Tarih: 20.09.2022- Yazar: Sadık SOFTA
“Köy Köy Çankırı” çocuk yaşımdan bu yana diyebileceğim bir uğraş, bir proje. Çok yavaş gidiyor ve sabır istiyor ama olsun. Uzun yıllar Çankırı köyleri ile ilgili defterim hep açık. Zaman zaman detaylı bilgilere ulaşırken, bazen uzun zaman bu fırsatı bulamıyorum. Tesadüflerle yürüyorum bu konunun üstüne. Belli bir yol kat ettiğimi düşünüyorum. Bu sefer de Şabanözü köylerinden Gündoğmuş’a geliyor sıra. Bu sefer yalnızda değilim. Güzel bir ekibimiz var. Hepsi de gönüllü. Araştırmaya gönül vermiş insanlar. Ayrıca işin diğer bir sevindirici yanı da üretken olmalarıdır.
Ahmet Talat Onay Bulvarı’nda köprünün başında bekliyorum. Sabah güneşi, uyku mahmurluğunu biraz daha körüklüyor. Caddede etrafa, gelip geçenlere hedefsiz bakışlar sarf ederken bile kapanmaya yemin etmiş gibi göz kapaklarım ağırlığını tam manasıyla koruyor. Hele güneş ışınlarıyla temas ettiği zaman, bu ağırlık kendisini daha fazla hissettiriyor.
Ekibimiz sabah sekiz sularında buluşuyor. Kimimiz uykulu, kimimiz kahvaltı etmemiş, kimimiz aceleyle bir bardak çayla yetinmek zorunda kalmış olmalı.
Müdür:
“-Sen, bu yollarda gide gele iyice kartlaştın.” diyor gülerek.
“-Gerçi iyi de oluyor. Sen yol hikâyelerini yaz bunların. İyi yazıyorsun. Ama beni yazmayı da unutma ha!..”
Şehrin hemen çıkışında, benzinlikte duruyoruz. Arabanın deposunu doldururken, bir kısmımız da hazır çaya uzanıyoruz. Uyku mahmurluğunda çayları yudumlarken sohbet hep gezimiz üzerine.
Müdür’ün keyfi yerinde olmalı. Arabadan bir poşet alarak açıyor. Gülerek:
-Siz yine aç kalmışsınızdır. Yengeler sabah sabah ne çay vermiştir, ne çorba. Yengeniz tereyağlı bazlama hazırladı size. Alın şundan yiyin de gözünüz açılsın. Herkesin gözleri gülüyor. Dudaklardan yanaklara tebessüm yayılıyor. Bugün keyifli geçecek…
Yola çıkıyoruz. Şubat soğuğu yerini ılık mı, soğuk mu bilinmez bir havaya bırakıyor. Güneş gözlerimizi etkiliyor. Eldivan Saray Dağı’nın keskin virajında ilerliyoruz. Şoför sık sık uyarılıyor.
“-Daha yavaş git!”
Biraz sonra anlaşılıyor bu uyarının nedeni. Güneş yol kenarlarındaki yarlarda tutunmuş, kar ve buzlarla sarılmış taşların bazılarını yerlerinden etmiş. Kaya parçaları yer yer yollara dökülmüş. İniyoruz. Yolu temizliyor ve yine devam ediyoruz. Sakin bir yolculuk yapıyoruz. Müdür, her birimize tek tek takılmadan edemiyor. Arada bir köy hakkında birkaç cümle söylüyor. Bu muhitte doğmuş, büyümüş. Avucunun içi gibi biliyor.
Köye giriyoruz…
Evlerden birini çevreleyen avlu taşının üzerine iki kadın oturmuş. Biri çok yaşlı, diğeri ona göre daha çok genç veya orta yaşlı. Dertleşiyorlar. Garip, boynu bükük bir halleri var. Sessi sedasız, kafa kafaya vermişler, nerdeyse birinin söylediğini öteki zor duyacak vaziyette. Arabamız yanlarına yaklaştığında hiç bakmıyorlar. Sadece susuyor, birbirleriyle konuşmayı da kesiyorlar. Hatta öne eğik başlarını biraz daha önlerine eğiyorlar. Arabamız duruyor. Müdür arabadan iniyor. Neşeli hali hala devam ediyor. Yaşlı kadını tanımış olmalı. Direk ona yöneliyor.
-Adın ne senin nine?!
-Hatça!… Hanifeoğullarından.
-Yaşın kaç?
Yanındaki kadın: “-90”
-90 mı kız?.. 80.
-Bana doğruyu söyle, ben nüfus müdürüyüm, bakınca anlarım kaç yaşında olduğunu!
– …
-Kocan yaşıyor mu?
-…
(Kocasının öldüğünü söylemiyor.)
-Sen nerelisin?
-Karakoçaşlı.
-Ben de Gündoğmuş’luyum. Ama öküz arabasını bilmem.
– …
– Muhtarın evini arıyoruz.
– …
Müdür, daha fazla beklemiyor. Yanında bekleyen arabaya biniyor:
“-Sür!..”
diyor. Araba yavaş yavaş köy içinde ilerlerken, müdür yolu tarif ediyor.
-Sola devam et. Şimdi doğru sür. Böyle devam edeceğiz.
Dere kenarında bir evin önünde durup, muhtarın evini soruyoruz. Biraz geride kalmış.
Kadir Hoca (Müdüre dönerek):
–Dinleseydin şu sefil yaranı Başağam!..
Müdür arabadan inip sağa sola bakıyor. Önünde durulan evden orta yaşlıca bir kadın çıkıyor ve meramımızı anlıyor.
-Geçmişsiniz.
Bahçelerin kenarından, yukarıdan muhtarın sesi geliyor.
-Ben buradayım, geri gelin.
Müdür Bey de aynı ses tonuyla bağırarak muhtara cevap veriyor:
-Muhtar!.. Köyde kaybolduk yahu!.. Yoksa sen mi kayboldun?!..
Dudaklara yayılan tebessümler, bu neşeli yolculuğa biraz daha renk katıyor. Hele köyün yaşlı insanlarının sıcak karşılaması daha da bir keyif veriyor. Dudaklardaki tebessümü köyün yaşlı tonton ihtiyarlarıyla ortak sürdürüyoruz. Müdür Beyin katkıları da bunu durmadan körüklüyor.