YAŞAYAN ÇANKIRI EVLERİ
İnsan yaşantısı evde başlar. Ocak taşlarına kadar sinen hayat orada filizlenir, hatıralar orada kökleşir, acı, tatlı, neşeli, hüzünlü pek çok durumumuz orada şekillenir. Dededen toruna bir hayat zinciri eklenir gelir bir bir peşi sıra. Zincirin her halkasında geçmiş yaşantının bütün izleri, saygınlığı tartışılmaz olan aile yapısı, sanatın incelikleri içerisine sızmış olan davranış biçimlerini belgeler. Yaşantımız olur, ayrılmaz bir parçamız olur. Gelecekle geçmişi sarar sarmalar ve bizim hayatımızın bir bohçası olup çıkar. Bizi yaşattığı gibi, bizimle birlikte kendisi de yaşama sevinci bulur. Bununla kalır mı, vefalılık gösterilirse, yüzyıllar ötesine uzar gider. Tavanına yapılan bir süs, duvarlarına çekilen bir çizgi, elde bir dantel inceliği ile işlenen ahşap kısımlarının her biri birer kültür elçisi gibi uzatır elini asırlar öncesinden, asırlar sonrasına, can bularak yürür gider.
Onun için eskilerden kalma bir söz vardır ki, “İçinde yaşanan ev daha uzun ömürlü (dayanıklı) olur.” derler. İşte geleneksel sivil mimarimiz için bizimle haşır neşir olan canlı bir varlık gibidir evlerimiz. İçinde salınıp gezenleri olduğu müddetçe ömrüne ömür katılır. Hayatın ömür törpüleyen o dayanılmaz azizliği karşısında daha bir dik durur ve daha bir hayat doludur.
Ana kucağı ile eş değer bir sıcaklıkla basar bizi bağrına. En çok ihtiyaç duyduğumuz yerdir, en çok içimizi açtığımız, en çok rahat ve huzura kavuştuğumuz yerdir. Burada yoğurduğumuz davranış kalıpları ve kültürümüz kendini şekillendirirken bizi de şekillendirmiş olur.
Bir tarihi dokunun içinde sürüp gelen hayatın uzandığı noktada, coğrafi kimlik ve zevk olarak değişime uğramaya başladığımız, en önemlisi de artık mimari özelliğinin yanında değişen zevklerimizin de değiştiği bu günlerde, değişmeden ayakta kalabilmiş, eski dokuyu hala bünyesinde barındıran bu mekânlarımızın kıymeti uzun zamandır bilinmeye, günlük konuşmamıza kadar girerek değerinden bahsettirmeye başlanmasıdır.
Ama bu yeterli midir?.
Şüphesiz ki hayır…
Öyleyse eksik olan nedir?
Eksik olan, bu kadir kıymet bilirlik sözde tamam da, icraata geçiyor mu?.. Bunun cevabı da kocaman bir hayır.
Çankırı’da bu tarz yapılar, konaklar hala varlığını sürdürmektedir. Geçmişte olan yaşantıyı sırtına yüklenmiş gibidir. Kıymet bilenin yanında ne kadar değeri yüksekse, bilmeyenin yanında da o kadar kıymetsizdir.
Çok eskilere gidilirse, tarihi “İpek Yolu” üzerinde olan Çankırı, çok değil, bir insan ömrüne yakın geri gidilirse, Kastamonu – Ankara bağlantısının sağlanmasında başrol oynayan, hanlarıyla, konaklarıyla öne çıkmış bir kent merkezidir.
Bu merkezin evleri Selçukludan Osmanlıya devrederek gelen bir anlayışın, bir güzelliğin uzantısıdır. 1700’lü yılların evleri hala ayakta kalmaya direnir durur; her yıl, her ay, her gün, her saat, her dakika. Kim bilir, içlerinden daha ne kadar direnenleri çıkacaktır?
