili – dost anlamındaki “YÂR” kelime kökü ile “-AN” Farsça çokluk ekinin birleşiminden oluşmakta ve “Sevgililer, dostlar, arkadaşlar” anlamında kullanılmaktadır.
Yâren kelimesinin Türkçe kökenli olduğunu iddia edenler, bu kelimeyi Türkçedeki “yar-“ fiil köküne dayandırmaktadırlar. Eski Türkçede, yani 1000 yıl öncesinde, henüz Türklerin ikinci kez Anadolu’ya gelmesinden önceki dönemlerde “yar-“ fiil kökünden türemiş GÜÇ ve GÜÇLÜLÜK anlamlarında erkeklere verilen ve sıfat oluşturan bir kelime vardı. Bu “yar-“ fiil kökünden türetilen “YARAN“, “GÜCE SAHİP OLAN ERKEK” anlamında yorumlanabilir. Ve bu anlamda, “YARAN” kelimesindeki “ -AN “ ekini sıfat-fiil (partisip) eki olarak düşünmek gerekir.
Yâren kelimesinin Türkçe kökenli olmasıyla ilgili ikinci bir etimolojik gelişim de şudur:
YARAN kelimesindeki “-AN“ ekini yine daha çok Eski Türkçe döneminde kullandığımız çokluk eki olarak gösterebiliriz. Nitekim, çokluk görevli bu ek, günümüz Türkçesinde bazı kelimelerde hâlâ yaşamaktadır. Örneğin: Oğul + an = Oğlan, er + en = Eren (erler anlamında).
Bu doğrultuda “YAR-“ fiil kökünden türetilen “Güçlü Erkek” anlamında kullanılan “YAR“ ismine eklenen “ -AN “ çokluk eki, kelimeyi “ERKEKLER” anlamına getirmektedir.
***
YÂREN MECLİSLERİ’NDE TÜRK KÜLTÜRÜ’NÜN TEMEL RİTÜELLERİ
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.03-1024x694.jpeg)
Yâren Meclisleri’nde görülen Türk Kültürünün Temel Ritüelleri’nden ilki, 24 sayısı üzerinde öncelikli olarak durmak istiyorum.
“24” SAYISI:
Malumlarınız olduğu üzere, yâren üyelerinin sayısı; il merkezi, ilçe ve köylerde farklı olmakla birlikte Yâren Meclisi, esas itibariyle 24 yârenden meydana gelir. Çavuş ve Sazende Heyeti, bu sayıya dahil değildir. 24 Yâren; Oğuzlar’ın 24 boyunu sembolize eder. Ekonomik zorluklardan dolayı, köylerdeki Yâren sayısının 50’ye kadar çıktığı da gözlemlenir.
***
Bir diğer önemli ritüel ise “YİĞİTBAŞILIK” GELENEĞİ’dir:
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.04-1-1.jpeg)
Anadolu’nun pek çok köy ve kasabasında hâlâ etkinliği devam eden bir gelenektir. Merkezî otoritenin güçlenmesi amacıyla ilk defa Fatih Sultan Mehmet tarafından bizatihi seçilen ve onaylanan insanlar, “Yiğitbaşı” olarak şehir merkezleri ve kasabalarda görevlendirilmiştir. Bu insanlar, yaşadıkları beldelerde her türlü önemli gelişmeyi padişaha bildirmekle ve padişahın emir ve talimatlarını da uygulamakla görevlidirler.
Bu yapılanma, bu özelliği ile uzun müddet yaşatılmış; sonraki zamanlarda ise toplumsal olay ve faaliyetlerde etkin bir toplumsal statü olarak devam ettirilmiştir.
Yâren Meclisleri’nde “Yiğitbaşı” unvanını üzerinde taşıyan insan, Başağalarla yârenler arasındaki sorunları çözmede, olayları ve faaliyetleri Yâren Meclislerinin dinamikleri doğrultusunda uyumlu hale getirmede önemli bir denge ögesi olmuştur. Şehir ve ilçe merkezlerindeki Yâren Meclisleri’nde Yiğitbaşı’na YÂREN REİSİ adı da verilmektedir.
***
“ŞAHNİŞİ = BAŞ KÖŞE” RİTÜELİ:
![](https://etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/09/WhatsApp-Image-2022-09-09-at-15.50.04.jpeg)
Başağalar’ın oturduğu, meydan kapısının tam karşısındaki iki ayrı köşedir. Bu köşeler; otoriteyi, düzeni, adaleti ve devleti sembolize eder. Bu sembol; yârenlerin ve yâren olmayan insanların özel hayatında da etkin olarak devam ettirilir. Evlerde, köy odalarında ve her türlü toplantıda; toplanma odalarının giriş kapısının karşısındaki köşeler “Baş Köşe” olarak adlandırılır ve buralara sosyal prestiji yüksek muteber ve mutemet insanlar oturtulur.
