İHANET SARMALI
Toplumumuzdaki en büyük sorun yaratan konuların başında ne yöneticilerin ne de yönetilenlerin Anayasa üzerine neredeyse bir fikri bulunmamasıdır.
İhanetin psikolojik altyapısında birçok sebep yatar. Bu sebeplerden başlıcaları; kişinin bencil amaçlar gütmesi, empati eksikliği, özgüvensizlik, sorumluluktan kaçma veya dürüstlük eksikliği gibi bireysel sorunlarıdır.
Araştırmalar ve bu araştırmalara istinaden yapılan çıkarımlar ağırlıklı olarak insan ilişkileri ve romantik ilişkiler üzerine ihaneti incelese de konumuz olan ihanet bununla direkt olarak bağlantılı değildir; ama olayın özünü ve bireysel boyutta yarattığı tahribatı anlamak giriş yapmamız açısından çok önemlidir.
İnsanlık, varoluşu gereği ihanet etmeye meyilli bir yapıya sahiptir. Bunun en temel nedeni, çoğu kişinin sağlıklı bir egoya sahip olmamasıdır. Günümüzde ego, daha çok olumsuz bir kavram olarak kullanılsa da esasen, Freud’a göre, daha ilkel yönümüzü ve dürtülerimizi oluşturan id’in gerçek dünya ile olan gelişmiş bağlantısıdır. Kişinin vicdanı, ahlakı ve etik değerleri ise süper ego ile şekillenir. Yani özetle, her insan yeteri kadar insan olmayı beceremez. Çünkü, kimisi ilkel yönlerinin esiri olmaya devam etmektedir.
Siyaset, ne denli zihinsel çatışmaların temeline dayanan zorlu bir parkur olsa da, ne yazık ki siyaset sahnesinde bulunan her insan aynı us ve ahlak değerleriyle donatılmamıştır. Kimisi insan evriminin doğru tarafına geçemeyecek kadar talihsizdir, kimisi de insan olabilmek için gerekli etik değerlere sahip olamayacak kadar sağlıklı bir egodan yoksundur.
Varoluş mücadelesi veren insanlığın geçmişi, bugünü ve geleceği de ne yazık ki çoğu zaman bu etik değerlerden yoksun kişilerin aldığı kararlar ile belirlenmiştir ve belki de insanlığın son gününe dek böyle devam edecektir.
İnsanlar arası ilişkilerde ihanetin sebepleri ve sonuçları çok çeşitlidir. Kimisinin büyük gördüğü bir ihanet diğeri için küçük olabilir. Bu da ihaneti esas itibariyle ölçülebilir yapar. Lakin, bir ihanet konusu vardır ki, ölçülebilir alanın çok dışındadır.
Bu affedilemez ihanet, vatana ihanettir.
29 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, Hıyanet-i Vataniye Kanununu kabul etmiştir. Bu kanun uyarınca, hilafet ve saltanat makamını ve padişahın topraklarını düşman elinden kurtarmak için kurulmuş bulunan Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine fiilen veya yazı veya sözle karşı koyanlar vatan haini olarak kabul edilip idam edileceklerdir.
Cumhuriyetin kabulü sonrasında ise, 25 Şubat 1925’te, Hıyanet-i Vataniye’ye eklenen bir madde ile “dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar” da vatan hainliği kapsamına dahil edilmiş ve yine aynı şekilde idamla cezalandırılmıştır.
1991 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle Hıyanet-i Vataniye Kanunu fiilî olarak yürürlükten kalkmıştır ve Türk Ceza Kanunu içerisinde vatana ihanetin tanımı artık bulunmamaktadır. Buna rağmen, önce Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve ardından da TBMM tarafından ekleme yapılan bu kanunun vatan bütünlüğü ve karşısındaki tehlikeler hususunda verdiği mesaj açıktır.
Ne denli artık vatana ihanetin tanımı, Anayasamız ve kanunlarda bulunmasa da Türk Ceza Kanunu içerisinde vatana karşı işlenen suçlar, madde 302 ila 339 arasında düzenlenmiştir. Bunlar sırasıyla dördüncü bölümde ele alınan Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, beşinci bölümdeki Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar, altıncı bölümdeki Milli Savunmaya Karşı Suçlar ve son olarak da yedinci bölümdeki Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk bölümleridir.
Naçizane görüşüm, vatandaşlık bilinci bulunan tüm kişiler, bunları okumalıdır. Bu illa ki kanun maddelerini ezberlemek değildir. Lakin toplumumuzdaki en büyük sorun yaratan konuların başında ne yöneticilerin ne de yönetilenlerin Anayasa üzerine neredeyse bir fikri bulunmamasıdır. Bu da genel bağlamda toplum içerisinde bir kanun tanımazlık furyasına sebebiyet vermektedir. Anayasanın ve kanunların eğilip bükülebilecek kavramlar olduğunu düşünen milyonlar vardır ve bu ülkenin geleceği için çok büyük tehlikedir.
Vatana ihanet de işte tam olarak bu geleceği çalabilmek adına yürütülen politikaların bütünüdür. Kişi, sevdiği tarafından ihanete uğradığında çektiği acının farkında olurken nasıl on milyonlar gelecekleri çalınırken hiçbir şey hissetmez?
Suçta ve cezada kanunilik ilkesine göre, tanımı olmayan suçun cezası olmaz. Günümüzde ise artık tanımı olan suçların cezalandırılmadığını görmekteyiz. Alınan kararlara uymayan ve hatta uyulmaması teşvik dahi edilen hıyanet yuvalarını beslemekteyiz. Ülkemizin çıkarları belirlenen her yeni politika ile yok sayılmaktadır.
Türk toplumu olarak büyük bir buhran içinde olduğumuz kesindir. Ülke gündeminin salt olarak üçüncü sayfa olduğu da aşikardır. Medyanın taarruzu altında ağır bir karamsarlık her Türk insanın göğsüne oturtulmuştur. Belki de bu yüzden geleceğimizi düşünmek yerine birbirimizle ve yel değirmenleriyle çatışmaya başladık; ama, çözümün burada olmadığını artık anlamamız gerekmektedir.
Türk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ihanet, asla tek koldan değildir. Hem dışarıdan, Cumhuriyetin ilanının ilk gününden beri, ilerlememizi ve hatta var oluşumuzu istemeyenler, hem de onların içimizde asla bitmeyen işbirlikçileri çok uzun soluklu bir oyun oynamaktadırlar. Yönetenlerin ve yönetimde söz sahibi olanların bu ihanet sarmalı içerisinden çıkıp ülkemizin geleceği adına somut adımlar atmaya başlaması gerekmektedir. İktidar erki ve onun kontrollü muhalefeti olarak çalışan sayısız klik, Türk uygarlığının sonunu getirmek için and içmiştir.
İhanet projelerinin yaratıcıları ve onların maşalarından, Türk ulusu olarak çok daha güçlüyüz. Yalan ve dolanla akılları yıkanan birçok beşer içinde bulundukları ihanetin farkında olmasa dahi, toplum olarak büyük bir kesim gözlerini açmıştır. Köz tutturulan maşa, onu tutan elden önce yansa da bu ihanet en sonunda bütün hainleri yakacaktır. 13.08.2024 (Kaynak: MİSAK / Millî Strateji Araştırma Kurulu)
Selçuk ERENEROL
Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü / Siyaset ve Din Bilimci