KİMLERLE MÜCADELE EDİLMELİ?
“Türk olmak zordur, çünkü dünya ile mücadele edersiniz, Türk olmamak da zordur, çünkü Türk ile mücadele edersiniz.”
Bu özdeyiş; Fatih sultan Mehmet’e de, diğer sultanlara da atfedilmektedir. Birçok Türk büyüğüne atfedilse de, doğru, yerinde ve güzel söylenilmiş bir özdeyiştir.
Şunu anlamalıyız ki, şartlar ne olursa olsun, mücadele etmek zorundayız. Dünde mücadele dolu bir hayatı yaşadık, bugün de, yarın da mücadele edeceğiz… O halde nasıl bir mücadele stratejimiz olmalıdır?
Üzerinde birçoğumuzun zihin yorduğu bir mesele olduğunu biliyorum.
Hür ve bağımsız yaşamak, bizim şiarımızdır. Hiçbir sisteme hiçbir zalime, hiçbir hak ve hukuk tanımaza boyun eğmiyoruz. Bu da bellidir. İçimizde boyun eğip tabi olanlar var ya! Emin olun genlerinde bozukluk vardır. Zira, mücadelemizin en zor kısmı da, onlarla olan mücadeledir.
Mücadele stratejimiz; hedef belirleyip, hedefe kilitlenmek ve adım adım belirlenen hedefe doğru yürümek olmalıdır. Karı, kışı, sıcağı, soğuğu, yağışı, engebeli araziyi, yalçın dağları, geçit vermez nehirleri, karanlık ormanları, engin denizleri düşünmeliyiz.
Onun için donanımlı yola çıkmalıyız. Ancak yaşayarak menzile ulaşabileceğimiz hakikati vardır karşımızda…
Donanım derken, şartların gerektirdiği, fizikî donanım yanında, bilgi donanımı ile de… Emir Timur‘un, “Tüzükat-ı Timur”u okuduğumuzda, donanımlı olmadan yola çıkmadığını görebiliyoruz. Donanımlı olması sebebi ile de, bütün mücadelelerinde galip gelmiştir. Hatta, İbn-i Haldun’u Türkistan’a götürmek isteğini bizzat kendisine teklif etmesi, ne kadar değerlidir… Bağdat fethinde, “Afrika’nın dağlarını, yollarını, nehirlerini ve ekonomik kaynaklarını bir harita üzerinde bana teslim edin, bir ay içinde Afrika kıtasını fethedeyim.” demiş. Donanımlı olmak hususunda, 2. Kılıçaslan‘ın, İznik’i kuşatmasında, demir zırhlı Bizans ordusuna karşı kayıp vereceğini anlaması sebebi ile Türk beyliklerinin yardım sözü vermelerine rağmen, “Aynı zırhı askerlerime giydirmeden onları savaşa sürmem.” demesi, donanımlı olmamızın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Geçmişte cephe savaşları vardı. Bugün şartlar düne göre değişmiştir. Elbette donanımlar da değişmiştir, stratejiler de… Düşman her yerde… Her kisvede… Öyle ise, bilginin en büyük güç olduğunu kabul etmeliyiz. Kim, kimdir? Kim, ne düşünmektedir? Kim, kiminle iş tutar?
Cephe belli olmadığı içinde, mutlaka farkındalık içinde olmalıyız. Yani, bilgiyle donanmalıyız… Hasımlarımız, mücadelelerini bir sistem bütünlüğü içinde yürütmektedirler. Yani temellendirdikleri sistem, onları hedefe götürecek strateji ve taktiklerden oluşmaktadır. Bazen sureti haktan görünür, haksızlık icra ederler, bazen yardımcı olup bağımlı hale getirirler, kendileri için belirledikleri hedef ve taktikleri senin için ihtiyaç olarak sunmaktadırlar. Tıpkı Dünya Bankası marifeti ile yapıldığı gibi… Ya da senin elindeki kaynakları etkisizleştirerek, kendi üretip satabildiği alternatif kaynağa muhtaç hale getirirler, şeker kamışı ile şeker pancarı mücadelesi gibi… İncir ile hurma gibi… Mücadelemiz, birçok cepheden sürdürülmekte olduğu aşikârdır. O halde disiplinler arası (multidisipliner) bir yaklaşımla mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Mücadele pusat ile olsa, en etkilisini tedarik etmeliyiz, ekonomik kaynaklar ile olsa, kaynaklarımızın üretilmesinden sunulmasına, yani arzına kadar olan süreci insanların ihtiyacı halinde belirlememiz gerekmektedir.
***
Kimlerle mücadele etmekteyiz?
Bu soruya cevap verirken, düşmanımızı yadırgamayız. Çünkü o, düşmanlığını yapması onun karakteridir. Dost görünüp düşmanlık yapanların varlığı bizi tedirgin eder. Zira nereden vuracağını kestiremeyiz. O halde düşmanı tasnif ederken, bilinen ve bilinmeyen düşman olarak belirlememiz gerekir.
Aynı ülkeyi, aynı dili, aynı dini paylaştığımız halde, düşmanla beraber olanlar var. Bizi doğrudan vurmasalar bile düşmana rehberlik etmeleri çok önemli… Ortada bir sorun olduğu kesin… Adı, ihanet olan bu durumu sağlayan saikleri ortadan kaldırmak da bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Hemhudut olduğumuz ülkeler, Rusya, İran, Yunanistan, Irak, Suriye ve Ermenistan potansiyel olarak savaşabileceğimiz ülkelerdir. Aramızda, siyasi birtakım anlaşmazlıklar mevcuttur. Hayatta kalabilmek, hücum-savunma olgusunu iyi bilebilmek ile mümkündür. “anında kara, zaferdir” özdeyişi, hem savunma için hem hücum için önemlidir.
Bütün bu verilen bilgiler yanında, biz millet olarak, bilginin güç olduğunu, onun için bilgi kaynakları ve müesseselerini millileştirmek mücadelesi içinde olarak, cehaletle mücadele etmeliyiz. Bizim mücadele edeceğimiz en büyük düşman, cehalettir. Cahillerin bilgiye önem verdiğini gördüğümüzde, mücadeleyi kazanacağımız muhakkaktır.
Nesim YALVARICI
Eğitimci – Badminton Millî Takım Antrenörü