***
YÂREN ODALARININ MEFRUŞATINDAKİ HİYERARŞİK DÜZENLE İLGİLİ RİTÜEL:
“Ocak Yakma” olarak nitelendirilen haftalık toplantı gecesinde (Genellikle cumartesi gecesi), ocağı yakacak yâren veya yârenler tarafından Yâren Odası; Çin iğnesi (Şam işi) yastıklar, yağlıklar, halılar, bayraklar ve renkli süs lambaları ile süslenir.
Ocak yakma sırası yâren ya da yârenlerde iken Yâren Odası’nın duvarlarına az sayıda halı asılır.
Ocak yakma sırası Küçük Başağa’ya geldiğinde, duvarlardaki halı sayısı artırılır.
Başağa’nın ocak yakmasında ise Yâren Odası’nın bütün duvarları halılarla iyice donatılır; Başağa’nın statüsüne uygun olarak mefruşatın sayısı ve kalitesi artırılır.
Çünkü, o, Türk destanlarından tanıdığımız Hanlar Hanı Bayındır Han’ı, yani DEVLET’i sembolize etmektedir.
***
YÂREN ODASI’NA YÂRENLERİN GİRİŞ KURALLARI ve RİTÜELLERİ:
Yâren Odası’na ilk girenler Sazendeler’dir. Bunlar, odanın “Şahnişin” (=Şah Köşe = Baş Köşe) denilen girişin sağ ya da sol yanında bulunan bölümüne geçerler.
Daha sonra, Küçük Başağa Yâren Odası’na sağ ayak önde girer ve girişe göre sol tarafta kendine ayrılmış yere oturur. (Odaya girişte sağ ayağın önde olması, değişmez bir ritüel davranıştır. Bu davranışta, İslamî literatürün etkisi büyüktür. Fıkıh, tefsir ve ilmihal kitaplarında anlatılan bilgilerin etkisi altında yârenler, sağ ayak önde odaya girmeye büyük önem verirler. Hatta, bu davranış yöntemi, yâren olmayan insanların özel hayatlarına bile önemle yansır.)
Çavuş, yârenlerin de odaya girmesi için Küçük Başağa’dan izin ister. Çavuş; odanın dışında bekleyen yârenleri davet ettikten sonra tekrar içeri girer ve Küçük Başağa’ya “Başağa! Yâren ağalar geliyor.” der.
Bu durumda Küçük Başağa, ayağa kalkar ve yârenlerin odaya girmesini bekler. Yârenler, odaya genellikle ikişer girer. Bütün yârenler de Küçük Başağa gibi odaya girerken önce sağ ayaklarını atarlar.
En yaşlı yâren başta olmak üzere, bütün yârenler odaya girer. İlk yâren, sağ eli sol göğsünün üstünde “Selamün aleyküm, Başağa.” der.
Küçük Başağa da, ayakta iken sağ eli sol göğsünün üstünde, “Aleyküm selâm, Yâren Ağa” diyerek selâmı alır ve elini indirir. Sağ elin sol göğsün, yani kalbin üzerinde tutularak selâm verilmesi ve selâm alınması ile; “Ben sana itimat ediyorum; kalbimde çok önemli bir yerin vardır ve benden de emin olmanı istiyorum. Çünkü, benden sana hiçbir kötülük gelmez.” mesajı verilir.
Sırasıyla bütün yârenler; odaya girişte, aynı şekilde Küçük Başağa’yı selâmlar; Küçük Başağa da aynı şekilde bütün yârenlerin selâmını alır.
Odaya giren, selâm veren her yâren; önceden ayrılan yerlere geçer ve ayakta bekler. En yaşlı yâren (genellikle, Yâren Reisi) , Büyük Başağa’nın minderinin hemen yanına, sedire çıkar ve ayakta durur.
İkinci yâren ise, Küçük Başağa’nın sağına geçer ve aynı vaziyette ayakta durur. Küçük Başağa’nın dik inerek, diz üstü oturmasıyla birinci ve ikinci yâren de hemen diz üstü oturur. Bu davranışta, yani, yarenlerin dik bir şekilde, diz üstü ve hızlı oturmasında askerce bir tavır sergilenmektedir. Bu davranış; disiplin, otorite ve düzenin etkin olarak yansıtıldığı önemli bir ritüel davranıştır.
Küçük Başağa; oturduğu yerden sağ elini sol göğsünün üstüne koyar, en yaşlı yârene doğru hafifçe eğilerek “Merhaba, Yâren Ağa” der. En yaşlı yâren de, sağ elini sol göğsünün üstüne koyar ve Küçük Başağa’ya doğru hafifçe eğilir ve “Merhaba, Başağa” diyerek cevap verir.
Küçük Başağa, aynı şekilde ve aynı ifadelerle diğer yârenleri de tekrar “Selâmlar” ve “Merhabalar”. Diğer yârenler de Küçük Başağa’ya aynı şekilde cevap verirler.