Çankırı evleri, eski dokuyu bünyesinde taşıdığı kadar bulunduğu çevreye ve sokağa da o kadar uyum içindedir. “Bitişik nizamlı evler, küçük aralıklarda çıkmaz sokaklar meydana getirmiştir. Sokaklar dar ve Arnavut kaldırımı denilen moloz taşlarla kaplıdır. Bütün sokaklar caminin veya iş merkezinin olduğu imaret veya arastaya çıkmaktadır.
Birçok eski ev, sonradan gördükleri onarım ve tadilatlar sonucu orijinal özelliklerini kaybetmiştir.”
Eski dokuya bakıldığında, biri diğerine el uzatmış gibi iç içe geçmiş, birbirini kucaklayan çatıları, sosyal yaşantıda insan samimiyetini, birlik ve beraberliği yansıtır. Sanki zaman bu çatılarda donmuş gibidir. Yüz yıllar burada suskunluğunu hala devam ettirmektedir. Birbirine el atmış çatıların kapattığı dar sokaklar bu doku içerisinde başka bir nostalji yaşatmaya devam eder. At sırtında Çankırı yârenlerinin geçtiğini görür gibi olursunuz. Gıcırtısını duymadığınız kağnıların sesinin maziye gömülüp gitmiş, ama kendisinin hala kıvrılıp gider gibi hayal meyal hatırlar gibisinizdir. Ama kalın bir sis perdesinin altında kalan bu hayatı sadece o sis perdesinin resmetmiş gibi kaldığını, bir zamanların yaşantısını, o bir zamanlara bırakır gider.
Zaman durmaz ama hayat da durmaz.
“Mevcut evler en az yüzyıllık evlerdir. Tarihlemek gerekirse bugün ayakta kalabilenler 18. yüzyıl ile 19. yüzyılda yapılmıştır. Evlerin en eski örnekleri açık sofalıdır. Daha sonraları orta sofalı yapılmaya başlanmış, özellikle birinci katta olan orta sofaların güney cepheleri kapatılarak kapalı sofalar meydana getirilmiştir. Cumhuriyet Döneminde yapılan evlerde kışlık ara katlar ikinci katın özelliklerini taşımaya başlamıştır.”
Çok katlı binalardan ilk bakışta ayrılan, her biri birer bahçe içinde yer almış, iki katlı, tatlı ve şirin görüntüsü insanı sarıp sarmalayarak, hala hayatta olan belli yaşlardaki insanların bir türlü vazgeçip de ayrılamadığı, belli bir sosyal yapının getirdiği orta halli ailelerin vazgeçemediği ve onlarla hala hayat bulduğu Çankırı evleri. Kimilerine göre üç asrı, kimilerine göre 1,5 asrı deviren, ama öyle veya böyle hala hayatta kalmayı başaran Çankırı evleri.
“Çankırı’da evler genelde arsanın şekline göre biçimlenmiştir. Cepheler güneye bakmakta olup kuzey yönleri sağırdır. Yamaçlara doğru sıralanan evler birbirlerinin manzarasını kapatmamaktadır.
Her evin avlusunda ağaç bulunduğu için tabiatla içice bir hayat söz konusudur. Çatılar, mahallinde imal edilen oluklu kiremitlerle kaplıdır. Çok sayıda pencere açmaktan çekinilmiştir. Bunun sebebi ise yörede uzun ve sert geçen kışlar olmalıdır.”
Çankırı’nın meyilli arazisi üzerinde, araziye büyük bir uyum içinde olduğu görülen, sanki tek plândan çıkmış, ama zevklerin de galebe çalarak zaman zaman ufak tefek değişiklikler sergilediği bu evlerin ilk göze çarpan kısmı, sokak kapılarından girişte çoğunlukla ufak bir bahçe vazifesi de gören avluların sizi karşılamış olmasıdır.
