Bizi, bizden daha iyi biliyorlar.
Günümüzdeki şeytan taraftarları, İslâm’ın özünü, Son Peygamberi ve son kitap Kur’an-ı Kerim’i çok iyi biliyorlar. Bizleri bu temel inancımızdan ayırmak için, bu temel değerlere hizmet ediyormuş gibi olanları organize ederek veya onların kuvvetlerini artırarak bizi can damarımızdan vuruyorlar. Çünkü, Şeytan; büyük âlimdi ve Allah’ın büyüklüğünü de en iyi bilen o idi. Kibrine teslim oldu ve isyan etti. Onun için büyük âlim olmasına rağmen, ebedül ebed lânetlendi. Lâkin, kıyamete kadar insanları, Allah’ın dininden uzaklaştırmak için de izin aldı. Bu izinle, kıyamete kadar vazifesini yapacak. Yine, Yüce Rabbimiz’in iradesiyle…
***
Bu savaşın, yani Şeytan ile Rahman taraftarları arasındaki savaşın, Hz. Adem’in oğulları Kabil ile Habil’e kadar dayandığı mâlumdur. Peygamber Efendimiz’in döneminden itibaren ise daha bariz hale gelmiştir. Din adı altında tahrif edilmiş Musevî ve Hıristiyan inançları dinimize ustalıkla sokulmuştur.
Şeytan taraftarlarının en önemli silâhı hep CEHALET olagelmiştir. Cehaletle birlikte; kıskançlık, dedikodu, gıybet gibi beşerî zafiyetler de Şeytan taraftarlarının kullandığı diğer araçlardır. Sahte peygamberler, münafık şeyhler, menfaatperest dindar görünümlü şarlatanlar sayesinde milyonlarca insan, dinin öz değerlerinden uzaklaştıklarının farkında bile olamamışlardır.
Hülefa-yi Raşidin efendilerimiz, mezhep kurucu imamlar olarak tanıdığımız âlimler; gerçek tasavvufun büyüklerinden Şah-ı Nakşibendî, Abdulkadir Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi erenler; Hak ve halk adamı Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Murad-ı Veli, Ali Semarkandî, Somuncu Baba, Piremir Baba, Geyikli Baba gibi ihlas abidesi erenler; şeytan ve şeytan taraftarlarıyla hep mücadele etmiştir. (Rabbimiz, yollarından gitmeyi bizlere nasip etsin.) Mücadelelerindeki kemâlat sayesinde yüzyıllardır milletin gönlünde derin müspet tesirler oluşturmuş ve unutulmamışlardır.
Günümüzün şeyhleri, mürşitleri, bu ulu insanların takipçileri olduklarını hep söyleye gelmekteler. Buna inanmanın zorluğunun yaşanan gerçeklerle anlaşılması, İslâm’ın özünü bilmek ve yaşamakla mümkündür. Şüphesiz ki, Ahmet Yesevî, Şah-ı Nakşibendî, Abdulkadir Geylanî gibi büyük gönül erenlerinin ve gerçek Hak âşıkları ile millet dostlarının izinden giden insanlar da bulunmaktadır. Bununla birlikte, şuurlu Müslüman’ın bilmesi ve dikkatli olması gereken günümüzde “şeyh”, “mürşit”, “hocaefendi” olarak bilenenlerin hiç de azımsanmayacak bölümünün bu ulu şahsiyetlerin izinden gitmedikleridir.
***
30 yıldır ifade ediyorum. İslâm dünyasındaki (Türkiye’de dahil) ünlü tarikatların çoğunda, tarikatları yöneten ve yönlendiren kurmay heyetindeki ilk beş adam arasında şeytan taraftarlarının temsilcileri bulunmaktadır. Birinci adam olmazsa, ikinci adam; ikinci adam olmazsa, üçüncü adam; üçüncü adam olmazsa, dördüncü veya beşinci adam İslâm düşmanlarının yetiştirdiği ve yönlendirdiği adam olarak görülmelidir. En azından böyle olacağı düşünülerek uyanık ve dikkatli olunmak mecburiyeti söz konusudur. Son yüzyıllardaki, tarikat yapılanmaları objektif olarak incelendiğinde, bu düşüncenin doğruluğu apaçık ortaya çıkacaktır.
Bu düşüncelerle birlikte, kendini dindar olarak tanımlayan ve hayatını dinin temel değerlerine göre plânlayan ihlaslı insanların şüphe batağına da düşmemesi elzemdir.
Müslüman; Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye, doğruluğu yüzyıllar içinde denenmiş büyük âlimlerin ictihadlarını önemsemelidir. Bu temel ölçülerine “akıl” yoluyla muhakemeyi de mutlaka eklemelidir. Allah ile aldatanları, uydurulan dine yönlendirenleri ayırt etme becerisine sahip olmalıdır. “Furkan” özelliğine sahip olabilmek için, okumaya, bilime ve muteber insanlarla istişareye önem vermelidir. Daha somut anlatmamız gerekirse; olayları, şahısları sorgulama yeteneğine sahip olmalıdır. Ama, hepsinden önce, beşerî zafiyetlerden uzaklaşmalı, helâli haramı bilmelidir. Çünkü, “Ot, kökün üstünde biter.” Ruhen, aklen kemale ermemiş insanın aldatılması, her zaman kolay olmuştur.
***
Yazdık, konuştuk… Bir kere daha ifade edelim:
Ekonomik güç önemlidir. Her Müslüman, aynı zamanda dünyasını da mamur etmelidir. Her şuurlu ve ihlaslı Müslüman’ın maddî varlığının güçlülüğü, bütün Müslümanların da güçlülüğü anlamındadır.
