HUKUK VE ADALET
Hukuk, yasalar manzumesidir. Hukuk devletlerinde yasalar bağlayıcıdır, her şey yasalara uygun yürütülür. Hiç kimse yasalardan alınmamış bir yetkiyi kullanamaz. Hukukun evrensel değerleri, ilkeleri vardır; devletler, hukuk sistemlerinde farklılıklar olsa da temelde bu evrensel değer ve ilkelere uygunluk oranında çağdaştırlar.
Adalet, hukukla yakından ilgili olmakla beraber insan doğasında var olan hak ve eşitlik kavramını ifade eder. Adalet ve hak duygusu henüz yürümeye, konuşmaya başlamış minik yavrularda bile çok gelişmiştir. Hatta bazı hayvanlarda görülür. Aynı kafeste yaşayan iki maymundan birini sürekli kayırırsanız diğerinin bir biçimde isyan ettiğini görürsünüz.
Yasa koyucunun çıkardığı bir yasa, hukuk sisteminin uyulması zorunlu bir parçasıdır; ama hiç de adil olmayabilir. İnsanların adalet ve hakka olan inançlarına aykırılık önemli bir sorundur. Bu yüzden yasa koyucunun hukukun evrensel normlarına sahip olduğu kadar adil olması da gerekir. Değilse adaleti gözetmeyen “Biz yaptık oldu.” anlayışı hukuk sistemine hakim olarak kaos doğurur.
Şimdi geçmişten çok çarpıcı birkaç örnek vererek konuyu biraz daha açalım: 1940-1950 başları. TSK’nın çeşitli branşlarda teknisyen ihtiyacını karışlamak için sanat enstitülerindeki öğrencilerden gönüllü olanlar MSB adına okutulur. Mezun olduklarında iki sırmalı Astsb. Çvş. rütbesi verilerek sınıf okullarında eğitime alınırlar. Sınıf okulu bitiminde rütbeleri üç sırmalı Astsb. Üstçvş.a yükseltilerek kıtalara atanırlar. Bu arada kendileriyle aynı okullardan mezun olanlar askerlik görevlerini yedek subay olarak yapmaktadırlar. Hatta orduda kalmayı tercih edenler daha üst rütbelere çıkmaktadır.
Sonra kimin aklına gelmişse “Yahu bunlar daha askerliği bilmiyorlar, bunlara rütbe verilemez.” denerek sanat enstitüsü mezunları sınıf okullarına tek sırmalı Astsb. adayı olarak başlatılırlar ve mezun olduklarında iki sırmalı Astsb. Çvş. olurlar. “Yasaysa yasa, biz yaptık oldu.” Ama sanat enstitüsünden bir yıl önce mezun olanla bir yıl sonra olan arasındaki bir yıllık kıdem farkı dört yıla çıktı. “Canım o kadarı kadı kızında da olur.” Efendim o sırada aynı okul mezunları subay oluyor. “Hımm, tamam tamam onları emekli olurlarken asteğmen rütbesine çıkarırız. Bir daha göreve çağırılırlarsa subay olarak gelirler. Oldu da bitti maşallah.”
Başka bir örnek 1978’de filan. Gerçekten yaşanmış mı bilmem; ama pek mümkün. İki arkadaş mezun olunca MEB’e başvurur ve öğretmen olarak bir ilçeye atanırlar. Göreve başlamak üzere oraya gider, bir otele yerleşirler. Biri yol yorgunudur, uzandığı yerde uykuya dalar. Diğerinin canı sıkılır, dolaşmaya çıkar. Bir binanın tabelasında “MEB İlçe Md.lüğü” yazısını görünce tanışmak için içeri girer. Atama emirleri oraya ulaşmış olup beklenmektedirler. Hemen kayda alınır, göreve başlatma işlemleri tamamlanır. Otelde uyuyan arkadaşı da ertesi gün aynı işlemleri yaptırır. O dönemde bir yasa çıkmış ve yürürlük tarihi bir gün önce mesai bitiminde sona ermiştir. Yasaya göre görevdeki bütün devlet memurları bir derece ilerletilmiştir. Ne yazık ki otelde uyuyan bir gün sonra göreve katıldığından uyumayan ile arasında üç yıl kıdem farkı oluşmuştur. Yasa koyucuya anlatıldığında “Canım o da uyumasaymış.” denmiş olabilir.
Daha yakın tarihten bir örnek: 2005 Temmuz’unda bir yasayla tıp fakültesi mezunlarına mecburi hizmet getirilmiştir. Bazı tıp fakülteleri mezuniyet törenlerini yasanın yürürlüğe girme tarihinden birkaç gün önceye almış ve mezunlarını bu yükümlülükten kurtarmıştır. Bazılarının törenleri yasanın yürürlüğe girmesinden bir iki gün sonradır. En çok birkaç gün arayla aynı yıl, aynı dönem mezunlarından bir kısmı mecburi hizmete giderken bir kısmı yerinde kalarak rahat rahat Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlanmıştır. Yasa koyucuda adalet, hak, eşitlik gibi kavramların zerresi olsa yasanın yürürlük maddesine “Bu yasa 2004-2005 eğitim öğretim yılının herhangi bir döneminde mezun olanları ve daha sonraki yıllarda mezun olacakları kapsar.” veya “Bu yasa 2004-2005 eğitim öğretim yılının herhangi döneminde mezun olanlar ile daha önceki yılların mezunlarına uygulanmaz.” ifadesini koyarak adaleti sağlarlardı. Diğer örneklerde de bir biçimde adalet sağlanabilirdi.
Yasa koyucuda hem EVRDENSEL HUKUK hem ADELET nosyonu olmak zorundadır. Olmazsa böyle garabetler çoğalır. İnsanlar bu adaletsizliklere isyan eder. Bütün bunların üzerine hukuk kurumları arasında uyum olmaması, yetki karmaşası, birbirini tanımama, aynı yasayı birbirinin tam zıddına yorumlama gibi düzensizlikler varsa “Ört ki önlem!”. Adalet bir yana, hukuk bile sallantıdadır.
Ahmet Salih Erdoğan ERÜZ
E. Öğ. Alb. / Edebiyatçı / Stratejist