ZAFERLERİMİZ MÜNASEBETİYLE!..
Zaman… Zaman içinde bir başka zaman…
Zamanlardan bir zaman…
Kut sahibi insanların yaşadığı topraklarda bir zaman…
Ötelerin ötesini arama ve bulma idealine sahip bu kutlu insanlar yürüdüler, hatta yorulmak bilmeden koştular… Niçin?
Ötelerin ötesini aramak ve bulmak için…
Ötelerin ötesi neresi? Her yer… Gökyüzünün çadır, güneşin bayrak yapılacağı her yer… KIZIL ELMA…
O gün için Kızıl Elma, BİZANS…
***
Çağrı Bey oğlu Alpaslan komutasındaki ordu, sayıca kendinden dört kat güçlü Bizans ordusu ile Malazgirt ovasında karşı karşıya…
16 Ağustos 1064 tarihinde Ani kalesinin alınması ile anahtar bulunmuştu. Şimdi, anahtar ile kilidin buluşma zamanı idi. Kilit açılacak ve Anadolu Türk’e ebedî yurt yapılacaktı.
Hepsi hazırdı… Başta Sultan Alpaslan hazırdı. Giydiği beyaz elbise ile, kefeni olacak şekilde ölüme hazırdı. Ölmeden önce ölebilecek cesarette yiğitler ordusunun önünde durmak mümkün müydü? Rıza-yı şerif uğrunda ölmeyi, “ölümsüzlük” olarak idrak eden cengaverler, yenilebilir miydi? Yenilmediler ve zafer kazandılar. Bizans imparatoru Romen Diyojen ve ordusu teslim alındı. Yüzyıllar sonrasında, Bizans varisi olarak gösterilen Yunan Başkomutanı Trikopis‘in ve ordusunun teslim alındığı gibi…
Biri, ebedî yurt sahipliğinin tapusu; diğeri, ebedî yurt sahipliğinin tapusunun yeniden mühürlenmesi…
***
Kut sahipleri, birkaç yıl içinde bütün Anadolu’ya özlenen adaleti, güvenliği, insanca yaşamayı öğrettiler. Marmara, Ege, Karadeniz, Akdeniz bölgeleri hızlıca Türkleşti ve Müslümanlaştı. Yesevî öğretisi bütün Anadolu’ya hayat verdi. Horasan Erenleri, Gaziyan-i Rum, Abdalan-i Rum, Bacıyan-i Rum insanları dört bir yana yayıldılar, dağıldılar ve “hoşgörü” ve “fazilet” kavramlarının içini doldurdular. Her biri hep ALP’ti, hem de EREN’di… Müslüman olmayan toplulukların (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri) Şeytan taraftarları o kutlu insanları ALP olarak gördü; Rahman taraftarları ise EREN olarak…
Cihanşümûl Türk Devlet Anlayışı‘nı yaşatma gayreti içinde bulunanlar, yollarını biliyordu ve o yolda taviz vermediler. Onun için başarılı oldular…
İlâ-yı Kelimullah anlayışını yaşatma gayreti içinde bulunanlar, doğruluktan, adaletten ve hoşgörüden sapmadılar.
40 km’de bir kervansaraylar inşâ edildi. Bu konaklama merkezlerinde her türlü imkân sunuldu. Müslüman’ı, Müslüman olmayanı güvenlik içinde ticaretini, seyahatini yapabildi. Anadolu’nun eski halkları kalelerinden, yer altı şehirlerinden, mağaralardan çıkabildi. Tarım, ziraat, hayvancılık insanların birbirine duyduğu güvenle canlandı; kervan ticareti, alınan tedbirlerle güvenlikle sağlandı.
Türkler, Anadolu’ya sadece çadırları, atları ve silâhları ile gelmedi. Asya bozkırlarında ürettikleri buğdayları, çoban köpeği Kangalları, çadırı andıran kubbeli camileriyle geldi. Koç boynuzlu kilim ve halı desenleriyle, demir, bakır ve çinî sanatıyla geldi. “Koruk” sistemini, “Vakıf” adıyla değiştirerek geldi. Kardeşliğin, esnaf ahlâkının zirve yaptığı “Ahilik”le geldi. Bin yılların ötesinden getirdiği sosyal kurum “Yâren” ocaklarıyla geldi. Örfüyle, Türk töresiyle kaynaştırdığı İslâm’ın temel değerleriyle geldi.
Cihanşümûl Türk Devlet Anlayışı‘na İlâ-yı Kelimullah‘ı ekleyerek geldi. Adını yüzyıllar sonrasında koysak da KIZIL ELMA ile geldi. O gün Kızıl Elma, Anadolu idi… Sonrasında İstanbul oldu, Avrupa oldu. Şimdilerde ise Kızıl Elma, İsrail’dir, Amerika’dır. Olacak mıdır, gerçekleşecek midir? Rabbimiz isterse; olmaz, olmaz olur. Bugünkü İsrail’in, Amerika’nın korkusundan, bu hedefin de çok yakın olduğu görülmez mi?