Siyasî güç önemlidir. Her Müslüman, ahretini kazanmak için, siyasî erk aracılığı ile mücadele etmelidir. Siyasî faaliyetlerinde Allah rızasını öne alarak millete ve milletin mukaddes değerlerine hizmet etmelidir.
Bununla birlikte, şu düşüncelerimizi ifade etmemiz gerekmektedir:
Tarikat ve İslâmî cemaatlerde temel ideal, “Nefsin terbiyesi ve benlikten uzaklaşma”dır. Nefis terbiyesinde ve benlikten uzaklaşmada ise en önemli iki engel vardır: Biri, PARA, diğeri ise MAKAM’dır.
Bu nedenle, yüzyıllardır milletin gönlünde yer etmiş büyük âlimler ve ârifler, PARA’dan ve MAKAM’dan hep uzak kalmışlardır. Bir koltukta iki karpuz taşınmayacağını ecdadımız ifade buyurmuştur. Gerçek tasavvuf erenleri, para ve makam sahiplerine yol göstermeyi vazife edinmişlerdir. Para ve makam sahiplerinin devleti ADALETLE yönetmeleri, milleti refah içinde bulundurmaları için rehber olmuşlardır.
Akşemsettin, diyebilirdi Fatih’e… “Gel, dizimin dibinde otur, bırak devleti yönetmeyi!” Oysaki, öyle demedi. “Sen, devlet başkanısın, padişahsın. Senin işin devleti ve milleti yönetmek.” dedi.
***
Günümüz Türkiyesi’ndeki tarikat ve cemaatlerin azımsanmayacak bölümü, para ve makam girdabının içinde debelenmektedir. Önlem alınmadığı takdirde, önümüzdeki süreçte yeni FETÖ’ler her an çıkmaya hazırdır. Cehaletin batağına saplanmış Müslümanların çoğu, İslâm’ın öz değerlerinden uzaklaştığının farkına bile varmadan tarikat ve cemaat yapılanması içindedir. Fethullah Gülen Cemaati’nin son 40 yıldır yabancı servisler tarafından organize edildiği gibi, henüz tam görülmese de, kimi başka cemaatler ve tarikatlar da aynı yöntemle idare edilmektedir. Günümüzün cemaat ve tarikatlarına intisap etmiş, dinini yaşama gayreti içinde milyonlarca saf – cahil Müslüman, maalesef durumun farkında değildir.
Ortaçağ papazlarının cennetten arsa sattıkları gibi, günümüzdeki kimi cemaat ve tarikat temsilcileri de Müslümanları, uydurulan din ile aldatarak, Müslümanların ahret korkusundan yararlanarak cennetten köşkler satmaktadır.
Düşünebiliyor musunuz, bir şeyh olacak ve müridinin bir gecede yatağında kaç kere sağa sola döndüğünü bilecek.
Düşünebiliyor musunuz, bir şeyh olacak, şeyhin isterse; hanımını dahi şeyhine vermekten kaçınmayacaksın. “Çünkü, onda senin sülûkun için mutlaka bir hayır vardır.” denecek.
Düşünebiliyor musunuz, “Rehberi mürşid olmayanın, rehberi şeytan olacak.” Oysaki, rehber bellidir… Dört temel ölçümüz bellidir. Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Seniye, Muteber âlimlerin yorumları (icma) ve Akıl…
Açıkça söylenmese de, bu temel ölçüler bırakılacak, sadece şeyhe itaat söz konusu olacak. Çünkü, cemaat ve tarikat sohbetlerinde verilen düşünceler doğrultusunda, sekerat vaktinde imanla gitmenin tek kurtarıcısı, şeyhtir. Şeyh, imdada gelir. Medet, şeyhten istenir. Şeyhin elinden veya elindeki ipten tutarak yapılan bir tövbe ile dünyamızda da ahretimizde de kurtuluşa ereceğiz. Müslüman, bunları unuttuğunun dahi farkına varmaz. Varsa da yoksa da şeyhidir. Artık, Allah ve Peygamber’in yerini, hâşâ şeyh almıştır.
***
İhlaslı Müslüman; zikir ehli olacak; helali haramı bilecek ve ona göre yaşayacak.
İhlaslı Müslüman; kul hakkı almanın şirkten sonraki en büyük günah olduğunu bilecek ve ona göre yaşayacak.
İhlaslı Müslüman; tefekkür edecek ve iki doğrudan hangisinin daha doğru olduğunu bilecek düzeyde feraset sahibi olacak.
İhlaslı Müslüman; elde tespih, başta sarık veya takke, sırtta cüppe benzeri kıyafetle ihale peşinde dalavere yapmayacak.
İhlaslı Müslüman; tarikat ve cemaat referansıyla siyasetçi, bürokrat olmayacak.
İhlaslı Müslüman; yeni FETÖ teşkilâtlanmalarından uzak durabilecek düzeyde, uyanık ve şuurlu olacak.
İhlaslı Müslüman; din ve hamaset söylemleriyle ülkeyi ve devleti idare edenleri fark edebilecek ve onlara teveccüh göstermeyecek nitelikte sağlam kişilikte olacak.
***
Ahir zamanda zor bir süreçten geçiyoruz. İnşallah, rıza-yı şeriften ayrılmayız.
“Mevla’m, neyler; neylerse güzel eyler.”
Selâm ve saygılarımla…