ÇANKIRILI BİR VELİ
ASTARLIZÂDE HİLMİ EFENDİ
“Çankırılı Bir Veli: Astarlızâde Hilmi Efendi”, [Tanıtım Yazısı], Yeni Ufuk Gazetesi, Yıl: 3, Sayı: 94, (Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş.), 17 Şubat 2012, Sincan / Ankara, s. 4.
Âlim, ârif, mütefekkir ve mutasavvıfları bütün nitelikleriyle anlatma ve tanıtmanın ne kadar zor olduğu aşikârdır. Bizler, bu tür gönül sultanlarını anlatma ve tanıtmadan ziyade; onları anlama, duyumsama, ruhumuzda ve bünyemizde hissetme gayretinde bulunduk. İnşallah, bu gayretimizden cesaretle vefatının 62’nci yıldönümünde Çankırı velilerinden ASTARLIZÂDE HİLMİ EFENDİ’yi anlamaya çalışacağız. Allah, inşallah, niyet ve âkıbetimizi hayırlı kılar.
***
“İnsan olma şuuru” ile yaşayan kâmil insanlar, “Allah’tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz.” ilâhî emri doğrultusunda çağlar boyunca hep “DOST” aramışlar ve “DOST”larla birlikte olmuşlar, onlarla istişare etmek istemişlerdir. Hilmi Efendi Baba da, dünya ve ahiret hayatını Kur’an ve sünnete göre biçimlendiren, hocası ve adaşı Çerkeşli Hilmi Efendi’den almış olduğu feyizle dost arayan ve dostlar tarafından aranan bir mutasavvıftır.
“Astarlızâde Hilmi, Hilmi Efendi, Hilmi Efendi Baba, Efendi Baba” vb. isimlerle daha çok Çankırı ve civarında tanınan ASTARLIZÂDE HİLMİ EFENDİ, Osmanlı’nın son döneminin en hareketli yıllarından biri olan 1876’da dünyaya gelmiştir. Çocukluk ve gençlik yılları; 1876 Meşrutiyet’in ilânı, 1877 / 1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı gibi siyasî çalkantıların ve büyük savaş dönemlerinin yıllarıdır.
Baba tarafından bir başka hemşehrimiz olan Servet-i Fünûn şiirinin ve “PİTORESK” akımın temsilcisi büyük şair Tevfik Fikret’in “TARİH-İ KADİM” ve “SİS” şiirlerinde “Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer”, “Kur’an, köhne bir kitaptır.”, “Biz, zamanın ümmetsiz peygamberiyiz.”, “İstanbul, Bizans’tan arta kalan bakire bir duldur.” sözleriyle materyalist, ateist düşüncelere yer vermiştir. Aynı dönemde yaşayan Hilmi Efendi, İNSAN MERKEZLİ HAYAT ANLAYIŞINI BENİMSEMİŞ; akla, bilime, dine, tasavvufa ve “En büyük cihat, nefisle yapılan mücadeledir.” anlayışına bağlı olarak hayatını düzenlemiş; bu prensipler çerçevesinde Çankırı yöresinde insanlar yetiştirme gayreti içinde bulunmuş abidevî bir şahsiyettir.
***
1908’de ilân edilen İkinci Meşrutiyet Dönemi, 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912 Balkan Hezimeti ve nihayet 1914’te başlayan ve Osmanlı Devleti’nin parçalanışının belgesi MONDROS MÜTAREKESİ ile biten Birinci Dünya Savaşı yılları; milletin derdiyle dertlenen, milletin dertlerden kurtulması için her türlü gayret ve faaliyet içinde bulunan Hilmi Efendi için en buhranlı yıllar olmuştur. Bir ara mektuplaştığı, iletişim hâlinde olduğu dostu Mehmet Âkif ERSOY gibi O da, yeniden millî mücadele yapılması gerektiğine yürekten inanmış; bu doğrultuda, Mustafa Kemâl Paşa önderliğinde Anadolu’da cereyan eden KUVAYI MİLLÎYE hareketine destek vermiştir.
