BOZKIR’IN ÇOBANLARI
Bozkır Köyü, tarım ve hayvancılığı birlikte götüren bir yapılanma vardır. Bundan dolayı da bilhassa erken yaşlarda çocuklar; kuzu, oğlak, buzağı çobanlığı da yapmaktadırlar. Biraz daha yaşları ilerleyince dana ve döl çobanlığına dönüşür ki, bu ailelerin kendi bir iki oğlak ve kuzularını güden çocukların artık sayısı biraz daha fazla olan küçük sürülere de çobanlık yapması demektir. Bir, iki çocuk bir araya getirilerek 20, 30 vb. sayıda çobanlık devam ettirilir. Bu durum yetişkin olmaya kadar gider. Bu tarzda yetişenler daha da ileri yaşlara ulaşınca, artık çobanlığı meslek olarak seçenler de görülmeye başlar. Bu durumda birkaç yüz sayıda davar çobanlığına geçişmiş olurlar.
Bozkır Köyü’nde eskiden çobanlığı meslek edinmiş olan insanlar vardı. Bunlar, bilhassa kalabalık aile bireyleri olanlar arasından çıkar; bir de çok fakir insanlar aynı köye veya başka köylerden buraya gelerek çobanlık yapanlar vardı. Bu çobanlar, ilkbaharda çoban olarak başlar ve sonbaharda da devam ederlerdi. Aralarında bu işi ertesi yıl da devam ettirmek isteyenler isterseler, o kışı da köyde geçirir, kendi köylerine dönmeden devam ettirirler, kışın davarın sulama ve yemleme gibi etkinliklerde yardım eder ve mevsimi gelince tekrar çobanlığa başlarlardı.
Çobanların en tedirgin olduğu dönemler ilkbahar ve sonbahar aylarıdır. İlkbahar, ağıllardan yeni çıkmış olan hayvanların bir de yağmur, yağışa maruz kalması hiçte iyi olmaz, dikkat edilmesi gerekir. Bir diğeri de ekili alanların taze filizleri hayvanlar için çekicilik arz etmektedir. Dikkatli davranılmamasında büyük bir zarar ve ziyan mevzu olabilecektir; dikkat edilmelidir. Bu durumda zaten çobanlar da pürdikkat kesilirler.
Bozkır’ın çobanları yaz boyunca yaşadıkları rutin durumunu devam ettirir. Gece yarısına yakın bir zamana kadar yayılan davar sürüsünün arkaca / yatağa yatırdıktan sonra kendilerinin de dinlenmesi gerekmesine rağmen onlar bir türlü rahat edemezler.
Tahmin edileceği gibi, ilk iş karınlarını doyurmak olacaktır. Bu saatler onların akşam yemeğidir. Genelde, evde hazırlanan bir dürümü ayakta sürünün peşinde yiyebilirse ne ala, çoğu zaman ona bile fırsat bulamayabilirler.
Sürü, yatağa yatar yatmaz onların ilk işi, çoban eşeğinin sırtından indirdikleri heybelerine itina ile yerleştirilmiş olan yiyecek ve içeceklerini indirerek bir sofra hazırlamak olur.
Evde hazırlanarak heybeye yerleştirilen kuru yemekler bazen bir keçiden veya bir koyundan sağılan süt ile zenginleştirilir. Yemekte ne konuşulursa onunla kalınır ve hemen yatmak için köşelerine çekilirler. Çobanlardan birisi sürünün yattığı alanın en yüksek kesimine, diğeri de yine her yönden sürüyü görüp müdahalede bulunabileceği diğer, alt kesimine yerleşirler. Akşama kadar ayakta, sürü ile dolaştıkları için yorgundurlar. Ama işleri çok önemlidir ve en ufak bir ihmale gelmez; onun için çobanlardan uykusu en sak (çabuk uyanabilen) olan hemen bir bağırdak kurarak ve bileğine sabitleyerek rahat bir uykuya geçerler.
