![](https://www.etkindusunceakademisi.org/wp-content/uploads/2022/10/bitki-caylari-listelist-620x375-1.jpg)
Tarih: 03.10.2022- Yazar: Sadık SOFTA
Kadın Çayırı’nda Kış
Kadın Çayırı, Ilgaz ilçemizde güzel bir piknik alanıdır. Son yıllarda kayak yeri olarak da gündeme gelmeye başladı. Yeşilçamların arasında, bembeyaz rengi ile doluşan karlar, nedense gelinlik kızları hatta göz doldurur şekilde kar yağdığında gelinliğini giymiş gencin o güzel görünümünü hatırlatıyor.
02.02.2011 tarihinde öğle saatlerinde iki Sadıklar, Kadın Çayırı’na hareket ettik. Çankırı’da soğuk bir kış günü, fakat yine de hava mevsime göre soğuk değil. İki kişiyiz ama ne olur, ne olmaz hesabından dört kişilik nevalemizi alarak yola koyulduk.
Yollarda giderken nedense kış ayları gibi hissetmiyorum da, sanki sakin kışa hazırlanan ama biraz daha yaza gülümseyen bir hava, bir güz günü imiş gibi geliyor bana.
“Şimdi oralar cıvıl cıvıldır” diye düşünüyoruz.
Kalabalıktır, yollarda kalma durumu olur mu ki?!..
Ne de olsa kış ve biz de Ilgaz’a gidiyoruz!..
Ilgaz
Ilgaz’a gidiyoruz. Ilgaz yolu aynı zamanda İstiklal Yolu’dur. İstiklal Yolu’ Milli Mücadele yıllarında deniz yolu ile İnebolu limanına getirilen silâhlar ve cephanelerin taşındığı yoldur. İstiklâl Yolu; İnebolu – Kastamonu, Çankırı – Kalecik güzergâhından, Ankara-Sarıkışla’ya veya Sakarya Savaşı’ döneminde cepheye kadar taşınıyordu. İnebolu, Ankara arasında bulunan Kastamonu ve Çankırı halkı il, ilçe ve köyleriyle bir bütünlük oluşturmuş ve cephenin can damarını durumuna düşmüş ve bunu layığı ile yerine getirmişlerdir. Hem de ne getiriş. Kar, kış dinlemeden, dağ tepe demeden, o kahraman kadınlar eşim / kocam yok demeden düşmüşler yollara. Kahramanlıkları dillere destan olmuş, hala onların hatıraları bugün olmuş gibi dillerde dolaşıyor ve bu yollara ün veriyor, nam veriyor ve cesaretin timsali olanların da hatıralarıyla bütünleşerek yaşıyor, tarihte gerekli olan ilgiyi görerek bu yönüyle hala yaşıyor ve yaşatılıyor.
Cendere Köyü
Cendere Köyü’ tarihte isim yapmış bir köydür. Hem İstiklal Yolu üzerindedir ve hem de tarihten gelen isminden de anlaşılacağı gibi, sof üretiminde köy bu konuda da üstüne düşen görevi yapmış ve bundan dolayı da bugünkü ismini almış.
İstiklal Yolu’ndan ayrılarak yine ana yola pareler olarak devam eden ve köye girerken hafifçe ana yoldan ayrılan Cendere Köyü’ne giriyoruz. Arkadaşım beni evine davet ediyor.
-Yolcu yolunda gerek Ağabey!..
Gülümsüyoruz birbirimize. “-Uzun süredir bu evde duran yok, biliyorsun. Ben bir evin içini ve çevreyi kolaçan edeyim, yola devam edelim” diyor.
İşi bittikten sonra, arabadan birkaç metre uzaklaşarak:
-Ömer Ağa!… Ömer Ağa!..
Ömer Ağa’nın kulağının ağır işittiğini söylüyor. Ömer Ağa’yı tanıyorum. Yine kendisi tanıtmıştı bana. Dergi çıkarırken birkaç defa ziyaretimize gelmişti. O zamanlar biraz daha gençti, hareketli ve çok neşeli bir insandı. İnce, zarif, insanların suratına tebessümler yayan şakaları ve takılışı vardı.
Hanımı çıkıyor evin balkonuna:
-Ömer Ağa, evde mi?
-Evde!.. Evde!.. O sizi duymaz, biraz ağır işitmeye başladı. Ben haber vereyim
-Tamam!…
Ömer Ağa, kendisi duymuş olmalı ki, hanımı içeri yöneldiğinde pencereyi açıp adaşıma sesleniyor:
-Sen mi geldin Sadık Ağa?.. Yanındaki kim?!..
-Biz geldik adaşımla, hem seni götürmeye geldik!..