Hilmi Efendi, Millî Mücadele’nin zaferle neticelenmesi ve Cumhuriyet’in ilân edilmesinden sonra da ATATÜRK başta olmak üzere yeni devletin kurucu heyeti ile ihtilafa düşmemiştir. Bu tavrını destekler vaziyette, zaman zaman önü siperlikli şapkalar giymiş; bu türden şapkalar giyenleri de kınamamış, kötülememiştir.
***
Akl-i selim olan insanlar tarafından bilinmektedir ki, herhangi bir toplumda CEHALET ve YOKSULLUK gibi iki önemli tehlike bulunuyor ise o toplumda sosyal, kültürel, iktisadî gelişme ve faaliyet ortaya konamaz. Nitekim, Cumhuriyetimizin banisi ATATÜRK de bu anlayıştan yola çıkarak 1924 yılında “Bu memleketin iki önemli meselesi vardır. Bunlardan birisi CEHALET, diğeri de FAKİRLİKtir.” demektedir.
Hilmi Efendi, yaşadığı zaman içinde millet için çok tehlikeli olan bu iki temel sorunla hep mücadele etmiş bilge bir insandır. Cehalet ve yoksulluğun toplumlarda ve toplumu oluşturan insanlarda bir arada bulunması durumunda, hele hele nüfusun az olduğu küçük yerleşim yerlerinde büyük tehlikelere yol açtığı bir gerçektir. CEHALET ve YOKSULLUK’la bütünleşen toplumlarda DEDİKODU, KISKANÇLIK, NEME LÂZIMCILIK, HASET, FİTNE gibi beşerî kusurların çok görüldüğü de bilinmektedir.
Bu tür toplumsal sorunların yaşandığı ortamlarda ve zamanlarda, halka rağmen halkı irşat etme gayreti içinde bulunan manevî mimarlara büyük görevler düşmüştür. Astarlızâde Hilmi Efendi de bu manevî mimarlardan biri konumunda görevini en iyi biçimde idrak etmiş bir toplum önderidir. Yazılanlar, söylenenler bu düşüncenin gerçekliğini ortaya koymaktadır.
Astarlızâde Hilmi Efendi, bir taraftan halk içinde halkın dertlerini dinlerken ve onların sorunlarını çözerken; diğer taraftan da imkânlar ölçüsünde insanlarla asgarî düzeyde görüşme, konuşma ve beraber olma ilkesini benimsemiş; bu ikisi arasında dikkatli bir denge kurmaya özen göstermiştir. Kanuni döneminden kalma Büyük Câmii ile evi arasında 20-25 metre bulunmasına rağmen; vakit namazlarını daha çok evinde kılmasının temel sebebi; dedikodu, kıskançlık, haset, fitne gibi beşerî kusurlara zemin oluşturan halkın CEHALET’inden uzak kalma isteğidir.
Bununla birlikte, O’nu tanıyan insanlarca bilinmektedir ki; Hilmi Efendi, Kur’an, Fıkıh ve Hadis gibi İslâmî bilimlerde; tıp, ziraat, hayvancılık gibi fen bilimlerinde halkın cehaletten kurtulması için büyük gayretler göstermiş ve faaliyetler icra etmiştir. Ayrıca, Abdulhalim ERİŞEN gibi Çankırı yöresinin muteber, bilge insanlarıyla istişareler yapmış ve yakın dostluklar kurmuş; Ilgazlı Hacı Ahmet Efendi, Tosyalı Recep Efendi gibi yöresel mutasavvıfların yetişmesinde katkıları bulunmuştur.
