ATATÜRKÇÜ OLABİLMEK – MİLLÎ SECİYEMİZ
Millî seciye, millî karakter veya millî benlik, bir milleti millet yapan, millî kültür, millî ve manevî değerler, tarih şuuru, milletin bütün fertlerini birbirine bağlayan ortak duygular olarak tarif edilebilir. Bir milletin millî karakteri, yüzyıllar boyu biriken kültür değerlerinin, yaşanan acı ve tatlı olayların, verilen var olma mücadelesinin sonucu oluşur. Bir milletin fertleri, millî benliklerini kaybederler ise, o milletin süreç içerisinde kaybolması kaçınılmazdır.
Türk Milliyetçiliği esasına dayanan Millî Mücadele ve sonrasında oluşarak gelişen Türk İnkılabı, millî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti‘ni ortaya çıkarmıştır.
Millet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ifadeleriyle ”Dil, kültür, mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai bir heyettir”.
Millî benliğin gelişimi için lazım olan unsurlar, Atatürk’ün anlatımıyla şunlardır: ”Türk çocuklarında kabiliyet, her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”
Atatürk, farklı zaman ve yerlerdeki anlatımlarında ve hatıralarında, millî benlik gururunun oluşumunda, Manastır Askeri İdadisi’de öğrenci iken okuduğu, Mehmet Emin Yurdakul‘un ”Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur” dizeleri ile başlayan şiirinin büyük etkisi olduğunu ifade etmişlerdir. Hayfa’da 5 şubat 1905 günü, acemi erlere verilen eğitim sırasında bir Yüzbaşının, eğitim çavuşlarından birini ”Türk” sözleri ile hakaret ederek kavm-i necib-i Arap askerlere sert davranamayacağını,…ayaklarına su bile dökmeye layık olmadığını söylemesi ve bu ağır hakaret karşısında, Türk çavuşun esas duruşunu bozmayarak gözyaşlarına boğulduğunu görmüş ve bu olayla ilgili duygularını şöyle dile getirmişlerdir: ”Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyrede ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimdeki isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum:’ O erin bağlı olduğu kavim, bir çok bakımdan necib olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni kaybetmesin dendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir’ dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu.”
O’nun Türk milletine inancını Ruşen Eşref Ünaydın‘dan okuyalım.
Tarih, 23 Ekim 1919, Mustafa Kemal, Millî Mücadele’yi teşkilatlandırma çalışmalarını Amasya’da sürdürmektedir. İstanbul hükumeti hakkında tevkif ve idam kararı almıştır. Birlikte düzenlenen ve davet edildikleri pehlivan güreşlerine giderler. Halk Mustafa Kemal Paşa’yı yürekten alkışlıyor. Çok duygulanan Paşa, Ruşen Eşref Bey’e dönüp :
– Bak kardeşim, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu paçavralar içinde perişan gördüğün insanlar yok mu, onlarda öyle yürek, öyle cevher var ki, olmaz böyle şey.
Ben Çanakkaleyi’de bu insanlarla kazandım. Bana böyle inanan insanlar varken göreceksin, vatanı da kurtaracağız.
Dememiz o ki, millî seciyesini ruhunun derinliklerinde muhafaza eden aziz ve asil Türk, her daim içine düştüğü zor durumlardan kurtulmayı bilmiştir, yeter ki ATATÜRK gibi özümüze güvenelim.
M. Yavuz ELBİRLER
Em. Gn. Md.lüğü E. İsth. D. Bşk.