“Avlu kapıları çift kanatlı olup çatal kapı olarak isimlendirilir. Kapı tokmakları kendine özgü ve yerli ustalarca imal edilmiştir. Ev sahibinin mesleğine göre farklılıklar arz etmektedir. Kapıların arkasında bulunan küçük çanlar, kapıların açılmasıyla birlikte çalarak ev sakinlerini haberdar etmektedir.”
Bu avlu kapıları genelde oldukça büyüktür. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, kapının herkese açık, rahatlıkla girilebileceğini, yani aşırı derecede misafirperverliğe verilen önemi vurgular, bir diğeri ise bu serbest giriş çıkışlarda bir o kadar rahatlığı sağlar olmasıdır.
Bir diğer özellik de bu kapıların sanki ev sahiplerinin kimliği gibi durmasıdır. Her kapının üzerinde yer alan kapı tokmakları ev sahibinin mesleği hakkında bilgi verir bir simge ile görene bu kimlik hakkında bir fikir ve bilgi vermesidir. Derler ki, dışardan bu şehre gelen bir esnaf, bu kapı tokmaklarına bakarak, hatta hiç kimseye sormadan, mutlaka kendi meslektaşını bulur. Çekinmeden de o eve misafir olur.
Bu avlular çok aktiftir. Bazan bir köşesine yerleşmiş ocak başı ile tek filkeli bir çeşmenin arasında gidip gelir evin kızları, gelinleri, hanımları. Bazısında bir köşesine, gölgeye sinmiş makatlık dinlenmek, nefes almak, geçerken bir yaşlının nefes nefese kendini atarak buz gibi soğuk bir bardak su veya ayran içip, yeniden can bulduğu, nefeslendiği bir yerdir. Ailenin günlük işlerinden, bazan dinlenmeye kadar pek çok aktiviteyi gerçekleştirdiği görülür. Genelde birkaç ağacın da gölgelendirdiği avlularda yakın çevre, akraba ve komşuların da günlük yemeklerin hazırlanmasından, günlük sohbetlere, yani sözün kısası günlük telaşlara katıldığı sıcak bir ortamdır.
“Evlerin su basmanı ekseriya kesme taştandır. Duvarlar ise ahşap çatkı arası kerpiç dolgu olarak yapılmıştır. Yörede buna “yeydene” denilmektedir. Duvar yüzeyleri, yörede çokça bulunan alçı ve toprak, kireç karışımı ile sıvanmıştır.”
Ahşap merdivenler avlu, alt ve üst kat arasındaki irtibatı sağlarlar. Yapı içerisinde tamamen uyumlu, hiç abes kaçacak bir görüntüsü olma-yan, ne kadar eski olursa olsun insana batmayan, binanın durumuna uyan, olumlu ve huzurlu bir görüntü sergiler. O kadar yumuşak ve samimi görünür ki, siz de onun sessizliğine uyar, yavaş yavaş çıkar ve inersiniz katlar arasında.
“Çankırı Evleri genelde iki katlıdır. Birinci kat ara kattır ve kışlık olarak kullanılmaktadır. Burası günlük hayatın geçtiği yerdir. Plan yapılırken de buna dikkat edilmiş olup sade ve kullanışlıdır. Yemek yapma, yeme ve oturma için düşünülmüştür.
İkinci katlar ise manzaralı ve gösterişlidir. Bu katlar daha çok yazın ve misafir için kullanılmaktadır. İkinci katlarda her evin bir “Başoda”sı vardır. Bu odalar diğerlerine göre daha geniş ve ahşap işleme tekniğinin güzel örneklerini sergiler. Başodalarda şahniş adı verilen yükseltiler bulunmakta olup bunlar, birinci katın üzerine çıkma yapılarak oluşturulmuştur.