***
Hilmi Efendi, DÜŞÜNCENİN SUÇ YA DA GÜNAH SAYILDIĞI SOSYAL VE SİYASAL ORTAMLARDA, ÖZGÜR DÜŞÜNCENİN HAYAT HAKKI BULMASI İÇİN BÜTÜN İMKÂNLARINI SEFERBER ETMİŞ AYDIN, BİLGE BİR İNSANDIR. Dinî öğretimin zayıfladığı, zaman zaman din karşıtı söylemlerin etkin olduğu, özellikle 1930’lu yıllardan 1950’li yıllara kadarki dönem içinde Çankırı yöresinde manevî değerlerin korunması, yaşanması ve yaşatılması yolunda önemli yararlıkları bulunmuştur. Hilmi Efendi, siyasî ve bürokratlar ile halk arasında iletişim aracı olmuş; yöneticilerle yönetilen halk arasında gönül bağları kurarak toplumsal sorunların çıkmasını önlemeye çalışmıştır.
Astarlızâde Hilmi Efendi, İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte gelen SEFERBERLİK DÖNEMİ ve VARLIK VERGİSİ (11 Kasım 1942)’nin her türlü maddî ve manevî sıkıntılarını da yaşamış; dönemin mülkî ve askerî erkânıyla istişare yapmaya önem vermiş; Çankırı halkının maneviyatını güçlendirmek ve toplumsal dinamikleri canlı tutabilmek amacıyla her türlü fırsatı değerlendirmiş, âkil bir kanaat önderidir.
Çankırı halkının pek çok sıkıntısının giderilmesinde Hilmi Efendi Baba’nın büyük rolü bulunmuştur. O aynı zamanda, keramet sahibi bir insandır. Kendisi kabul etmese, bu özelliğini gizlese bile, Çankırılı kimi insanlar onu öyle görmüştür. Halktan bazı insanlar, Hilmi Efendi Baba ile olan anılarını, onun kerametini yansıtacak metafizik ögelerle süsleyerek anlatmaktan geri durmamıştır. Bu durumun en önemli örneği, 1952 yılında yaşanan Kore Savaşları’dır. Yaşanmıştır, yaşanmamıştır / olmuştur, olmamıştır. Bu, hiç önemli değildir. Önemli olan, Kore Savaşları’na katılan Çankırılı gençlerin savaşın en buhranlı dönemlerinde kendine yardım edecek şahıslar içinde, yanlarında Hilmi Efendi’yi görmesi, gördüğünü varsaymasıdır.
***
“Geçmişte Türk milleti, İslâm’ın bayraktârı idi ve gene öyle olacaktır. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Allah’ın izni ile bu millet, gene dünyadaki şerefli yerini alacaktır.” diye seslenen Astarlızâde Hilmi Efendi; düşünceleri, hayat tarzı, ahlâkı ve öğütleri ile aziz milletimizin gönlünde taht kurmuş veli bir insandır.
17 Şubat 1962 tarihinde vefat eden âlim, ârif, mutasavvıf ve toplum önderi Astarlızâde Hilmi Efendi Baba’yı rahmet ve minnetle yâd ediyor; Hilmi Efendi Baba ve O’nun gibi gönül dostlarının manevî tasarruflarından nasiplenmemizi Yüce Allah’tan diliyorum.
Ahmet KIYMAZ
***
ASTARLIZADE HİLMİ EFENDİ’NİN ÖZGEÇMİŞİ (Alıntı)
Peygamberler, Cenab-ı Allah’ın özel olarak seçip bize gönderdiği kutlu kimselerdir. Cenab-ı Allah, Peygamberleri aracılığı ile emir ve yasaklarını insanlara duyurur. Peygamberlerden sonra dinin nurunu alimler devam ettirirler. Peygamber (s.a.v.)’in kalp ilminden nasibdar olup insanları irşad için Çankırı’da yetişmiş mürşid-i kamillerden biri de Nakşibendiyye Tarikatı’nın Halidiyye kolu şeyhlerinden Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi’dir.
2. DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU
1876 senesinde Çankırı’da dünyaya geldi. Babasının adı İsmail, annesinin adı Sıddıka’dır. Bilhassa annesi çok müttaki olup, Mehmed Hilmi Efendi Hz.’lerine hamile kaldıklarında bir rüya görüyorlar: “rüyada ay yere iniyor.” Bu rüyanın tabirini Yozgatlı bir alime sorduklarında “doğacak çocuğun alim ve evliyadan bir zat olacağını “ söylüyor. Sıddıka hanım bu çocuğa hamile kaldığı süre zarfında evden dışarı çıkmazmış ve hiçbir namahremle görüşmemiştir.
Henüz bebekken gündüzleri annesini emmeyerek oruç tutarlarmış. Üç yaşında namaza başlamış, beş yaşında Kur’an’ı usulüne göre okumayı öğrenmiş, yedi yaşında oruca başlamış, oniki yaşında Kur’an’ı ezberlemiştir. Üç yaşındayken annesi O’nu sabah namazı camiye bırakır, namaz bitiminde alırmış. Kendileri çok güzel Kur’an okurlarmış. Nazar değer endişesiyle ailesi dışarıda Kur’an okutmamış ve Kur’an’ı evde ezberlemişlerdir.
Çocukluklarında diğer yaşıtları gibi oyunlar oynamayarak, kendisinden beklenmeyecek bir olgunlukla hareket ederlermiş. O’nun bu hali annesinin özel ilgi ve ihtimamına sebep olmuş. Annesinin de yardımıyla büyük bir gayretle ders çalışırlarmış.
3. EĞİTİMİ
Babasının manifaturacı dükkanında çalışmakla birlikte babasından gizli olarak sarf ve nahiv ilimlerini öğrenmeye başlamış. Ticaretten çok irfana meraklılarmış. Annesinin de kollamalarıyla
Büyük Cami etrafındaki medreselerle Mecbur Efendi Medresesi’ne devam etmiştir. Okuduğu ilimler O’nda mevcut olan boşluğu dolduramamış. Çok sevdiği, evliyaullahtan olan zatların türbelerini ziyaret eder, ruhani bir eğitim almaya çalışırmış. Seydi Köyü’ndeki Hacı Murad-ı Veli Hz’lerinin türbesine her gün giderlermiş. Bu sırada Delail-i Hayrat ve bazı dua ve zikirler için icazet almış.
Babası ile birlikte İstanbul’a mal almaya gittiklerinde orada tahsil yapma imkanı bulmuş. İstanbul’da iki sene tıp tahsili yaparak icazet almıştır. Bundan başka devrin medreselerinde okutulan Astronomi, Matematik ve Hukuk gibi ilimleri öğrenmiş. Tıp tahsilini ilerletirken lisan eğitimine önem vererek Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce gibi dilleri öğrenmiştir. Mehmed Hilmi Efendi’nin torunu şu hatırasını anlatır: “ortaokulda iken İngilizce veya Fransızca dillerinden birini seçmek mecburi imiş. Torunu da devrin en yaygın dili olan Fransızca’yı değil de İngilizce’yi seçmiş. Üzgün olarak eve geldiğinde dedesi onu teselli ederek İngilizce’nin gelecekte önemli bir dil olacağını söyleyerek ilk dilbilgisi kurallarını da bizzat kendisi öğretmiştir.” Mehmed Hilmi Efendi medrese eğitiminin yanında sohbetlere de katılarak ilmini artırmıştır. Ayrıca kendisi bir hattat olup güzel yazı yazarlardı.
4. GÖNÜL KİLİDİNİN AÇILMASI
İlim öğrendikçe olgunluğu günden güne artar. O zaman kendisinde okuduğu ilimlerle çözülemeyecek bir takım düğümler sezer. Fakat gönül kilidinin açılma zamanı henüz gelmemiştir. Bu gönül yangınına bir de sıla özlemi eklenince Çankırı’ya döner. Bir müddet Mecbur Efendi Medresesi’ne devam ederek akli ve nakli ilimlerdeki bilgisini artırıp icazet alır. Zaman zaman eğitim aldığı medreselerde dersler verir. Bir yandan da manevi hayatını zenginleştirmek için azimetten ayrılmayarak çeşitli dua ve zikirlerle ruhunu gıdalandırır. Gönlündeki volkanı bir nur seli halinde akıtacak, kendisine ledünn ilminin anahtarlarını verecek bir mürşid-i kamil eli beklemektedir.