Yâren Odası’na her giren yâren; bu selâmlamayı ve merhabalaşmayı yapar. Yalnız, yeni giren yârenler; sadece Küçük Başağa’yı değil, Yâren Odası’na daha önce giren yârenleri de aynı şekilde selâmlamak ve merhabalaşmak zorundadır.
Merhabalaşma’nın uzun sürmesi istenilmediğinde “Cümleden Merhaba” ifadesi de kullanılır.
Selâmlaşma sırasında, Sâzende Heyeti tarafından yapılan müzik peşrevi de ihmal edilmez.
Çavuş; odanın dışında bekleyen Büyük Başağa’nın odaya davet edilmesi için Küçük Başağa’ dan izin ister, dışarı çıkar ve Büyük Başağa’ya Yâren Odası’nın girilmeye müsait olduğunu bildirir. Daha sonra tekrar içeri girer. Küçük Başağa’ya seslenerek “Başağa! Başağa geliyor.” der.
Bu anda, önce Küçük Başağa, sonra yaş sırasına göre bütün yârenler, ayağa kalkar.
Büyük Başağa; kendinden emin, ağır, otoriter bir şekilde ve sağ ayakla Yâren Odası’na girer. Meydanın ortasına yakın bir yerde durur. Sağ elini sol göğsünün üzerine koyarak “Selâmün aleyküm Başağa” der. Küçük Başağa; eli göğsünde “Aleyküm selâm Başağa” diyerek karşılık verir.
Büyük Başağa; tekrar sağ elini sol göğsünün üzerine götürerek ve yârenlerin bulunduğu iki tarafı süzerek “Selâmün aleyküm Yâren Ağalar” der. Bütün Yârenler de, elleri göğüslerinde “Aleyküm selâm Başağa” şeklinde selâmı alırlar.
Selâmlaşma bittikten sonra, Büyük Başağa; kendine ayrılan odanın sağ tarafındaki köşesine gider, sedire çıkar ve dik olarak diz üstü oturur. Onun oturmasıyla birlikte önce Küçük Başağa, sonra sırasıyla Yâren Reisi ve diğer yârenler hızlıca diz üstü oturur.
Küçük Başağa; Büyük Başağa’ya doğru hafifçe eğilerek el göğüste “Merhaba Başağa” der. Büyük Başağa da, aynı şekilde “Merhaba Başağa” diyerek karşılık verir. Yaş sırasına göre bütün yârenler de Büyük Başağa ile merhabalaşır. Bu selâmlaşma ve merhabalaşmada sessizliği bozan tek şey, yavaşça devam eden peşrevdir.
***
YÂREN ODASI’NA MİSAFİRLERİN GİRİŞ KURALLARI ve RİTÜELLERİ:
Başağalar’ın izni olmadan hiçbir misafir, Yâren Meclisi’ne kabul edilmez. Ocak yakma günü (cumartesi gecesi), kabul edilecek misafirlerin sayısı genellikle 40 – 50 arasında olur. Küçük yaştaki çocuklar da misafir olarak kabul edilir. Bundan amaç; Yâren Kültürü’nü genç kuşaklara aktarmaktır.
Yâren Meclisi’ne davet edilen misafirler ikiye ayrılır:
- Kahve ve Çay Misafirleri (Kahve ve çaylarını içtikten sonra, Yâren Meclisi’ni, izin alarak terk ederler.)
- Yemek Misafirleri (Bu misafirler, gece saat üçe kadar Yâren Meclisi’nde kalabilirler.)
Çavuş, Küçük Başağa’ya misafirlerin geldiğini bildirir. Küçük Başağa, Büyük Başağa’dan izin alır ve Çavuş’a misafirleri içeri almasını söyler. Çavuş, kapı yanında “Başağa, Misafir Ağa geliyor!” der. Önce Büyük ve Küçük Başağa, sonra sırasıyla Yârenler ayağa kalkar.
Misafir; içeri girer, meydanın orta yerinde durur, kuralı biliyorsa Başağa’ ya dönerek sağ eli sol göğsünde “Selâmün aleyküm, Başağa!” der. Büyük Başağa da eli göğsünde “Aleyküm selâm, Misafir Ağa.” diyerek karşılık verir.
Misafir; Küçük Başağa’ya da aynı şekilde selâm verir. Küçük Başağa da, aynı şekilde selâma karşılık verir. Misafir, son olarak da yârenleri de aynı şekilde selâmlar. Yârenler de bir ağızdan selâmı alırlar.
Selâmlaşmadan sonra misafir, iki yâren arasına alınır. Yâren Meclisi’ne gelen misafire; kültür, makam, tahsil ve sosyal hayattaki itibar düzeyine göre bir yer seçilir. En itibarlı misafirler, Büyük ya da Küçük Başağa’nın yanına oturtulur. Yalnız, bu yapılırken diğer misafirlerin gücendirilmemesine azamî özen gösterilir. Bu davranışlarda, Türk kültürü ve hayat tarzının incelikleri ve nezaket anlayışı en etkin şekilde sergilenir.
