Başlangıçtan beri en güvenli ortamlar, sığınaklar olagelmiştir.
Beslenmeden önce gelen içgüdüsel bir hareket. Ruh, yaradılış kodlanmasından veya tabiatından olsa gerek güvenli ortamda beslenip gıdasını alabileceği ve hayatını devam ettirebileceği ortamları arama gayreti içinde bulunmuş. Bu yönüyle, sığınakların başında önde geleni, ana rahmi olarak düşünülmüştür. Hep bilinç altında ana rahmine dönme arzu edilmiştir. Çoğu insan, söze yansıtmasa da, ana rahmine dönmeyi ve orada güvenli beslenmeyi arzu etmiştir. Bu arzu, felsefeyi ve psikolojiyi ilgilendirmektedir. Biz, daha çok toplum tarihi ve kültürü açısından sığınakları inceleyelim.
***
En eski insanlardan beri, sığınaklar aranmış ve bulunduğunda da o sığınaklarda hayat devam ettirilmek istenmiş. Sığınaklar; düşman kabilelerden, yırtıcı hayvanlardan, doğanın zor şartlarından kurtulmanın çaresi olarak düşünülmüştür. Mağaralar, yer altı dehlizleri – şehirleri, kalın ve yüksek duvarlarla örülmüş kaleler; sığınma ve güvenlikli beslenme ihtiyacından doğmuştur.
Eski medeniyetlerin oluştuğu coğrafyalarda, özellikle Anadolu’da bunların pek çok örneği görülmektedir. Önce güvenlik, sonra da beslenme ve hayatı idame ettirme…
Yerin altında beş – altı katlı dehlizlerle birbirine bağlanan yaşama alanları, güvenli beslenme ve yaşama ihtiyacından değil de nedir? Hemen hemen her eski şehirde mağaraların bulunması ve bunların da bulundukları yerden kaçma ve iaşe temini amacıyla kilometrelerce tünellerle bağlanması ne kadar zor iş olsa gerek; hele geçmişin imkânsızlıkları içinde. Lâkin, can korkusu, ruh endişesi insanoğlunda zoru başarılı kılmış. Kapadokya, belki de en güzel örnek.
***
Gelelim, asıl konumuza…
En Büyük İnsan‘a henüz elçilik gelmemişti. Yaşadığı toplumun ve ortamın kirlenmişliğinden kurtulmak, ruhunu dinlendirmek, atası Hz. İbrahim gibi ezeli, ebedî ve tek olan Yaratıcı’yı bulmak için kimi zaman tenha yerleri seçer ve tefekküre dalardı. O yerlerden biri de bir mağara idi. HİRA…
Âlemlere rahmet olarak gönderilen O Büyük İnsan, ticaretten, insanlar içinde yaşamaktan usanır, fırsat buldukça âlemi dinler, âlemle konuşurdu. Mekke’nin mutantan ortamından uzaklaşır ve Hira dağındaki mağaraya gider, günlerce Mekke’ye gelmezdi. Milâdî 610 yılının Ramazan ayının 17’nci günü, yine bu mağarada tefekkür ediyordu. İlk emir de o an, o mağarada geldi. İKRA…
“Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O, öğretti.”
Ve Cebrail Aleyhisselâm aracılığı ile “elçilik görevi” tebliğ edildi. O Kutlu Elçi, âlemi okudu. Cebrail Aleyhisselâm aracılığı ile öğrendiklerini, bildiklerini bütün insanlığa sundu. “Allah’ın emirlerine itaat edin, sünnetime uyun.” dedi. Hz. Hatice ve Hz. Ebubekir gibi mübarek insanlardan kimileri, gelen emirlere hemen uydu; kimileri ise zaman içinde. Lâkin, kimileri de hiçbir zaman…
Firavun ve Nemrut nitelikli şeytan taraftarları uymadılar. Nasip işi… Ezelî kader tecellisi…
Uğraştılar, En Mübarek İnsan’a ve O’na tâbi olanlara zulüm ettiler. Zulüm dayanılmaz noktaya geldiğinde, ilâhî emirle hicret başladı. O’na inanmışların çoğu, Allah’ın Elçisi’nin emriyle önceden Mekke’yi terk ettiler.