Başodaların tavanları göbekli ve çoğunlukla kök boya kullanılarak bezenmiştir. Odalarda oturmak için sedirler veya makat denilen tahta sedirler yapılmıştır. Her odada yüklük adı verilen tahta dolaplar vardır. Bu dolaplardan bir tanesi gusülhane olarak kullanılmaktadır. Odanın en önemli yeri ocaklığıdır. Ocaklıklar, yörede çokça bulunan alçıdan yapılmıştır. Kenarlarında lamba veya mum koymak için şinanay adı verilen yerler yapılmıştır. Dolapların kenarlarında ise terece denilen ahşaptan küçük gözler bulunmaktadır… İkinci katlar sokağa yada avluya çıkma yapılarak genişletilmiştir.”
Günümüzde hala Çankırı evlerinin o eski ruhunu, o eski dokuyu yansıtan evleri mevcuttur. Bu evler hala o eski sıcaklığını korur, o eve giren insanın girmesiyle birlikte içini bir huzur ve sükûnet kaplar. Dış görünşünden başlayan munis görünüm, ahşap işlemelerin içinde şekillenerek sizi tavan süslemelerinde zirveye ulaştırır. Gözünüzü ve gönlünüzü okşayan bu yapılar sessiz sedasız bir şekilde aman içindeki yolculuğunu sürdürmektedir. İşte, Çankırı evlerinin bütün özelliklerini taşıyan bir Çankırı evi.
“Bu ev Coşkaralar’ındır ve tipik bir eski Çankırı evidir. Türk Evi’nin bütün özelliklerini taşımaktadır. Merkez İlçe Mimar Sinan Mahallesi Nar Çıkmazı’nda bulunan evin sokaktan görülmesi mümkün değildir. Büyük çatal avlu kapısı, sokağın bitiş çizgisidir. Coşkaralar Evi uzun yıllar “Yaran Evi” olarak kullanılmış ve birçok kişi de böyle tanımaktadır. Ev, özellikle ikinci katta eski özelliklerini yitirmemiştir. Zamanla el değiştiren evde birinci kat kısmen onarım geçirmiştir. Ancak döşeme ve tavanlar ile dolaplar aynen durmaktadır.
Coşkaralar Evi’nin ilk sahibi pastırma, sucuk ve çemen imalatçısı olup uzun süre bu sülalenin oturduğu ev yakın zamanda el değiştirmiştir. Sokağın sonunda bulunan avlu kapısının üstü alaturka kiremitle örtülüdür. Çatal kapı oldukça yüksek ve geniştir. Bu kapıdan, yüksek duvarlar ile çevrili büyük bir avluya geçilmektedir. İki metreyi aşan avlu duvarları kerpiçten yapılmış ve üzeri kiremitle örtülmüştür. Yaşlı birkaç ağacın bulunduğu avluda bazı yan birimler yer almaktadır. Avlu girişinin hemen solunda tahtadan yapılmış bir tuvalet, sağda ise eskiden kümes hayvanlarının beslendiği anlaşılan baraka şeklinde bir depo bulunmaktadır. Daha köşede de gelişigüzel yapılmış bir ocaklık göze çarpmaktadır. Avlunun ortasında küçük bir havuz ve çeşme vardır.
Zamanında, ev sahibinin işi sebebiyle evin zemini, diğer Çankırı Evlerine göre biraz daha geniş ve yüksek yapılmıştır. Su basmanı kesme taştan, temel ise normal taştan örülmüştür. Eskiden hayvan beslenen ve imalathane olarak kullanılan zemin kat iki bölümden oluşmuştur. Büyük ve yuvarlak alınlı çatal bir kapıdan girilmektedir. Girişin solundaki bölüm ahır olarak planlanmıştır. Hayvanların bağlandığı ağaçtan konsollar bulunmaktadır. Bu konsollar, aynı zamanda birinci katın taşıyıcılarıdır. Hemen girişteki diğer bölümün tavanında ve konsollarında çengel şeklinde büyük çiviler vardır. Bunlar, pastırma ve sucukları asmak için kullanılmıştır. Bu kısmın aydınlatılması için iki küçük pencere açılmıştır. Bugün yakacak deposu olarak kullanılmakta olup büyük bir bölümü ise boş durumdadır.