***
Ekonomik, siyasî, toplumsal çok sorunlarımız var. Parti teşkilâtlarında liyakatli insanların sayısı çok az. Dünyalık menfaatler, yönlendirici ve yöneticilerin çoğunu esir almış durumda. Yalancılık, kıskançlık, dedikodu, nemelazımcılık, adam kayırma gibi beşerî zafiyetler doruk noktada. Yüksek ahlâklı ve liyakatli insanlar, köşelerinde çekilmiş durumda. Önde olanlar ise, vurdumduymaz nitelikleriyle cahilliğin ve menfaat girdabının içinde olduklarını bile idrak edemez halde.
Bütün bu durumlara rağmen, hiçbir zaman karamsar olmamak gerekir. Bilinmelidir ki, karanlığın zifirî oldu zaman, güneşe en yakın zamandır. Bu seferki güneş, çok daha parlak doğacaktır. Her sancılı doğumun sonunda gürbüz bir evladın gelmesi gibi, yeniden büyük yükseliş ve doğuş gelecektir.
***
Hiçbir yürek, içeriden ve dışarıdan yansıtılan olumsuz provokasyonlara kapılmamalıdır. Sorunlarına rağmen, Malazgirt ruhu; yeni bir güneş olarak bütün Anadolu’yu, bütün insanlığı kapsayacaktır. Yapacaklarımız bellidir. Ecdadımıza ve tarihimize bakacak ve onların yöntemlerini yöntem edineceğiz.
- Liyakatli insanlarımızı siyasette, ticarette, bürokraside önemli mevkilere getireceğiz. Getirmemek için uğraşan insanları tanıyıp onlardan uzaklaşacağız. Müslüman görünümlü münafıkları ayırt edecek feraset ve basirete sahip olacağız.
- Üretimi teşvik edecek zihniyetlere önem verecek ve önce kendimiz üretme gayreti içinde bulunacağız.
- Şehirlerimizi beton şehirler haline getiren yöneticilere değil, bilime, insanca yaşamaya ve kültürel değerlere önem veren yöneticilere önem vereceğiz.
- Ebedî saadet arzulayan insanların kalitesini ve sayısını artıracak; bilgiye ve bilgiliye gerçek değeri vereceğiz.
***
Bunlar mümkün mü? Kesinlikle mümkün. Attila, Bilge Kağan, Alpaslan, Osman Gâzi, Timur genetiğini taşıyan aziz milletimizin içinde çoğu kimsenin tahmin edemeyeceği yükseklikte büyük bir cevher olduğuna yürekten inanıyorum. Çok zor görünse de mümkündür. En azından ecdadımızın hizmetlerinden dolayı, bu milletin şahlanacağına ve Allah’ın lütfuyla, şerlerin hayra tebdil olacağına zerre kadar şüphe duymuyorum.
***
Hiçbir şey elimizden gelmiyorsa, şu üç kavramın içini dolduracak bir hayatı benimseme gayreti içinde bulunmamız bile, bize yetecektir.
SABIR, ZİKİR ve ŞÜKÜR…
Sabredeceğiz… Olaylar, durumlar, kişiler, faaliyetler bizleri ne kadar tatmin etmezse etmesin sabredeceğiz. Kenetleneceğiz, bir olma gayreti içinde sabredeceğiz.
Elimizle, dilimizle, yüreğimizle zikredeceğiz. Bir taraftan namazlarımızla, sadakamızla, duamızla zikredeceğiz; diğer taraftan sahip olduğumuz hangi meslekte olursak olalım en iyisini yapma gayreti içinde çalışacağız. Zikrin, aynı zamanda, mesleğinin en iyisini yapabilme yeteneğine sahip olduğunu unutmayacağız.
Ve inşallah, şükredeceğimiz zamanlar da gelecektir. Şükür, akıl ve bilim yöntemlerine başvurduktan ve tedbirli olduktan sonra tevekkül etmektir. Tevekkül ve teslimiyet, şükrün bir yansımadır. Allah’ı vekil gösteren ve iki temel idealimiz doğrultusunda teslim olmuş insanlarımızda yenilgi görülebilir mi?
İki temel idealimiz; Cihanşümûl Türk Devlet Anlayışı ve İlâ-yı Kelimullah…
Bu değerlerimiz de şüphesiz, Kur’an-ı Kerim şuuru, ehl-i sünnet hayatı ve Türk töresini yüreğimizde ve beynimizde hissetmekle kemâle erebilir.
Ne güzel demişiz; “Rehberimiz Kur’an, Yolumuz Turan!”
İşte, Malazgirt ruhu budur!..
Malazgirt Zaferi’nin 953’üncü, Büyük Meydan Muharebesi’nin 102’inci yıldönümlerinde, Alpaslan ve Atatürk başta olmak üzere temel ideallerimiz ve değerlerimiz uğrunda canlarını veren ecdadımızı ve bütün vatan şehitlerimizi rahmetle yâd ederim. Yüce Allah; ruhlarını şâd, mekânlarını cennet etsin.
Zafer Haftamız Kutlu Olsun!
Ahmet KIYMAZ