Bu uykunun son bulması genelde çobanların isteği ile sona ermez. Çünkü, güneşi üzerine pek doğdurmayan sürü erkencidir ve erkenden karınlarını doyurmak üzere yataktan ayrılarak yayılma çıkar. İlk etapta onlar kafasına göre bir yön çizse de bir müddet sonra çobanlar buna müdahale eder ve o gün kuşluk vaktine kadar hangi mevkide sürü otlatılacak / güdülecekse o tarafa yönlendirirler.
Köyde çobanlar, bilhassa yaz ayları boyunca hayatını sürüsünün başında geçirirlerdi. “Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında da hayvancılar silahlı ve il beylerinin başlığında, birer savaşçı idiler.” Bunlar gece, gündüz arazide hayvan otlatmakta, geceleri yıldızları kendilerine çadır yaparak açık havada sürüsünün başında yatmakta, en büyük korkuları da geceleri kurtların sürüye baskın yapmalarından tedirgin geçirmeleridir; bir diğer korkuları daha vardır ki, o da sıcak yaz gecelerinde ağır bir uykuya dalıp kalmaktır.
Yaz gününün rehaveti ile derin bir uykuya dalmak demek, sürünün arkaçtan kalktığını duymamak ve yakın arazideki ekilir – biçilir alana zarar verebileceği de ihtimal dâhilindedir. Bunun için çobanların özel bir önlemi de vardır. Yaygın olarak bu geleneği bütün çobanlar sürdürür. Buna ise “bağırdak kurmak” denir.
Bağardak / Bağırdak Kurmak, sürü içinde en haylaz koyun veya keçilerden birinin boynuna özel hazırlanmış bir düzeneğin adıdır. Çoban, sağlam bir ipin bir ucunu hayvana zarar vermeyecek şekilde boynuna bağlar. Boşta kalan diğer ucunu da kendi bileğine bağlar ve öylece “bağardak kurarak” uykuya yatar.
Gece sürüde bir hareket olursa bu hayvanlar öncelikle hareket ettiği için çobanı önce bu hayvan uyarır ve çoban da uyuyup kalmaktan kurtulmuş olur. Sürünün durumuna göre hareket eder. Çünkü gece erken vakitli uyandırılırsa durumu kontrol ederek gerekirse tekrar uykuya dalar. Yok, eğer sabah yaklaşmış ise sabahın serinliğinde sürünün diğer kısmını da kaldırarak arkacı terk eder. Zaten, genelde sürü sabahları çok erken kalkarak araziye açılır ve otlamaya başlar.
Sürünün arazide sabahın erken saatlerinde başlayan bu serüveni kuşluk vaktine kadar sürer. Kuşluk vakti, sürü suya indirilir. Burada hayvanlar suyunu içip dinlenmeye çekilir. Eğer, havaların çok sıcak geçtiği yaz günleri ise, o zaman kuşluk vaktinde köye gelir ve sürüdeki hayvanlar köy içine dağılır ve herkes kendi hayvanını kendi ağılına veya avlusuna alarak ikindi zamanı yaklaşıncaya kadar gölgede barındırır. Sütünü sağar. Bozkır Köyü’nde, Acı Çay’ın kenarında bu iş için belirli, müsait yerlerde, su kenarında yatırılır ve köyün genç kızları ve gelinleri buraya bakraçları ile gelerek sütlerini sağarlar ve giderler. Sürü yine çobanın gözetiminde kalır.
Yaz ayları boyunca kırlarda “arkaç”larda kalan hayvanlar sonbahar geldiğinde, geceleri kırlarda kalmaktan vazgeçilir ve ağıllara dönüş yapar. Ama, çobanlık burada bitmez, devam eder. Bu havaları iyice soğuyup yağışların göz açtırmayacak bir seviyeye gelinceye kadar sürer. Ancak bundan sonra çobanın o yılki görevi bitmiş olur ve sona erer. Bir diğer özellik de çoban, eğer aile içinden biri ise bu durumun zaten yazı kışı yoktur.
20.11.2024
Sadık SOFTA
Eğitimci / Şair / Yazar