
YAZ AYLARI GELENDE
Yaz günleri, ekseriya bunaltıcı sıcakların hüküm sürdüğü Çankırı’da, genellikle sıcakların yanında soğuk havalara da rastlanılır. Adeta sıcakla soğuk iç içedir çoğu zaman. İkliminde, insan sıcaktan bunalırken bir de bakarsınız, sıcağın yerini rüzgâr ve yağmur alıvermiş. Soğuklar bazen kış günlerinde olduğu gibi, insanın tüylerini ayağa kaldırıverir. Ağustos ayında sanki zemherinin soğuğunu bulursunuz. Ama bu soğuklar, çok kısa sürelidir. Genellikle ömürleri az olur. Sonra peşinden yine sıcaklar birbirini kovalamaya başlar.
İlkbahar son bulup da, yaz ayının ilk günleri başladığında, tabiatta bir canlılık başlar ki, yazımızın başından bu yana duygularımızın peşine takılıp sürüklendiğimizden de anlayacağınız gibi dere-tepe adeta bambaşka bir dünya görünümü verir. Yazın sıcağıyla birlikte yaşantının yönü ve şekli de değişmeye başlar. Buraların insanları hala temizlik mamulü olarak “çovan” denilen bir bitki kökünü kullanırlar. İşte yazın bu kökten toplamak için genç-ihtiyar kırlara çıkarlar. Kazmasını omzuna vuran, tepelerde alır soluğu. Yalnız çovan değildir tepelerden topladıkları. Kenger sütünden, kenger sakızı çıkarırlar. “Zıvan” denilen bir bitkiden, kışın damlarda – ahırlarda kullanılmak için süpürgelik toplarlar. Evine mi süpürge lazım olacak?.. Onun da kolayı var. “Koyungözü” denilen bir ot toplarlar bu sefer. Tabiat Türk ve Çankırı köylüsüne çok cömert davranır.. Bir de “kil” ismi verdikleri bir nevi toprak vardır ki, hâlâ Çankırı kadınlarının bir numara deterjanıdır.
İlk yaz, şu anlattıklarımızın yanında bir de Çankırı’daki ismi “ferk” olan “nadas” işleri başlar. Yeşilliğin içine serpişmiş vaziyette kır çiçeklerinin vahşi güzelliğine, yeni devrilen sürülmüş toprağın o yeni havayı ve görüntüsü de eklendi mi, insan tabiatın güzelliğinin farkına varır.
Ferk yapılırken sürülen tarlaya üşüşen kuşların sesine karışan ve uzaktan gelen tarla kuşlarının sesiyle birlikte, yeni doğmuş olan kuzu ve oğlak sesleriyle uzaktan uzağa ferk yapan bir delikanlının söylediği uzun-yanık hava karışır birbirine. Tatlı bir sıcaklıkta bu manzarayı gerçekten yaşamak lazımdır. Yoksa şu satırlar bunu anlatmaktan aciz durumdan kurtulamaz.
Boy atmış ekinlerin rüzgârda, periyodik olarak hareketlerini görmeyince satırlar imkânı yok veremeyecektir. Oradaki tatlılık mutlaka eksik anlatılır. Siz hiç yeşilliğin kokusuna çalan ekin sivrikleri ve çimenlerin arasından başını uzatıp insana gülen bir gelincik çiçeğinin tatlı tatlı tebessümünü yakından gördünüz mü?.. Cevabınız evetse anlarsınız neler söylemek istediğimizi ve nasıl bir manzaradan söz ettiğimizi.
Daha çok çocuklar yaşar, tabiatla baş başa geçirir bütün günlerini yaz aylarında. Oyun içinde görürler onlar işlerini. Kuzu ve oğlakların otlatılması, uzakta iş yapanlara azık çıkınlarının taşınması hep onların işidir. Bazen de bostan bekçisidir bu çocuklar.
