ZATEN, OKUR-YAZAR DEĞİLDİK!
Güvenilir istatistikler olmadığı için öne sürülen değişik yüzdelere göre Cumhuriyet dönemi öncesinde okuma yazma oranı, erkeklerde % 7 ila % 10 arasında: kadınlarda % 0,4 civarında gösterilir. Genel nüfusun okuma yazma oranı % 4 ila % 5 dolayındadır. Bu oranı abartarak genel nüfusun % 10’unun okur-yazar olduğunu varsayalım. Okur-yazar nüfusun önemli bir bölümünü Rum, Ermeni, Yahudi azınlıklar oluşturuyordu. Çünkü, kiliselere, sinagoglara bağlı vakıflar, okullar ile azınlıklar eğitim-öğretim konusunu Türklerden çok önce çözmüştü.
Son dönemin önemli Osmanlı aydınlarından Muallimat Mektebi Müdürü, Muallim Mehmet Cevdet Bey, “Muallimler Mecmuası”ndaki makalelerinde Rum cemaati silloglarının ve Ermeni vakıflarının eğitim öğretim, kültür faaliyetlerini, başarılarını ayrıntılı biçimde anlatır. “Mektep ve Medrese Muallim Mehmet Cevdet” adlı kitapta bu makalelerin bir kısmı yayımlanmıştır. Rüştiye ve daha üst okullarda eğitim gören Türk nüfusu, gördükleri Fransızca dersi dolayısıyla Latin alfabesini biliyordu. Dükkan tabelalarında, vitrinlerde sergilenen mallar üzerinde, gazete ve dergilerde, reklamlarda Arap harflerinin yanı sıra Latin alfabesi kullanılıyordu. Kitaplarda, basında Arap harfleriyle yazılıp okunması zor Fransızca vb. dillerdeki ifadeler parantez içinde Latin alfabesiyle veriliyordu. Yine yabancı ülkelerin imtiyazla işlettikleri kurumlarda fatura, bilet, makbuz vb. belgelerde; Duyun-u Umumiye belgelerinde Arap harfleri yanında Latin harfleri kullanıyordu.
Osmanlı devleti, giderek bugünkü Japonya, G.Kore, Hindistan vb. gibi resmen olmasa da çift alfabeli bir devlet olma yolunda ilerliyordu. Kısaca okuma yazma bilenler, Latin alfabesine aşinaydı. Hiç okuma yazma bilmeyen birinin herhangi bir alfabeyi öğrenmesi ve okuyup yazması, epey zaman gerektirir. İşlek biçimde okuyup yazabilmesi ise çok daha uzun zamanda olur. Ancak, herhangi bir alfabede okur yazar olanlar (müellif-i hurûfât) başka bir alfabeyi çok kolay ve çok çabuk öğrenirler. O alfabeyle okuyup yazmada işleklik kazanmaları da daha çabuk olur.
Biz daha önce de iki kez alfabe değiştirdik. Göktürk alfabesi, Uygur alfabesiyle, o da Arap alfabesiyle değiştirildi. Alfabe değişikliklerinin bir süre sonra eskide kalan ürünlere ulaşmayı güçleştireceği savı doğrudur. Ancak, 1928’de Latin esaslı Türk alfabesine geçildikten sonra daha eskinin önemli eserlerinin yeni alfabeyle basımı yapılmıştır.
Bu faaliyet bugün de sürdürülmektedir. Arşiv çalışmaları, bilimsel araştırmalar için Göktürk, Uygur, Arap alfabelerinde yeterince uzman yetiştirilmektedir. Arap alfabesini öğreten pek çok program vardır. İsteklilerin internet ortamında öğrenebileceği çok güzel uygulamalar vardır. Bir iki gün içinde temeli öğrenilir, zamanla geliştirilebilir.
Günümüzde insanlar çok gereksiz, önemsiz konularda bir şeyler öğrenmek için çok uzun zaman harcayabiliyor. Birçok öğrenci ders sırasında ellerindeki kalemi bir hokkabaz marifetiyle fır fır döndürüyor. O işi bir yandan ders dinlerken hiç dikkat sarf etmeden başarmak için kim bilir ne kadar zaman çabalamışlardır? Bu konuda eleştiriler yapan birisine “Gel ben sana öğreteyim, günde yarım saat, bir haftada sökersin.” dedim yanaşmadı. Samimi olan oturup öğrenir. Dedesinin dedesinin mezar taşını bulursa okuyabilir ve adıyla ölüm tarihinden, belki mesleğindeki aşamalarından fazla pek bir şey olmadığını da görür. Bu arada bazı önemli kişilerin mezar kitabelerinde güzel şiirlere de rastlanır.
Öyle bir gecede cahil filan kalınmadı. Cahiller, zaten cahildi. Diğerlerinin geçişi sanıldığı kadar zor değildi.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist