
VEFATININ 52. YILINDA ÂŞIK VEYSEL’İN ANISINA...
Türk halk müziği ve şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olan Âşık Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Anadolu’nun zorlu koşullarında geçen yaşamı, körlüğüyle şekillenen iç dünyası ve sazıyla dile getirdiği derin duygular, onu Türk kültüründe unutulmaz bir figür haline getirdi. 20. yüzyılın en büyük halk ozanlarından biri olarak kabul edilen Veysel, sade, ama etkileyici üslubuyla insan sevgisi, doğa, ölüm ve hayatın anlamı gibi evrensel temaları işledi.
Âşık Veysel’in çocukluğu, dönemin Anadolu’sunda yaygın olan hastalık ve yoksullukla geçti. Yedi yaşında geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle önce bir gözünü, ardından bir kaza sonucu diğer gözünü kaybederek tamamen kör oldu. Bu durum, onun dış dünyayla ilişkisini sınırlasa da iç dünyasını zenginleştirdi. Babası Ahmet Şatıroğlu’nun hediye ettiği bir saz, Veysel’in hayatını değiştirdi. Sazı eline aldığı andan itibaren, duygularını ve düşüncelerini sözle ifade etmeye başladı.
Gençlik yıllarında, usta ozanların eserlerini çalıp söyleyerek kendini geliştirdi. Çevresindeki âşıkların etkisiyle Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve Yunus Emre gibi büyük ozanların geleneğini devam ettirdi. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Anadolu’da yaşanan çalkantılı dönemler, Veysel’in şiirlerinde toplumsal izler bıraksa da o, daha çok bireysel ve evrensel temalara yöneldi.
1920’lerde evlendiği Esma Hanım’la yaşadığı trajik olaylar, Veysel’in hayatında derin yaralar açtı. Eşinin başka birine kaçması ve çocuklarının küçük yaşta ölmesi, onun eserlerinde melankoli ve tevekkül temasını güçlendirdi. 1930’lu yıllarda Ahmet Kutsi Tecer’in desteğiyle tanınmaya başlayan Veysel, Cumhuriyetin 10. yıl dönümü için yazdığı şiirle geniş kitlelere ulaştı. Daha sonra köyünden çıkarak Anadolu’yu dolaştı, sazı ve sözüyle insanları etkiledi.
Âşık Veysel, ömrünün sonuna kadar Sivrialan’da mütevazı bir yaşam sürdü. 21 Mart 1973’te, 78 yaşında akciğer kanseri nedeniyle hayata veda etti. Ölümünden sonra bile eserleri, Türk halkının gönlünde yaşamaya devam etti.
Âşık Veysel’in eserleri, sadeliği ve derinliğiyle dikkat çeker. Şiirlerinde genellikle hece ölçüsünü kullanan Veysel, halk dilini ustalıkla işledi. Doğa sevgisi, insan ilişkileri, ölüm ve kader gibi temalar, onun eserlerinin temel taşlarını oluşturur. Saz eşliğinde söylediği türküler, hem Anadolu’nun ruhunu yansıtır hem de evrensel bir duygusal yankı uyandırır.
En bilinen eserlerinden biri olan “Uzun İnce Bir Yoldayım”, hayatı bir yolculuk olarak tasvir eder ve insanın varoluşsal arayışını sade ama etkileyici bir şekilde anlatır:
Uzun ince bir yoldayım,
Gidiyorum gündüz gece,
Bilmiyorum ne haldeyim,
Gidiyorum gündüz gece.
Bu eser, Veysel’in hem kişisel yolculuğunu hem de insanlığın ortak kaderini yansıtır. Bir diğer önemli eseri “Kara Toprak”, toprağa duyduğu derin sevgiyi ve bağlılığı ifade eder:
Beni hor görme kardeşim,
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz,
Sen gümüşsün ben sac mıyım?
Veysel’in bu dizeleri, eşitlik ve tevazu anlayışını ortaya koyar. Doğa, onun şiirlerinde bir sığınak ve dost olarak yer alır; aynı zamanda insan hayatının geçiciliğini hatırlatan bir öğretmendir.
Aşk teması da Veysel’in eserlerinde önemli bir yer tutar. “Güzelliğin On Para Etmez” adlı şiirinde, dış güzelliğin değil, içsel sevginin değerini vurgular:
Güzelliğin on para etmez,
Bu bendeki aşk olmasa.
Veysel’in eserleri, sadece sözlü geleneğin bir parçası olmakla kalmaz; aynı zamanda yazılı edebiyatta ve müzik dünyasında da derin bir etki bırakır. Şiirleri, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dergi ve gazetelerde yayımlanmış, türküleri ise TRT arşivlerinde korunarak günümüze ulaşmıştır.
Âşık Veysel, Türk halk kültüründe bir köprü görevi gördü. Geleneksel âşıklık geleneğini modern dünyaya taşıyarak, hem köylülerin hem de şehirli entelektüellerin sevgisini kazandı. Onun eserleri, sadece Türkiye’de değil, dünya çapında da tanındı ve farklı dillere çevrildi. Bugün hâlâ konserlerde, festivallerde ve eğitim kurumlarında Veysel’in türküleri söyleniyor, şiirleri okunuyor.
Âşık Veysel’in mirası, insan ruhunun sade ama güçlü bir yansımasıdır. Kör bir ozan olarak, gözleriyle değil yüreğiyle görmeyi öğretti. Onun sazı ve sözü, Anadolu’nun sesini geleceğe taşıyan birer hazine olarak kalmaya devam edecek.
ÂŞIK VEYSEL, GÖZLERİNİ KAYBETMEYEBİLİRDİ.
Âşık Veysel ‘in döneminde çiçek aşısı yaptırmak zorunluydu…
Çünkü, Çiçek Nizamnamesi adında bir kanun vardı. Bu esnada, Çiçek Nizamnamesi dünyada “aşı yaptırmanın zorunluğu kılındığı” ilk kanun maddesidir! Eğer ki, o da diğer çocuklar gibi çiçek aşısı olsaydı, kuvvetle muhtemelen görme yetisini kaybetmemiş olacaktı.
Haa o zaman Veysel Şatıroğlu ‘ndan bir Aşık Veysel çıkar mıydı, işte orası bilinmez…
Huzur içinde uyu büyük üstad!
21 Mart 2025
M. Hüseyin OĞUZ
Jeoloji Mühendisi