-Geliyorum!… Geliyorum!…
Vakit kaybetmeden hemen geliyor. Arabaya biniyoruz ve yola devam ediyoruz.
-Ilgaz’a uğruyor muyuz?..
-Biz uğramayı düşünmüyoruz Ömer Ağa!…
-Uğrayalım, Uğrayalım!..
-Tamam!… Sen bilirsin!..
Arabamız kıvrılarak köy içinden sola dönerek İstiklal Yolu’ndan geçerek Ilgaz’a dönüyor. Ilgaz’ın içinde kısa bir müddet sonra Ömer Ağa arabayı durduruyor.
-Siz arabadan inmeyin soğukta, ben hemen geliyorum.
-Tamam Ömer Ağa!..
İki arkadaşımın da yüzleri ve hatta gözlerinin içi gülüyor. Yine ikisi de o gülümseme içinde, arabadan inen Ömer Ağa caddenin sağında bulunan dükkâna dalıyor.
-Ömer Ağa çok sevindi. Gençlik yıllarımızda hiç birbirimizden ayrılmadık. İyice yaşlandık. Hastalandı, tedavisi sürüyor. Kulağı ağır işitiyor ama henüz dinç daha!.
Bunları söylerken çok sevdiği arkadaşının şimdiki durumuna üzüldüğü belli oluyor. Gülümseme yerine yüzünde düşünceli bir hal alıyor. Arkadaşlık, samimiyet ve dostluk örneğini her ikisinin de yüzünden okumak gayet kolay. Uzaklara dalar gibi hedefsiz bakıyor, gözleri gökyüzüne dönüyor, bir şeyler arar gibi, bir şeyler düşünüyor gibi; Ömer Ağa ile sık sık gülere bana anlattıkları dostluk anıları, gençliğin verdiği hareketliliğe uygun bir hayatın kopuk kopuk zamanlara yüklenmiş, kopuk kopuk anılar, zaman zaman yeniden geliyor hafızalarına, o günü cismani olarak olmasa da duygu ve düşünceler içinde canlı bir anı olarak yaşıyorlar sanki.
Ömer Ağa, dükkândan çıkıyor. Elinde siyah bir poşet var, sıkı sıkı tutuyor. Bilhassa ağız kısmını sıkıca kapatarak arabaya biniyor. Yine ikisinin de yüzünde o sevginin ve dostluğun güzelliklerini yansıtıyorlar. Ömer Ağa:
-Gidelim!..
Kadınçayırı (Yıldıztepe)
Kadınçayırı, Çankırı İli-Ilgaz İlçesi sınırları içinde yer almakta, Çankırı’ya 70 km., Ilgaz İlçesi’ne ise 17 km. mesafede yer almaktadır. Asfalt yolu dolayısı ile ulaşım durumu çok iyidir.
Kadınçayırı, çevrede meşhurdur ve yaz aylarında olsun kış aylarında olsun sürekli ziyaret yerlerindendir. Hatta kış aylarında kayak öğrenmek isteyen gençlerin gözdesi durumunda, piknik yapmayı arzulayanların da aynı şekilde başta gelen tercih yerlerindendir.
Dağlar arasında bir vadi boyunca yer alan Kadınçayırı, köknar ve çam ağaçlarının yanında yer yer kavak ağaçlarının da yer aldığı, aslında kuzeyin ormanlık alanları ile bozkır coğrafyasına geçişi burada görür gibi olursunuz; yüksek ağaçların yanında çalı türlerine de rastlarsınız. Doğal güzelliği, temiz havası, insanı kendine çeken bir alandır. Genel olarak, yürüyüş, manzaranın çekiciliği karşısında manzaraya kendilerini kaptırarak doğal güzelliğin seyri, hatta fotoğraf çekmek için de başta gelen tercihler arasında yer alır. Dört mevsim insanları kendine çeken Kadınçayırı, çevre illerden de insanları kendisine çeken, sanki sihirli bir çekim gücü var gibidir.
Etraftan çocuk sesleri, kadın, erkek seslerine karışarak cıvıl cıvıl bir ortam sizi karşılıyor. Mangalımızı yakıyoruz. Bizim gibi birkaç kişi daha var. Onlar bizden çok önce gelmiş. Karşılıklı gülen yüzler sizi sıcak bir ortam havasında hissettiriyor. Çevre de buna çanak tutuyor sanki.
Kadın çayırı karla kaplı. Kayakçılar neşe içinde, bazen çığlıklar kahkahaları, bazen de kahkahalar çığlıkları bastırıyor. Bir gurup acemi, çocukluktan gençliğe dayanan o çağın verdiği keyifle hem doğaya güzellik katıyor, hem de kızak kaymayı öğreniyorlar. Düşüyor, kalkıyor ve tekrar tekrar devam kararı vererek kendilerine olan güveni hem çevreye sergiliyorlar ve hem de kendi kimlikleri ile pekiştiriyorlar.