Önce Büyük Başağa, sonra Küçük Başağa ve sırasıyla yârenler; ellerini göğüslerine götürerek teker teker, “Merhaba, Misafir Ağa!” derler. Herhangi bir misafirin, “Cümleden merhaba.” demesiyle de “merhabalaşma” biter.
Yâren Odası’nda herhangi bir eksiklik varsa, misafirlerin bu eksiklikleri görmesi istenmez. Bu nedenle; misafirler, yanlarındaki yârenler tarafından konuşturulur ve dikkatleri bir yere çekilerek çevreyle ilgilenmeleri kesilir.
Kahve ve çay misafirleri; kural gereği izin isteyip giderler. Misafirler, kural bilmiyor olabilir ya da kasıtlı olarak Yâren Odası’nı terk etmeyebilir. Bu durumda, misafirlere “küllü kahve” ikram edilir ya da ayakkabısı süpürge üstünde önüne getirilir.
Bu davranış, “Defol, git” anlamındadır. Buna karşın, misafir, yine gitmiyorsa iki yâren; misafiri kolundan tutup Yâren Odası’nın dışına çıkarır.
Bu kural; misafirin sosyal hayattaki makamı göz önünde tutulmadan herkese uygulanır. Yalnız, böyle bir davranış, muzipçe tasarlanmış birkaç münferit olay dışında bugüne kadar yaşanmamıştır, diyebiliriz.
***
YÂREN MECLİSİ’NDE KAHVE VE ÇAY İKRAMINDAKİ RİTÜEL DAVRANIŞLAR:
Çavuş, yâren sayısınca kahve fincanlarını veya çay bardaklarını bir tepside getirir. Tepsiyi aşağıdan yukarı doğru uzatır. Sol eli, sırtına doğru kıvrıktır. Büyük Başağa, göz işaretiyle Küçük Başağa’ya uzatmasını emreder.
Çavuş, bu sırada diz vurmuş şekildedir. Büyük Başağa’nın göz işaretiyle doğrulur ve Küçük Başağa’nın önüne gider. Küçük Başağa ise, göz ve kafa hareketiyle Büyük Başağa’ya ikram yapılmasını emreder.
Çavuş, aynı hareketle tekrar Büyük Başağa’nın önüne gelir. Kahveyi sunar. Büyük Başağa, fincanı veya çay bardağını sağ eliyle alarak sol elini fincanın veya çay tabağının altına koyar. Ayrıca, fincanı veya çay bardağını, sağ eliyle göğüs hizasında tutar.
(Bu davranış, çok eski yüzyıllara kadar götürülebilen ritüel bir davranıştır. Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU’nun “Eski Türk Dini” ve Prof. Dr. Bahattin ÖĞEL’in “Türk Kültürü’nün Gelişme Çağları” adlı kitaplarından da öğrenilebileceği gibi eski Türk şehirleri Turfan ve Beşbalık’ta yapılan arkeolojik kazılarda “TAŞNENE” adıyla bilinen küçük taş biblolar bulunmuştur. İnsan figürlerinden oluşan bu biblolar içinde sağ eli göğüs hizasında fincan tutan biblolar da vardır. Benzerlerini yabancı kültürlerde de görmenin mümkün olabileceği bu sembolik duruşun kökenini, en az üç bin yıllık Türk Kültürünün derinliklerinde aramak daha mantıklı bir yaklaşım tarzı olarak değerlendirilmelidir.)
Kahve ve çay ikramına dönecek olursak;
Yârenler, fincanı Başağa’nın tuttuğu şekilde tutmak zorundadır. Büyük Başağa; kahveden bir yudum alır ve fincanı tekrar aynı şekilde tutar. Sonra Küçük Başağa, bir yudum alır ve o da fincanı aynı şekilde tutar. Yârenler de, yaş sırasına göre birer yudum alırlar ve fincanı aynı şekilde tutarlar.
Bu durum, üç kere tekrarlanır. Üçüncü yudumdan sonra, yârenler; kahvelerini serbest içmeye devam ederler. Burada, ritüel özellikteki ÜÇ sayısı üzerinde durmak yararlı olacaktır.
***
“ÜÇ” SAYISI:
Konuya ayrı bir önemle yaklaşan araştırmacılarca malumdur ki, Türk Kültüründe ÜÇ sayısı baskın bir özellikte değildir. DÖRT ve DOKUZ sayısı daha baskın özelliktedir. Bu sayılarla ilgili değerlendirmelere girmeden ÜÇ sayısı üzerinde duracağım.