Bu arada Nakşi Şeyhi Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’den el almış, Seyyid Muhammed bin Ali Dergahı’na teslim olmuştur. Gönül kilidi burada açılır. Zahiri ummanla batıni umman birbirine karışır ve Astarlızade Hilmi Efendi hakikat okyanusu olur. Hilmi Efendi bu dergahta seyr-i sülukunu tamamlar, aynı zamanda şeyhinden hadis ilmini öğrenerek icazet alır. Şeyhi O’na; “benim gözüm senin gözün, benim dilim senin dilin, benim elim senin elin… bir posta iki aslan sığmaz. Ben Cidde’ye giderek mekan tutayım. Sen burada irşada başla.” Der ve Cidde’ye doğru hareket eder. Şeyhinin bu hac sırasında ruhunu Halık’ına teslim etmesiyle birlikte dergahını Çankırı’ya Büyük Cami!nin yanına taşır ve burada irşada devam eder.
5. ŞEMAİLİ
Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi’nin görünüşü heybetli, orta boylu, zayıf vücutlu, göğsü genişçe, sakalı uzunca, yüzü buğday renginde, nurlu, alnı geniş, kaşları yay gibi, sesi yüksek, endamı güzel, kadri ali idi.
6. ÇANKIRI’DAKİ DERGAH
Dergah üç kattan oluşup, en alt katta post vardır. Bu postta devamlı iki diz üzerinde otururlardı. Orta katta mescid ve odalar, üst katta ise erzak deposu vardır. Üç katlı olan bu bina bir bahçe içerisinde olup Büyük Cami’nin doğu kapısı tarafındadır.
Dergahın gelirleri; Paşa Köyü’ndeki tarla ve ağaçlardan, Çankırı’daki bir manifaturacı dükkanından ve kiraya verilen bir evden ibaretti. Ailesi ve özellikle gelini Paşa Köyü’nde ziraat, hayvancılık, arıcılık ve elma ağacı yetiştirmekle meşgul olurlardı. Kendisi halkın yoğun ziyaretlerinde köydeki bağ evine çekilir, zamanın bir bölümünü de elma ağaçlarıyla uğraşarak geçirirdi. Yetiştirdiği bu elma bahçesi çevre köylere örnek olmuş, onların kalkınmalarına yardımcı olmuştur. Kendisi marangozluk, ayakkabı tamiri, çiftçilik vb. birçok zanaatlerden anlayıp tutumlu bir şekilde dergahın faaliyetlerine devam etmesini sağlamıştır.
Kendisini ziyarete gelenlere hayır dualarda bulunurlardı. Gelenleri hoşsohbetlerinden faydalandırarak irşada susamışlara irfan pınarından içirmekle meşgul olurlardı. Kendisine hediye olarak verilen herşeyi ihtiyaç sahiplerine dağıtmışlardır.
7. ASKERLİĞİ
Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya çağrılarak duaları istenmiştir. Askerliğini manevi destek olarak tamamladıktan sonra kendisine hizmet için Çankırılı askerlerden Bekir Usta ve Hacı Ali görevlendirilerek taltif edilmiştir.
8. AİLE HAYATI
Kırk beş yaşındayken kendisinden yirmi beş yaş küçük bir hanımla evlenirler. Esasen dergahın işleri için bir hanıma da ihtiyaç vardı. Dergaha kadın ziyaretçiler de gelirlerdi. Adeviye isimli bu hanımla evlenmekle muhtemel dedikoduların da önü alınmıştır. Muhittin ve Fatma adında iki çocukları dünyaya gelmiştir. Ayrıca dergahın kapısına bırakıldıktan sonra büyüttüğü manevi evlatları da vardır.