Birinci kata avludan tahta bir merdivenle çıkılmaktadır. Merdiven korkulukları oldukça sade ve çam ağacından yapılmıştır. Merdiven girişi ve ortada bulunan sofanın ön cephesi, sonradan pencerelerle kapatılmıştır. Birinci kat kışlık olarak düşünülmüş olup ikinci kata nazaran daha basıktır. Odalar günlük işlerde kullanılmak üzere planlanmış, üst kata göre daha az pencere bırakılmıştır. Birinci odada ocaklık, her iki yanında yüklük denilen dolaplar ile pencere önündeki sedir ana mekânla bütünleşmiştir. Tavanı sade ve ahşaptır. Ocaklık alçıdan yapılmış ve süslemeye yer verilmemiştir. Döşeme tahtadır.
Ahşap olan kısımlar bütün odalarda yağlı boya ile boyanmıştır. Bu odanın karanlık tarafı sonradan bölünerek mutfak haline getirilmiştir. Her iki katta da tuvalet ve banyo bulunmaktadır. L şeklinde olan oturma odası, diğer odaya göre daha büyüktür. Sadece tavanda süsleme yapılmıştır. Bu odada bulunan sedirler haricindeki diğer ahşap kısımlar da boyanmıştır. Bu katta bir de sandık odası bulunmakta olup penceresi yoktur. Sofanın ve ikinci odanın önü ahşaptan yapılmış ve tahta korkuluklarla çevrilmiştir.
Evin yazlık bölümü olan ikinci kata yine tahta bir merdivenle ön cepheden çıkılmaktadır. Açık sofalı olan ikinci kat, birinci katın üzerine çıkma yapmaktadır. Sofaya üç adet kapı açılmaktadır. Tamamen ahşap kullanılan bu katta ağaç işçiliğinin güzel örnekleri sergilenmiştir. Pencereler geçmeli ve her odada ikişer tanedir. Bu katta, sofaya girilince solda bulunan oda evin başodasıdır. Odanın kapısı ağaç kakma tekniği ile yapılmış ve yine ahşaptan bir alınlık konulmuştur. Oda kapısı küçük bir araya açılmakta ve buradan odaya girilmektedir. Karşılıklı olarak ocaklıklar ve kenarlarında yüklükler vardır. Her ikisi de alçıdan yapılan ocaklıklardan birisi kapalıdır. Ocaklıkların her iki tarafında da tereceler bulunmaktadır. Odayı çepeçevre saran sedirler tahtadan olup zemin taş döşelidir. Sedirlerden biraz daha yüksek olan “Şahniş”, birinci katın üzerine çıkma (Cumba) yapmaktadır. Odanın tavanı göbekli ve motifler kök boya ile boyanmıştır. Aynı şekilde şahnişin tavanı da ince bir işçilikle bezenmiştir. Yüklüklerden bir tanesi gusülhane olarak kullanılmıştır.
Sofaya açılan ikinci oda kare şeklinde olup girişin hemen karşısında bir ocaklığı ve yüklüğü vardır. Sofaya bakan pencerenin önüne ise sedir yapılmıştır. Ahşap olan tavanında süslemeye yer verilmemiştir. Üçüncü oda diğerlerine nazaran daha sadedir. Döşeme ve tavan ahşaptır. Herhangi bir süslemenin bulunmadığı oda üç pencere ile aydınlatılmış ve pencerelerden birisi önüne sedir yapılmıştır. Odada bulunan yüklüklerden birisi gusülhane olarak düzenlemiştir.” (Çankırı Turizm Envanteri 2002’den yararlanılmıştır)
Sadık SOFTA
Eğitimci / Şair /Yazar