ÜÇ sayısı, daha çok Arap ve Yahudi, daha sonraları da Batı mitolojilerinde baskın olarak görülmektedir. Buralardan yansımak suretiyle İslâmî literatürde de yerini almıştır. Prof. Dr. Ağah Sırrı LEVENT’in “Divan Edebiyatı – Kelimeler ve Remizler-Mazmunlar ve Mefhumlar” adlı kitabında ayrıntılı olarak görülebileceği gibi, özellikle divan şiirlerine konu olan “selâse-yi gassâle” kalıplaşmış sözü bulunmaktadır. Bu söz “ÜÇ YIKAMA” anlamına gelmekte ve ÜÇ sayısı üzerinde özellikle durulmaktadır. Söz ve saz meclislerinde içkilerin içilmesinde bu ÜÇLÜK kuralına dikkat edildiği pek çok divan şiirine de yansımıştır.
Örneğin: (Rubai – Riyazi’den)
“Ey dil bunu söyler sana mecliste sebu
Âlâyiş-i dehr-i sifleden destini yu
Bildin mi nedir selâse-i gassâle
Ya’ni ki salât-ı aşk içün eyle vuzû”
Peki, bu ÜÇ YIKAMA hangi anlama gelmektedir? Ve Bu ifadenin çıkışı noktası ne olabilir?
Bu ritüel davranışın ve ÜÇ sayısının kutsallığı, daha önceki bin yıllara dayanmaktadır. Lâkin, İslâm ve Türk Kültürü’nde ritüel olarak görülmesinin temel sebebi, kuvvetli olasılıkla Peygamber Efendimiz’in kalbinin mecazî anlamda üç kere yıkanması ile ilgilidir. Malumlarınız üzere, Peygamber Efendimiz de bir insandır. O da diğer insanlar gibi insanî özelliklerle bezenmiştir ve O’nun da beşeri zafiyetleri bulunmuştur, bulunabilir.
İnanışa göre; beşerî zafiyetlerden tamamen temizlenmesi amacıyla, Allah’ın emri ile Cebrail, Peygamber Efendimizin kalbini, doğumunda, Peygamberlik gelmeden önce ve Miraç’tan önce temizlemiş ve bütün beşerî zafiyetlerin kalbinde bulunmamasını sağlamıştır. Bu inanış; zamanla Müslümanların arasında ÜÇLÜK ve ÜÇ YIKAMA kuralını yaygınlaştırmış; ÜÇ sayısının kutsallığının İslâmî literatürde güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
***
YÂREN MECLİSİ’NDE YEMEK RİTÜELLERİ:
Hiyerarşik düzen ve disiplin anlayışı ve sembolik davranışlar; yemekte de kendini gösterir:
Eğer Yârenler; pilav için tavuk kesmişse, Küçük Başağa hindi ya da küçükbaş hayvan keser. Büyük Başağa ise ya birden fazla küçükbaş hayvan ya da bir büyükbaş hayvan keser. Çünkü, Büyük Başağa, her şeyin en iyisini yapmak zorundadır.
Köy Yâren Meclisleri’ndeki yemeklerde bu kurala uyulduğu pek nadirdir. Köylerde, genellikle ekonomik ve pratik olması nedeniyle yöre usûlü etli pide ve ayran ikramı yapılır.
Sabah saat üçe doğru, Küçük Başağa; Büyük Başağa’ya “Yemek hazır Başağam.” der. Çavuş ile birlikte ocak yakanlardan biri; Büyük ve Küçük Başağalar’ın ellerini yıkamalarına yardım eder. Birinin elinde havlu ve ibrik, diğerinin elinde ise leğen bulunur. Sırasıyla yârenler ve misafirler de ellerini yıkarlar. Daha sonra yer sofrasına oturulur. Günümüzde, ibrikle el yıkama; geçmiş dönemleri anımsatan nostaljik ve sembolik bir davranıştır. Yemekte; sofra bezlerinin üzerine tahtadan yemek tablaları, onun üzerine de büyük siniler konur.
Sinilerin etrafına çatal, kaşık ve ekmek dağıtılır. Ortasına da bir tas çorba konur. Büyük Başağa; kalkar, ortadaki sofraya oturur. Küçük Başağa, Yâren Resi, Yârenler ve Misafirler de sırasıyla Yâren Odası’nda açılmış sofralara teker teker otururlar. Büyük Başağa’nın kaşığı eline almasıyla, diğer yârenler de sırayla kaşıklarını ellerine alırlar. Büyük Başağa, besmele ile kaşığını çorbaya uzatır ve içer. Sonra, Küçük Başağa ve diğer Yârenler de sırayla çorbadan bir kaşık alırlar. Bu hareket; kahve ve çay içmede olduğu gibi üç kere tekrarlanır. Daha sonra ise serbest içime geçilir.
Çorbadan sonra sofraya, etli pilav gelir. Büyük Başağa, kaşığı eline alır, bekler ve Çavuş’a dönerek “Yollu, yolsuz var mı?” diyerek sorar. Bu soruyla, geçmiş hafta içinde Yâren Kültürü kurallarına aykırı davranış gösteren suçlular aranır. Çavuş; Başağa’nın sorusuna karşılık olarak “Suçlu var.” derse, Büyük Başağa, pilav tabağının suçludan tarafına kaşık diker ve adını söyler. Eğer, yemekte misafir var ise bu harekete başvurulmaz.
Pilavdan sonra, tatlı ve meyveler getirilir. Sofrada birkaç çeşit meyve var ise, Büyük Başağa, hangi meyveyi alıyor ise, bütün yârenler de aynı meyveyi almak zorundadır. Büyük Başağa; dikkatleri kontrol için tabaktaki bir meyveye elini uzatıp, bir başkasını alabilir. Bu durumda, yanılıp da kurala uymayanlar; duruma göre; ya o an ya da sonradan cezalandırılır.
Yemek bittikten sonra dua yapılır. Sıra ile yemek sofrasından kalkılır. Herkes, eski yerine geçer ve Büyük Başağa’nın oturduğu gibi oturur. Büyük Başağa, serbest oturuşa izin verinceye kadar oturuş değiştirilmez. Yemekten sonra kahve içilir ve yemeği hazmettirici oyunlar oynanır. (Yattı Kalktı Oyunu gibi) Oyunlardan sonra da yemek misafirleri ve Sazende Heyeti uğurlanır.
Artık, sırada “mahkeme” vardır.
***
YÂREN MECLİSİ’NDE MAHKEME VE MAHKEMEDEKİ RİTÜELLER:
Yâren Meclisi; sabah gün ışırken mahkemeyi kurar. Geçmiş hafta içinde kurallara uymayan yârenler, sorguya çekilir ve cezası verilir.
Büyük Başağa, “Yargıç”; Küçük Başağa, “Savcı” ve yârenler ise “Jüri” dir. Yârenlerden biri, suçlunun “avukatlığını” da üstlenebilir.
O dakikaya kadar, neşeden, eğlenceden çınlayan Yâren Odası; derin bir sessizliğe bürünür. Eğer, bir suçlu var ise, muhakeme edilerek cezalandırılır.
Suçu sabit görülen yârenlere verilen cezalara örnekler:
- Yârenleri tıraş ettirmek.
- Yârenleri hamama götürmek.
- Yârenlere Yâren kahvehanesinde çay ısmarlamak.
- Helva, tatlı yaptırmak.
- Yâren Meclisi’nden kovulmak. (En ağır cezadır.)
Ayrıca, espri ağırlıklı cezalar da yâren üyelerine verilebilir. Daha sonra da bu cezalardan yâren üyesi muaf tutulur.
Örnekler:
- Uzun kış gecelerinde “dişi kurbağa” bulma cezası…
- Üzeri buz tutmuş havuzun içine girme ve buzlu havuzda yüzme cezası…
Yâren Meclisleri’nden kovulma cezası, bir örneğin (“Sabri Baba” örneği) dışında görülmemiştir. Bu cezayı alan yâren üyesi, Yâren Meclisi’nden atıldıktan sonra bulunduğu köy, mahalle ve şehirde yaşayamaz. Mutlaka, yaşadığı mekândan ayrılmalıdır. Çünkü, sadece yâren üyeleri değil, aynı zamanda o çevrede yaşayan bütün insanlar, Yâren Meclisleri’nden kovulan kişi ile her türlü ilişkiye son verirler. Sosyal, kültürel ve ticarî ilişkileri sona eren kişi de yöresini terk etmek zorunda kalır.
Yâren Meclisleri’nden atılma cezası, aşağıdaki suçlar dahilinde verilmektedir:
- “Zina”
- “Hırsızlık”
- “Dolandırıcılık”
- “Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirme”
- “Yâren Meclisleri”nin mahremiyetini açığa vurma ve bu özelliğini alışkanlık haline getirme”
- “Toplumun ve Yâren Meclisi’nin birlik ve bütünlüğünü bozucu davranışlarda bulunma ve bu davranışı alışkanlık haline getirme” vb.
Tarihî seyri içinde Yâren Meclisleri’nden kovulan tek yâren olarak Sabri Baba gösterilmektedir. Sabri Baba’nın, hangi tür suçu işlediği bilinmemektedir. Eski yârenlerin anılarından öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda Sabri Baba ile ilgili olay şöyledir:
Sabri Baba, Yâren Meclisi’nden kovulduktan sonra Çankırı’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Yıllarca başka şehirlerde yaşamış, Çankırı’ya hiç uğramamıştır. Yıllar sonrasında memleket hasretine dayanamamış ve “Yâren’den kovulma olayım, unutulmuştur.” düşüncesi ile Çankırı’ya dönmüştür.
Ankara istikametinden Çankırı’ya girişte bulunan Hacettepe mıntıkasında hayvanlarını otlatan bir çobanla karşılaşmış; sohbet esnasında çobana yaşını sormuş; aldığı cevap karşısında Sabri Baba, önce irkilmiş, kendinden geçmiş, sonra ise orada ruhunu teslim etmiş. Çünkü çoban, Sabri Baba’nın “Yaşın Kaç?” sorusu karşısında kendisine şu cevabı vermiştir:
– “Vallahi, yaşımı bilmiyorum; ama Sabri Baba’nın Yâren Ocağı’ndan kovulduğu gece doğmuşum.”