9. ASTARLIZADE SOYADI
Kanuni Sultan Süleyman İran seferine (1552) giderken Çankırı’ya uğrar. Herkes bu ziyaretten memnun olarak padişahı ziyarete gelir. Padişah; “beni ziyaret etmeyen kaldı mı?” diye sorar. hacı Ömer isimli bir zatın halvette olduğu için gelmediği söylenir. Padişah; “o zaman biz onu ziyaret edelim.” der. O vakitler Hacı Ömer Efendi bu günkü dergahın bulunduğu yerde küçük bir kulübede tefekkür ile meşguldür. Padişah onun huzurunu bozmak istemez. Zatın yüzü ve bedeni beyaz bir astar ile örtülüdür. Padişah bu astarlı zatın huzurunu bozmayalım diyerek oraya cami, medrese ve hamam yapılmasını emreder. İşte Ömer Efendi, Mehmed Hilmi Efendi’nin 450 sene önceki dedesidir. Astarlızade lakabı ve soyadı ondan yadigardır.
10. ŞEYH ASTARLIZADE MEHMED HİLMİ EFENDİ (K.S.)
Kendisi sünnet-i seniyyeye tamamı ile bağlı, kemalin en yüksek derecesinde bir edep kandili idi. Nakşibendi şeyhlerinden olup Hanefi idi.
Hiçbir zaman tarikat propagandası yapmamışlar ve hiç kimsenin ayağına gitmemişlerdir. Buna rağmen dergah hergün ziyaretçilerle dolup taşmıştır. Huzuruna her seviyeden insanlar, hatta çok yüksek düzeyde devlet yetkilileri gelmiştir. Onlara sevgiyi, hoşgörüyü, insanlığı tavsiye ederek başta namaz olmak üzere dini vecibelerini yapmalarını ve Kur’an’a tamamıyla uymalarını istemiştir.
Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi bir insandı. Yunus Emre ve Muhyiddin-i Arabi en sevdiği evliyalardı. Hatta bu yüzden oğlunun adını “Muhittin” koymuştur. Kendileri her an zikirle ve tefekkürle meşgul olurlardı. Zikri de genellikle kalben yaparlardı. Dergahın alt katında bulunan postunda dizüstü otururlardı. Bir gün gelini ile orada bulundukları sırada gelini odada kimsenin bulunmadığını ve ayağını uzatabileceğini söyler. O ise hiç kimse olmasa bileAllah’ın kendilerini daima gözlediğini söyler…
Vakit namazlarını dergahta kendisi kıldırırdı. Cuma namazlarını Büyük Cami’de kılardı. Namaz bitiminde halkın elini öpmelerine izin verirdi. Yetimler ve yoksullar en çok ilgilendiği kişilerdi. Cuma günü dergaha dönüşte dergah avlusunda metfun anne ve babasının mezarlarını ziyaret ederek dua ederdi. Bilhassa çocukluğunda kendisine büyük yardımları dokunmuş olan annesine çok hayır dualarda bulunurdu.
Şifa arayan bir çok kimse dergahına gelirdi. Samimi bir kalple gelenlerin çok defa iyileştiği canlı şahitlerle sabittir. Dergaha dışarıdan yardım kabul etmez, kendisine intisab eden müridlerini giydirir, yedirir ve bir iş verirdi. Kendileri çok az yemekle yetinirlerdi. En çok sevdiği şeyler çay ve elma idi. Besinler konusunda şöyle derdi:
Koyun eti kimya,
Bal binbir derde deva,
Limon küçük eczane,
Elma kana deva.