“Habibim sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.” hadis-i kudsîye mazhar Peygâmber Efendimiz, en yakın dostu Hz. Ebubekir’i yanına alarak gizlice yola düştü. Hz. Ali’yi de kendisine verilen emanetleri sahiplerine iade etmek amacıyla Mekke’de bıraktı.
Sadık insan, candan geçmiş dost arayanlar öncelikle bu iki sahabeye bakmalıdır. Hz. Ebubekir ve Hz. Ali… Biri, “Sen diyorsan doğrudur.” deyip, şeksiz şüphesiz iman eden sıddık; diğeri ise, öldürülmesi güçlü ihtimal iken En Büyük Can için canından geçen ilmin kapısı büyük mütevekkil…
622 yılının Temmuz veya Ağustos ayı… Dört bir yanda düşman, sığınılacak yer aranmakta… Hicret’in varış noktası Medine’ye ters istikamette, Mekke’ye 5 km.lik mesafede Sevr mağarası bulunur. Hayatın idamesi ve güvenliğin sağlanmasında bir araç, bir vesile… Şüphesiz ki, Yüce Allah, onları koruyacaktır. Ama, insanoğluna vesile gerekir, uğraşı gerekir, önlem gerekir. İşte, o vesile Sevr mağarası ve mağaranın kapısındaki örümcek ağları ve yuva yapmış güvercinlerdir.
O, “Hatemül Enbiya”dır. O, dostu Hz. Ebubekir’le birlikte ilâhî irade ve buyrukla yola düşmüştür. Korku bilmez, dostunun da korkmamasını ister. “Üzülme; Allah, bizimle beraber” der. İlâhî iradeyle yola düşenler korku bilir mi? Yüce Allah, mührünü vuracak ve dinini kıyamete kadar koruyacaktır. Her bir safha, her bir an; insanlar için ibret vesikasıdır. Neticede, sığınakları Sevr mağarasından çıkılır ve Medine’ye ulaşılır.
Nurlu şehir Medine, Allah’ın Elçisi’ni ve Ebubekir Sıddık’ı büyük bir muhabbetle karşılar. Artık yeni bir dönem başlamıştır. Medineliler, Kutlu İnsan’a ve ashabına evlerinin, gönüllerinin kapılarını açmışlardır. İslâmiyet, bu nurlu şehirden büyür; zaman içinde önce Arabistan, sonra bütün dünya aydınlanır.
***
Tarih boyunca insanların çoğunun sığınağı mağara, Onlara da sığınak olmuştu. Lâkin, gerçek sığınağı bulmuş insanlar için, mağara çok önemli olabilir mi? Olsa olsa, sadece bir araç…
***
Sığınaklar, hâlâ vazgeçilmez araçlar olarak görülmektedir.
Mağaralar, yer altı şehirleri; geçmiş dönemlerde olduğu gibi ihtiyaç olmaktan uzaklaşsa da, insanlar yeni sığınaklar arama ve bulma ihtiyacı duymaktadır. Çünkü, güvenli ortamlarda yaşama zorluğu günümüzde de kendini hissettirmektedir. Evlerimizi çelik kapılarla kapatma, ikinci bir kilit, hatta içeriden tekli, ikili sürgü yaptırma; hep bu ihtiyaçtan gelmektedir. Önlem almak, vesile aramak doğrudur. Bununla birlikte; yüksek tevekkül, ihlaslı iman doğruları daha güçlendirmek anlamına gelmiyorsa, ne kadar güvenli ortamlarda yaşayabiliriz?
***
Medine, bütün insanlığa nur dağıtmaya devam etmektedir. Milâdî 622 yılının Temmuz-Ağustos aylarından itibaren…
Çünkü, HİCRET ile Medine, Medine-yi Münevver olmuştur. İnsanlık için yeni ve aydınlık bir dönem başlamıştır.
Çünkü, eşref-i mahlukatın en şereflisi Kutlu İnsan‘ı bağrında yatırmaktadır.
Çünkü, Miladî 1396, Hicri 1439 yıl önce Sevr mağarasında başlayan mübarek yolculuk, bütün insanlığa bir çağrıdır.
***
Yeni Hicrî Yılı‘mız kutlu; olağanüstü olayları içinde bulunduran Muharrem ayımız mübarek olsun.
Selâm ve saygılarımla…