Bu cevap karşısında, Sabri Baba, Yâren Meclisi’nden kovulduğu günün, hâlâ unutulmadığını öğrenmiş ve bir kere daha kahrolarak muhtemelen kalp krizinden ruhunu orada teslim etmiş ve ruhunu teslim ettiği o yere defnedilmiştir.
Bu olay; Çankırı yöresinde dilden dile, nesilden nesle aktarılan efsanevî bir özellik kazanmış, Yâren Meclisleri’nden kovulma ile ilgili anlatılan tek olay olmuştur.
Çankırı-Merkez’deki askerî birliğin (Tugay’ın) içinde yer alan “Hacettepe” adıyla bilinen tepede bulunan mezarın, Sabri Baba’nın mezarı olduğuna dair günümüzde yaygın bir inanış bulunmaktadır.
Sabri Baba Olayı’nın dışında Yâren Meclisleri’nden kovulma ile ilgili başka bir olay da görülmemiş ve duyulmamıştır.
Çünkü, Yâren Meclisleri’ne üye alınırken her türlü kişilik özellikleri dikkatlice ölçülür; yüz kızartıcı ağır suça meyilli insanlar kesinlikle Yâren Meclisleri’nde bulundurulmaz.
***
“ARAP VERME” TÖRENİNDEKİ RİTÜELLER:
ARAP: “Zilli maşa” ve “def”e verilen addır.
Yâren Meclisi dağılmadan önce, gelecek hafta ocağı yakacak yârenlere “Arap” vermek için tören yapılır. Gelenek doğrultusunda zilli maşa ve def; haftaya ocağı kim yakacak ise ona verilir. Ocağı yakacak yâren birden fazla ise, zilli maşa ve def, en yaşlı yârene verilir.
Arap’ı alacak yârenlerin temsilcisi; Yâren Odası’nın ortasında, yüzü Başağa’ya dönük olarak diz üstü oturur. Aynı şekilde, Arap’ı teslim edecek yârenlerin temsilcisi de oturur.
Önlerinde, bir tepsi içinde zilli maşa ve def bulunur.
Arap’ı teslim alacak ve teslim edecek yârenlere kahve ikram edilir. Bu anda, bütün yârenler, “Fakirin geldi Divâne” adlı türküyü söyleyerek zilli maşa ve def (Arap) , yeni sahiplerine verilir.
Bu sembolik davranış ile gelecek ocakta hem SORUMLU hem de OCAK SAHİBİ – YETKİLİ yâren veya yârenler tescil edilmiş olur.
Arap Verme Töreni’nin bitmesi ile Yâren Meclisi’nin “Ocak Yakma Gecesi” de sona erer.
***
YÜZÜK OYUNUNDA “9” SAYISI VE “DANIŞMA” RİTÜELLERİ:
Yâren Meclisleri, halk oyunları ve orta oyunları yönüyle oldukça zengindir. Bütün oyunlarda Türk Kültürü’nden esinlenmiş ritüelleri gözlemlemek mümkündür. Bunların içinden “Yüzük Oyunu” nu seçerek Türk Kültürü’nden yansıma ritüelleri arz edeceğim:
Yüzük Oyunu’nda, yârenler, iki gruba ayrılır. Genellikle, Büyük Başağa ile Küçük Başağa grupların başkanlığını yaparlar. Ortaya 9 adet mendil konur. (İslamiyet’ten önce eski Türklerde 9 sayısının ayrı bir önemi vardır. Türklerin “Yaratılış ve Türeyiş” destanında 9 dallı ağaçtan bahsedilir. Türk destan ve mitolojisine göre; her dal, ayrı bir Türk ulusunu sembolize eder.)
Kura çekilerek oyuna hangi grubun başlayacağı kararlaştırılır. Oyuna başlayacak grup kendilerine bir temsilci seçer. Temsilci olan Yâren Ağa’nın, elindeki yüzüğü mendillerden birinin arasına koyması gerekir. Yalnız, yüzüğün hangi mendilde olabileceğini sezdirmemelidir. Bu nedenle yüzük oyunu maharet ve çabukluk isteyen bir oyundur.
Saklanan yüzüğü karşıki grup ya ilk ya da son kaldırılacak mendilde bulmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde oyunu kaybeder. Yüzüğün saklı olduğu mendil sezilirse yüzüğü bulacak grubun Yârenleri hep birden mendili kaldıramaz. Ancak, grup başkanına yüzüğün saklı olduğu mendil söylenir. Grup başkanı kendi grubundaki bütün Yârenler`e de danışarak, çoğunluk hangi mendilin kalkmasını istiyorsa onu kaldırır.