11. ESERLERİ
Tespit edildiği kadarıyla biri yarım defter olmak üzere değişik boyutlarda, te’lif ya da tercüme ; Arapça, Farsça ve Osmanlıca eserleri yanında bir de on ciltlik defter halinde el yazması eseri vardır. Bir kısmının üzerine etiketle latin harfleriyle isimleri yazılmıştır: “İnsan-ı Kamil Tercümesi”, “Mevlüt”, “Münacaat”, “Her Şeyin Özeti”. Ayrıca çeşitli dua kitaplarının arasında ve sayfa kenarlarında yazılmış şerhler (açıklamalar) da mevcuttur.
12. VEFATI
Vefatından iki ay öncesinden itibaren bir şey yemeyerek içerisinde bir dünya nimeti bırakmamak gayesiyle bir deri bir kemik haline gelecek şekilde kendisini hazırlıyor. Halsiz ve yorgun düşüyor. Bir şey yemediğinden yaşamasının bir mucize olduğu doktorlar tarafından söyleniyor. Ancak bir gün yüzü örtülü ve gözleri kapalı olduğu halde ağzını oynattığı görülüyor. Hizmetinde bulunan gelini Sabiha Hanım, ağzının arasından bakıyor ve görüyor ki ağzında bal var. Kendilerine hiçbir gıda verilmediğini bildiği için gözlerini açtıklarında soruyor ve manevi alemce beslendiği müşahade ediliyor. Hastalığı ve halsizliği arttıkça kendisine yerini kimin alacağı soruluyor. O da kendisinin bu halkanın sonu olduğunu, hayatlarıyla mematları (ölümleri) arasında fark olmayacağını söylüyor. Ruhaniyetlerinin her an tasarruf halinde olacağını hatta hayattakinden daha çok tasarruf edeceğini ifade buyuruyorlar.
Vefatlarına sebep olan hastalık sebebiyle beş gün ihvanının yanına çıkamadılar. Nihayet güzel bir ölümle ecel şerbetini içtiklerinde tarih 17 Şubat 1962 idi. Ertesi gün vefat haberi duyulduğunda yer yerinden oynadı. Çankırı nüfusu bir anda katmer katmer arttı. Türkiye’nin dört bir yanından insanlar akın akın Çankırı’ya geldi. Askeri erkan da cenaze törenine üst düzeyde katıldı.
Merhumun cenaze namazı o güne kadar görülmemiş bir kalabalıkla Büyük Cami avlusunda kılındı ve Sarıbaba Mezarlığı’na (Fatih Camii karşısına) defnedildi. Kabirleri her gün çok sayıda ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir.
Mezar taşında emekli bir hakimin şu mısraları vardır:
Ta rahm-i maderde mahremiyete,
İtina ederdi, bakın hilkate,
Doğunca dünyaya bu pak-i tıynet,
İlimle kemalden aldı hüviyet,
Mürşid-i Kamilin müridi oldu,
Mürşidinden sonra irşada daldı,
Nakşi Tarikatını eyleyen ibka,
“Mehmed Hilmi” bu zat-ı vala,
Bin iki yüz doksan ikide doğdu,
Nefs-i emmareyi temelden kovdu,
Seksen altı sene muammer oldu,
Zevk ile safayı irşadda buldu,
Bu huruf-u tarih-i anı vefatın,
Fatiha ruhuna bu ali zatın.
13. BUGÜN
Hayatı boyunca hizmetinde bulunan oğlu, gelini ve torunları tarafından dergah işletilmiştir. Özellikle Hilmi Efendi’nin vefatından on yıl sonrasına kadar büyük zorluklarla karşılaşıldı. Paşa Köyü’ndeki tarlalar satılmak pahasına kimseden yardım istenmeden bu günlere gelinmiştir. Oğlu Muhittin Astarlı’nın vefatından sonra bütün yük gelini Sabiha Hanıma kalmıştır.
KAYNAK: https://rahiask.com/index.php/tetebbuat/121-naksibendiler/kutsiler/701-astarlizade-seyh-mehmet-hilmi-efendi-k-s