Selam vererek yanımıza gelen Musa Hoca:
-Abi!.. merhaba, çocuklar beni felaket yordular. Öyle neşeli ve hareketliler ki, yerlerinde duramıyorlar.
Ayaküstü hal hatır sorduktan sonra çevrenin güzelliği, tam çocuklara göre bir o kadar da diğer insanlara da hitap eden, çekici bir çevre olduğu hakkında konuşuyoruz. Bize katılmasını teklifimize, yalnız olmadığını, gençlere kayak dersi verdiğini ve onlarla döneceklerini söyleyerek vedalaşıyoruz.
Beyaz kar üstüne saçılan güneş ışıkları değişik bir güzellik sunuyor. Hatta bazı yönlere baktığınızda gözlerinizi açıktan açığa rahatsız ettiği bile olurken, bir huzur bir keyif de veriyor. Etrafı saran yüksek dallar üzerinde duran bembeyaz karlar, güneşin etkisi ile nefis bir renk cümbüşü yaşatırken, bir yandan da güneşin etkisi ile dallara ağırlığını hissettiren karlar sanki kendi kuyularını da kazıyormuşçasına dalların aşağı sarkmasını, kendilerinin de yer yer yerlere düşmesini sağlıyorlar.
Ayaküstü mangalın başında etrafı seyrederek geçiriyoruz zamanı.
Etraftan gelip geçen, tanıdık, tanımadık insanlarla selamlaşıyoruz. Gençler ve çocuklar kendi havasında, onlar belki birbirlerini bile görmüyor. Keyifle kızak kaymanın heyecanına kahkahalarını da katılıyorlar ve etrafa olumlu bir neşe, olumlu bir güzellik katıyorlar. Tanıdık dost insanlara da rastlıyoruz. Herkesin yüzü gülüyor. Şehir hayatının, gündelik hayatın verdiği sıkıntılar yok yüzlerinde. Doğal hayatına dönmüşler hissini duyuyorum.
Ekmek arsı köfteyi uzatıyor Sadık Ağabey. Korkarak elimi uzatıyorum. Gülerek:
-Hayırdır adaş!.. Utanıyor musun?!..
-Şu yukarıdaki grupların birinde, ya benim öğrenciler varsa Ağabey!.. Ben onlara bu tür içecekleri yasaklıyorum, sense toplum içinde bana ikram ediyorsun!..
-Ye, iç!.. Bir şey olmaz. Onların çoğu senden habersiz zaten o işi yapıyorlar.
Yanımıza uğrayanlara da ısrarla ikram ediyor. Çekinip almak istemeyenlere bile emrivaki yaparak ellerine tutuşturuyor. Herkes keyifli. Alıyor ve yanımızdan ayrılıyorlar.
Bir ara güneş kayboluyor. Hafif de bir esinti var gibi. İki eski dost, iki eski çok samimi arkadaşlar yine o gülen yüzleri ve yaşlarından umulmadık parlaklıkta gözlerini bana dikerek aynı anda ikisi birden:
-Üşüyor musun?
Diye soruyorlar. Hâlbuki ben daha fazla keyif almaya başladım. Onların telaşı ikisi de doğduklarından buyana bu coğrafyada yaşamışlar. Kendileri ile adeta özdeştirmişler. Coğrafyaya bağışıklık kazandığını düşünüyorlar. Galiba haklılar da. Bu yeşille beyazın süslediği ve ara sıra karın ve yeşilin içinden sanki başını uzatır gibi görünen toprağın kendine has görünümü insana bir cennet güzelliğinde doğa harikasının ortasında olmanın ruhunuza sunduğu hazzı yaşamayan bilemez.
Hışhış Çayı
Kadın Çayırı’ndan dönüyoruz. Ömer Ağa;
“-Bak hoca!..” diyor;
“-Bu çay var ya bu çay; sağına bak, şu akan dereden bahsediyorum; burası bu mevsimde adam arardı. Şimdi şunun akışına bak, cılız ve ölgün.
Buralar da değişti!.. Değiştirdiler!..
Elimizde bir Kadın Çayırı vardı, onu da aldılar!..
Hem sen biliyor musun, biz eskiden çoluk çocuğu toplar buraya gelir, gün aşır pikniğimizi yapar giderdik. Şimdi gelemiyoruz. Eskisi kadar gelemiyor çoluk çocuk. Buralar Ilgaz’ın. Ama Ilgazlı buraya geldiğinde para alıyorlar. Kimin yerinden, kimden para alıyorsunuz?!… Aman neyse boş ver, ama medeniyet diyorlar, medeniyet iyi güzel hoş da, girdiği yeri vollahi bitiriyor azizim!..