“Karavuk”, “tekecen”, “yelmük”, “sütlo” diye bilinen otlar var ki, ilkbahar ve yaz aylarında Çankırı köylüsünün ekmeğine katık olur. Daha çok gelinler, kızlar ve çocuklar kırlardan toplarlar tek tek ve sofraları ancak böyle süsler bu otlar. Yine aynı gençlerin çoğu, “kuzugöbeği” toplamaya çıkarlar. Çiğdemler yerini bu sıralar “kıvrımlara” terk etmiştir. İşi olmayan çocuklar da kıvrım toplamaya bayılırlar. Daha çok “kenger göbeği” ve “kuzugöbeği” toplamak genelde ihtiyarların işidir. Çünkü bu işler sabır işidir. Yine süpürgelik toplamak da çoğunlukla ihtiyarlara düşer.
“Suya gider su testisi elinde
Allar giymiş etekleri belinde”
Su, Çankırı köylüsünün çoğunu bıktırır yazın. Uzak çeşmelerden eşeklere yüklenen seneklerle, gelinlerin ve anaların bazen omuzlarına attıkları bir sırığın iki ucuna takılmış çifte bakraçlarla ya da taze bir gelinin sırtına vurduğu bir seneğe ve elerine de -boş kalmasın diye- aldığı çift bakraçlarla, türlü zahmetler içinde getirilir evlere sular…
Yayıklar kurulur ambarların kollarında küfül küfül esen rüzgârın sesine karışır. Kaba gölgede bunu gören diğer köylü kadınların çoğu o gün kendilerinin de yayık yaymadıklarına hayıflanırlar. Çünkü gölge yerine sıcağın alnında çalışmak ağrına gider insanın.
Yaz günlerinde sabah çok erken olur. Akşamın yorgunluğu atılmadan sabah işe başlamak daha da zordur. Bu günlerde ilk iş, çoğunlukla sığır çobanlarının anonsuyla başlar. Emzirilen buzağılar, sağılan annelerinden ayrılarak önce sığır çıkarılır yaylıma; sonra dana çobanları, danalarla karışık buzağıları toplar götürürler. Bundan sonradır ki, herkes kendi işine bakar. Araba tıkırtıları karışırdı kağnı gıcırtılarına; ama şimdilerde traktör kükreyişleriyle, kağnı gıcırtıları yer değiştirmiş durumda artık. Kağnı asırlardır sürüp gelen yaşantısında son vermiş durumdadır.
Yaz ayları ilerledikçe, aşağı yukarı her ayın kendine göre özelliğine ve iş durumuna rastlanır. Yapılan nadasların yerini ırgatlık alır. Zaten ırgatlığın gelişi de kendine has telaşları peşinden sürüklenmesine neden olur. Irgatlığın başlamadan önce Çankırı köylüsü, anadut, dirgen, tırmık ve tırpan gibi aletlerin tedarikinin telaşesine başlar. Yeşil rengin sararıp ve solarak beyaza bırakan arpaların biçimine başlanır önce. Arkasından buğdayların biçilmesi gelir.
Sabahın “kör saati” derler ya, işte bu saatlerde Çankırı köylüsü tarlaya gitmeye başlar. Doğmakta olan güneşi tarlada karşılamayanlar “tembellikle” itham edilir. Önce erkekler varır tarlaya. Bir müddet sonra da kadınlar, kendileri gelmeden biçilen ekinleri toplayıp “cılgı” yaparlar. Hep birlikte, kimi biçer, kimi anadut alır, kimi tırmık çeker. Ta ki, ırgatlık bitesiye kadar, bu iş sürüp gider.
Irgatlık günlerin de kınalı beşikler de taşınır tarlalara çoğu zaman. Arabaların ya da römorkların gölgesinde kundaktaki yavrucukları da o sıcak havayı teneffüs etmek zorundadır.
Irgatlık biter bitmez peşinden harman gelir. Harman zamanı köylüler daha çok evlerinde geçirirler zamanı. Sadece sap taşımak için gidilir artık tarlalara. Bu sefer de harman yerinde “düğen / düven” sürmek zordur. Ama Çankırılı aldırmaz bile bu zorluğa. Çünkü bu memlekette anlatılan eski bir hikâyeyi herkes bilir. Herkes o hikâyenin etkisindedir.
Yukarıda anlattığımız sıcak ve bazen de aniden sıcaklığın yerini alıveren soğuğa işte onun için aldırmaz Çankırılı. Zaten bu soğuklar adeta uyarır, tehdit eder Çankırı’yı sanki “Bu sıcaklardan sıkılıyorsunuz ama, yarının soğuk – kış günlerini de unutmayın, böyle dayanılmaz, böyle acı soğuklar vardır.” der gibidir. Çankırı köylüsü de çalışır, çalışır.
