KUŞATILMIŞ TÜRKİYE
Kuşatma kavramı, sarma sarmalama ve kontrol altında tutma anlamlarını taşımaktadır. Tarlanızı bağınızı bahçenizi, her türlü zararlının etkisinden kurtarmak üzere, çit veya ihata duvarı ile kuşatırsınız. Çocuğunuzu soğuktan veya dış iklim etkisinden korumak üzere kundakla kuşatırsınız. Avınızı yakalayabilmek üzere avlakta konuşlandığınız alanın etrafını sarmak üzere kuşatırsınız. Türkiye’nin kuşatılması, bu anlattıklarımız cinsinden kuşatma değildir.
Üç etrafı denizlerle kuşatılmış bir ülkede yaşıyoruz. Bu coğrafî bir kuşatmadır. Ancak ülkemizin sınırlarının dışında, kuşatılmışlık psikolojisinin varlığı düşündürücüdür. Farkında olmayan “aymaz” takımı yanında, ne önemi var diyen “vurdumduymazlar” ve dış kuşatmaya zemin hazırlayan hain ve gafillerin de “iç kuşatması” mevcuttur.
İnsanlık tarihi, milletler mücadelesi şeklinde kayıt düşmektedir. Bir millet kendi egemenlik hakkı olarak hür yaşamayı düşünürken, diğer milletlere de hemen her şeye ve her milleti de içine alacak egemenlik sahaları oluşturmak istemektedir. İşte milletlerin birbirleriyle savaşının temelinde bu yatmaktadır.
Millet olma bilincini insanlığa, geliştirdiği devlet töresi ile öğreten milletimiz yazılı olmayan bir anayasa saydığı töresi gereği, hukukunu tanıdığı sürece hiçbir milletin egemenliğini etkileyebilecek bir olguyu yaşamamıştır ve yaşatmamıştır. Oysa kendisi her zaman egemenliğine kastedilen durumuna düşmüş, vaktinde fark etmediği için tedbirsizlik içinde kaldığında egemenliğine taarruz edilmiş ve bazı durumlarda bedeli çok ağır olan durumları da yaşamıştır.
Osmanlının hovardaca devleti yönetmesi, zayıf düşmesi ve içten ve dışarıdan kuşatılarak yok olmakla karşı karşıya kalması, öncesinde, kuşatılmanın farkında olmamıştır. Nihaî hamlenin kuşatmayı yapanların fiilî durumu ve Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile sonuçlanması…
Elbette kuşatma devam etmiştir. 1912 de “Wilson Prensipleri” adı altında bir proje ile yeniden kuşatılmak planları devreye sokulmuş, hâlâ bu plân işletilmektedir.
Fiilî durum şudur:
Türkiye’nin kara sınırları, toplamda 2.753 kilometre uzunluğundadır. Ayrıca, adalar dâhil sahil uzunluğu 8.333 kilometredir. Kara parçalarının toplam alanı 783.356 km², su alanlarının toplam alanı ise 9.820 km²’dir Türkiye’nin kara sınırları, çeşitli komşu ülkelerle paylaşılmaktadır: İran, Irak, Ermenistan ve Suriye’den müteşekkil devletçiklerle sınırdaş durumundayız. Kuzeyimizde, Gürcistan ve Rusya, batımızda ise Yunanistan, Bulgaristan, Romanya mevcuttur. İlk bakıldığında, emperyalist olmayan bu ülkelerden kuşatma da bize nasıl bir tehdit oluşturmaktadırlar? Bu sorunun cevabının verilmesi gerekir.
Bir de, iç kuşatma vardır ki; o bütün kuşatmalardan daha önemli ve önceliklidir. Zira devletimizi yöneten zihniye kuşatması, aynı zamanda dış kuşatmaya karşı tedbir alınmasında en büyük zaafımız olarak görülmektedir.
Ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, etnik ve dini kuşatmalar devletimizin bekasını tasavvur ve tasarlamanın önünde en büyük engeli oluşturmaktadır. hazin bir durumda olan ülkemiz, milli şuura sahip insan modeline ihtiyaç duyarken, “iç kuşatmalarda” misyon alan cemaat, tarikat ve etnik guruplar devleti yöneten siyasilerle müşterek, kamu kaynaklarından istifade etmek üzere, sureti haktan görünüp kuşatmanın şartlarını olgunlaştırmaktadırlar.
Batı dünyasının küresel emperyalist programının en önemli cephesini ne yazıktır ki, iç kuşatma oluşturmaktadır.
Biliyoruz ki, küresel emperyalistler, doğrudan savaşmak yerine “vesayet savaşlarını” tercih etmektedirler. Özellikle güney sınırımızda oluşturulan terör yapılandırılmaları, gerek lojistik, eğitim gerekse silah ve mühimmat desteği ile yaklaşık kırk yıldır sürdürülmektedir.
Etnik temelli bir siyasî hareketin içimizde kanser hücresi gibi yaşatılması, kuşatmanın belki de en önemli cephesini teşkil etmektedir. Büyük İsrail devletinin kurulmasına dönük bölgede vekaleten savaşan bu unsurlar, bir taraftan da ,İran’da (İran’ın batısında) hem siyasî hem de lokasyon bakımından önemli avantajlar elde ettiklerini son İran seçimlerinde Güney Azerbaycan’da bulunan ve son on seneye kadar nüfuslarının olmamasına rağmen, ülkemizde faaliyette bulunan PKK paralelinde PEJAK’lıar vasıtası ile milletvekili kazanmaları endişe ile takibi gerektiren bir durumdur. Iğdır’dan başlamak üzere, Hatay’a kadar olan bölge, içeriden ve dışarıdan kuşatılmış bir görüntü ile devletin zinde güçlerinin tedbirlerini beklemektedir.
ABD ve AB’nin Akdeniz’de konuşlandırdığı askerî birlikler vasıtası ile Dedeağaç mevkiindeki mekanize birliklerin varlığı sarmalın farklı bir yüzünü yansıtmaktadır. Elbette, Kırım’ı ilhak etmiş olan Rusya’nın, her zaman “Batının balta tutan eli hükmünde olduğu” hem kuzeyinde hem güneyimizde olması hassasiyetle takip etmemizi gerektirmektedir.
Bütün bu ve benzeri kuşatmaların püskürtülmesi ve etkisizleştirilmesi, iç kuşatmayı bitirmeye bağlıdır. Yahudi hahamın beyanına göre fonlanan cemaatlerin etkisizleştirilmesi lâzım. En önemlisi de millî bir devlet için farklı düşünen siyasî, kültürel, felsefî ve dinî bütün unsurların millî mutabakat çatısı altında toplanması ve “birlik bildirgesi” beyan etmelerine bağlıdır. Mevcut siyasî iktidarın iliklerine kadar cemaatler tarafından teslim alınması, bu durumu mümkün kılar mı? Her şeye rağmen milleti ve devletin geleceği için milliyet şuuruna sahip her insan, bu durumu sağlayıcı gayret sarf etmelidir. Yoksa, çok geç kalmış olacağız.
Nesim YALVARICI
Eğitimci / Badminton Millî Takım antrenörü