Buralar, bu yollar şimdi böyle mi olurdu?!..
Gelen giden yollar dolardı; Hışhışın Dere bu mevsimde coşardı; şuna bak şuna, dönde şu sağına bak, biz bu dereye Hışhış diyoruz.”
Cık cık çalarak kafasını bir oyana bir bu yana sallıyor ve dizlerinin üzerinde düzgünce yerleştirdiği sağ kolunu kaldırıyor, sakin sakin sağa sola sallıyor ve gözlerini gelinlik giymiş gelinler gibi süslenen çamlara doğru kaydırıyor. Öfkesi geçmemiş olmalı ki, sessiz, sakin tekrar başını bir oyana bir bu yana çeviriyor. Dikkatlice baktığımı görünce, arka koltuktan elini uzatıp, elimi tutuyor.
Sıcakkanlı ve hayat dolu bir insan.
Gözlerime bakarak yüzündeki o tatlı tebessümle;
-Vollah Sadık hocam bunu saymam; yazın geleceksin, o eğleştiğimiz yer var ya, hani sana gösterdiğim dağ; onun arkasında yaylalar var; orada geceleyelim. İstersen bir kaç gün kalırız; yaz günleri orası çok güzel olur. Yıldızlar pırıl pırıldır. Yayla evleri bize yetecek kadar donanımlıdır. Aç susuz bırakmam ben sizi orada!..
-Olsun Ömer Ağa, gerekiyorsa aç susuz da kalırız senin için.
-Yok yok!.. Ben size iyi bakarım. O gökyüzünü bir göreceksin. Geceleri o yaz günlerinde öyle bir sağlıklı havası var ki, çok keyifli çok.
Gülümseyerek arka koltuğa yaslanıyor.
Bir müddet yol alıyoruz. Ağır ağır giden arabamız, çevreyi doya doya, sindire sindire görmemizi sağlıyor. Ömer Ağa arkadan yine uzanıyor, koltukların arasına kollarını ve başını yerleştirerek gülümsüyor:
-Ne o!.. Yine iki Sadıklar şiir mi düşünüyorsunuz?!.. Bırakın şunu!.. Şu etrafa bakın, şiiri her zaman düşünür yazarsınız. Yahu siz şiirden başka bir şey düşünmez misiniz?!.. Şu güzelliğin içinde hiç şiir düşünülür mü?!.. Onu sonra düşünün durun; şimdi siz şu çamlara bakın, şu gökyüzüne, şu dağlara!..
Sonra garipleşerek sesini kesiyor ve yavaşça sağ yanımızdan bizimle birlikte uzanıp giden Hışhışın Dere’ye bakıyor. Her halde eski azametini bir türlü unutamadığı Hışhış’a bakın diyecekti ama onun şimdi mecalsiz, kendi halinde akışı aklına gelince susuyor.
Sonra konuyu değiştiriyor.
Aklı sıra konuyu değiştiriyor ama konu yine Hışhış.
-Ilgaz Belediyesi, Hışhışın suyunu ta şu yukarı kesimden alarak Ilgaz’a getiriyor. Ilgaz İlçesi içecekmiş!.. İçmeyin benim suyumu!.. Kime danıştınız, kimden izin aldınız da bu suyu, bu dereyi, bizleri böyle öksüz gibi bırakıyorsunuz?!.. İçmeyin benim Hışhış’ımın suyunu!..
Biraz dokunsak ağlayacak. Biz de susuyoruz onunla birlikte. Şiir de düşünmüyoruz. Yavaş yavaş azalarak yoldan kaybolan karlara bakıyoruz. Onlar da Hışhışın suyu gibi cılız; onlar da çıt kırıldım ve nazlı gibi duruyor; çam ağaçlarını üzerine düşerek parçalanmış, bölünmüş, o beyaz örtü sanki paramparça olup dağılmış gibi, insanı sarmıyor; soğuk havanın üşütmesi bile karlar gibi, Hışhışın suyu gibi bir değişik, bir çelimsiz ve içten saracak gibi hiç değil. Sanki kafamdan geçenleri okumuşçasına yine Ömer Ağa bozuyor sessizliği:
-İşte kar yağmayınca, az yağınca buralar böyle oluyor. Bu sene çok kötü çok; yağış yok, kar yağmıyor!.. Bu hiç iyi değil!.. Bu yazın verim de olmayacak; dereler bile kuruyacak!..
-Ilgaz’a dönüyor muyuz?..
-Dönelim, dönelim; birer bardak çay içelim de öyle geçelim…