Yine o eski hikâye anlatılır. Yaşlıların dudakları arasından o atasözü dökülür: Kiraz zamanında yokluk çekmek istemezsen çalışacaksın. Çalışacaksın ki gelecek yıl zorluk çekmeyesin. Çalış ki, ona buna muhtaç olma. İşte şu iki mısra yeter hırsla çalışmaya, çalıştırmaya;
“-Sakla samanı, gelir zamanı;
Kiraz zamanı yaptırdım, bu hanı”
Kiraz zamanı yaptırılan bu hanın hikâyesini bilirler ki gücenmezler çalışmaktan. Ben de babama sorup öğrenmiştim bu sözün mahiyetini. Neydi bu kiraz zamanı yaşananlar:
“Eskiden memlekette sık sık deprem olurmuş. Tabi sık sık da kıtlık. Hasat bu sene çok çok iyi derdik. Bir de bakmışsın, mübarek sanki nankörlük etmeyin der gibi bir kara bulut çıkar; bir dolu başlar ki yağmaya, insan boyuna ulaşan ekinler, kapkara toprak olur çıkar. Biz bile birkaç kere kıtlık yaşayıp, arpa ekmeğine hasret kalmıştık.”
İşte böyle bir kıtlığa önceden hazırlanıp, kıtlığı tedbirli karşılayan orta halli bir Çankırılı -biraz da zengince olduğu söylenir ama- kıtlıkta millete yardım olsun diye, ucuz yollu biraz buğday, biraz arpa ve bir yıl boyunca toprak altında sakladığı (Çankırı’da bu işin adına ‘noda’ derler) samanları dağıtmaya başlamış.
Zaman yaz ayı ve tam kirazların olduğu zamanmış ki hasat kaldırılma zamanı imiş. İnsanlar aç, hayvanlar aç, para-pul geçmez olduğu bir zaman. Sıkışanlar o adamı buluyor, oda karınca kaderince diyerek herkese aynı şartlarda yardım etmeye çalışıyormuş.
Böyle böyle nihayet, bu sattıklarının parasıyla adam bir han yaptırmış. Hanın girişine de:
“Sakla samanı, gelir zamanı.
Kiraz zamanı yaptırdım bu hanı.”
diye yazdırmış. O günden bu yana bu hikâye bilinir ki, kiraz zamanı aynı darlığı yaşamamak için çalışır didinir Çankırı köylüsü.
Çankırı’da eskiden bir yıl önce, bir yıl sonrasının yiyeceğini, giyeceğini ve malının melâlinin ihtiyaçlarını hazır bulundururdu. İstiklâl Savaşı’ndan sonra memleket fakirleşince bu gelenek de ortadan kalktı. O zamandan bu yana her gün biraz daha rastlanır ama, bir yıl önceki kışın hazırlıkları şorda kalsın, içine girilen kışın hazırlıkları bile karşılanamaz olmuştur.
Yaz sıcağının bastırdığı bu günlerde, o kış boş kalan ekin kuyularına depo edilen karlar, yaza kadar bir şey olmadan bekler. Yazın sıcağında çıkarılarak serinlemeye çalışılır. Çankırılı, köylülerden yaşlı olanlardan bazı sözler dökülür. Bu sözlerden birisi de:
“Mart kapıdan baktırır,
Kazma, kürek yaktırır.”
“Martın neler getireceği bilinmez. Buralarda en dönek aylardan birisidir. Bunu bilmeli, ona göre hazırlık yapılmalıdır.” derler Çankırı yaşlıları. Onun için, yazın bunaltıcı sıcaklarında kavrulmuş derisine aldırış etmeden çalışır Çankırılı. Halâ da bu anlayış geçerliliğini korur.
10.02.2025
Sadık SOFTA
Eğitimci / Şair / Yazar / Halk Bilimci

Pek güzel olmuş, memleketimizin bütün köylerinin maharet ve marifetlerini, yaşantısı ile ilgili kültürlerini, bitki örtüsünü ve rençberliklerini döktürmüşsün, kalemine ve yüreğine Sağlık Kıymetli Sadık Hocam.
Teşekkürler Hocam. Sağ olasın.