Bu esnada gerek Büyük Başağa, gerekse Küçük Başağa yerlerinde otururlar. Yerlerinden kalkmadan ellerindeki 1- 1, 5 metre uzunluğundaki çubukluklarla mendilleri kaldırırlar. (Çubukla mendil kaldırma, daha çok Eldivan ilçesi ve Oğlaklı Köyü Yâren Meclisleri’nde gözlemlenmiştir.)
(Grup başkanlarının oyun esnasında kendi grubundaki, Yârenler’e danışması, Türk töresinin özelliğinden kaynaklanır. İslamiyet’ten önce, Türkler arasında “Kengeş” adı verilen danışma meclisleri vardı. Zaten, Kengeş kelimesi de “Danışma” anlamına gelir. Bu meclislerde Hakan, devlet ricâli ve halk temsilcileri bulunurdu. Hakan; sosyal, siyasal ve ekonomik konularda herkesin görüşünü alır, daha sonra kendi kararını verirdi.)
Gruplardan hangisi daha çok yüzüğü bulmuş ise o grup oyunu kazanır. Kaybeden gruba cezalar verilir. Oyunun muhasebe ve muhakemesi bütün gece boyunca devam edebilir. Özellikle, gece boyunca kazanan grup; kaybeden grubu tatlı bir şekilde kızdırır. Bunlar, toplumsal dinamiklerin daha canlı tutulması açısından oldukça önemli ritüel davranışlardır.
***
SONUÇ ve TEKLİFLER
Yâren Kültürü; içerdiği anlam ile Türk Kültürü’nün kendisidir. Bu kültür; kökü, insanlık tarihi ile başlayan Türk ulusuna özgü maddî ve mânevî kültür unsurlarının bütününü içine alan zengin bir kültürdür.
Yâren Kültürü; 12’nci yüzyıldan itibaren Fütüvvetçilik ve Ahilik Kurumu ile ilgili, yalnız bunların içinde erimeyen kendine özgü kural ve özelliklerini koruyan, yöresel (otantik) bir kültürdür.
Yâren Kültürü’nün birinci derecede yaşatıldığı Yâren Meclisleri; müzelik durumlarından kurtarılmalı, maddî ve mânevî yönden, MUTLAKA desteklenmelidir.
Bu nedenle:
- Kültür Bakanlığı, Valilik veya Belediye bütçelerinden uygun bir ödenek ayrılmalıdır.
- Ayrılacak bu ödenek; Yâren Dernekleri koordinesinde il, ilçe ve köylerdeki Yâren Meclisleri’nin ihtiyaçlarını (Yöresel kıyafet, kurs açma, saz ve sâzende temini vb.) karşılamak üzere belli bir plân dahilinde dağıtılmalıdır.
- Öncelikle, Çankırı Merkez’de Yâren Kültürü özelliklerine uygun müstakil, bahçeli, iki katlı bir Yâren Evi yapılmalıdır. Sonraki yıllarda bu tür Yâren Evleri’nin sayıca ve kalitece geliştirme yolları ve çareleri aranmalıdır.
- İl, ilçe ve köylerde yeni Yâren Meclisleri’nin kurulması ve yaşatılması teşvik edilmelidir.
- Yâren Dernekleri koordinesinde ilköğretim ve lise öğrencilerine yönelik kurslar açılmalı; okullara özgü Genç Yâren Meclisleri‘nin kurulması ve yaşatılması sağlanmalıdır. Bu kurslar aracılığı ile YÂREN KÜLTÜRÜ’ nün temel kuralları – dinamikleri başta yârenlerimiz olmak üzere insanlarımıza öğretilmelidir.
- YÂREN DERNEKLERİ, tek çatı altında toplanmalı; bu mümkün olmayacaksa, YÂREN DERNEKLERİ ÜST KURULU adı altında yeni bir oluşum kurulmalı; YÂREN MECLİSLERİ hakkında alınması gereken temel kararlarda, bu ÜST KURUL; YETKİLİ ve SORUMLU kılınmalıdır.
- Yâren Dernekleri Yönetim Kurulu Üyeleri başta olmak üzere; il, ilçe ve köylerdeki Yâren Meclisleri’nin Başağaları, Yâren Ağaları her türlü siyasî düşünceden uzakta bulunmalı; sosyal ilişkilerinde “partiler üstü” yaklaşım tarzını bütün çıplaklığı ile ortaya koymalıdır.
- “Bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir asker, bir asker bir ordu kurtarır.” ölçüsü doğrultusunda Yâren Kültürü’nün korunması ve yaşatılmasının gerekliliğini idrak eden etkili ve yetkili bütün insanların harekete geçme zorunluluğu ve sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluğu kendine dert edinen, Yâren Kültürü’nü varlığımızın temel ilkesi olarak gören, bu amaçla çareler arayan insanlarımızın; milletimizin gözünde ve gönlünde ayrı bir yerinin olacağı unutulmamalıdır.
Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